Şu An Okunan
Günler: Bedensel Tereddütler

Günler: Bedensel Tereddütler

Tayvan sinemasının en büyük isimlerinden Tsai Ming-liang’ın yeni filmi Günler, yönetmenin sinemasına aşina olanlara bir eve dönüş hissi vaat ediyor. Onunla ilk kez tanışacaklar içinse, kendinden başka hiçbir şeye benzemeyen bir yere açılan davetkâr bir kapı Günler.

Gösterime girdiği dönemde Tsai Ming-liang’ın kariyerinin son uzun metrajı olacağını duyurduğu Sokak Köpekleri (Jiao You, 2013), sebebi belirsiz bir bakakalmayla biter. Filmin son 20 dakikasını kapsayan bu yekpare an, tüm o yoksunluk ve suskunluk hâlinin tefekkürüyle birlikte adı konulamaz bir son hissini duyumsanabilir kılar. Yönetmenin emeklilik ilanını değilleyen yeni uzun metrajı Günler (Rizi, 2020) de benzer bir bakakalmayla açılıyor. Tsai’nin tüm filmlerinde rol alan Lee Kang-sheng’in Sokak Köpekleri’nde asılı kalan bakışını sanki bıraktığı yerden yakalıyoruz Günler’in açılışında. Bir sandalyede oturduğu yerden, anlamı belirsiz bir yere doğru bakan karaktere yanı başında duran dolu bir su bardağı ve zaman geçtikçe anlamı farklılaşan yağmurun sesi eşlik ediyor. Suyun pek çok anlam zerresinin taşıyıcısı olduğu, seyircisini görünenin ötesini görmeye davet eden Tsai Ming-liang evreni ilk birkaç dakikasından güçlü bir son hissiyle, yalnızlıkla ve durup düşünmekle karşılıyor seyircisini. Hem kendinden başka hiçbir şeye benzemeyen hem de hayata karşı rahatsız edici bir tanışıklık hissi barındıran bir dünya burası. Yalnız ve durgun, sessiz ve kararsız.

Tsai Ming-liang pek çok filminde yaptığı gibi Günler’de de birbirine neredeyse hiç temas etmeyen karakterlerin dünyalarından kesitler sunuyor. İki karakterin gündelik hayatlarını, yönetmenin sinemasının alametifarikası uzun ve sabit planlarla izliyoruz. Birbirine anlatısal bağlardan ziyade filmin montaj evreninde yaratılan çağrışımlarla bağlanan karakterlerin kurgusal paralelliğini ketum, suskun bir zaman ve mekân imgelemine dönüştürüyor yönetmen. Kendi dünyalarına yalnızlıkla mühürlenmiş karakterlerin günlük hayatlarından sahneleri uzun planlarla izledikçe çağrışımsal bağlar oluşmaya başlıyor bu anlar arasında. Yönetmenin kariyerinin son döneminde başlattığı ‘Walker’ (yürüyenler) serisinde olduğu gibi diyaloğun hiç kullanılmadığı, karakterlerin tamamen sözü yitirdiği bir gerçeklikte ağırlanıyoruz. Yalnızlığın, temas edememenin, yoksunluğun ve tüm bunların kişide bıraktığı izlerin cisimleştiği bir yer Günler’in dünyası.

Sözün Ötesinde

Karakterlerini sözün tanımlayıcılığından azade kılan film, bir anlamıyla onları zoraki bir bedenselliğe ait kılıyor. Film boyunca bu iki karakterin günlük hayatlarında takip ettiğimiz anların sebatkâr özerkliği kadar bedenselliği ve kişiselliği de bir Tsai Ming-liang filminden beklediğimiz saklı anlamların, derinin altındaki arzuların açığa çıkmasına imkân tanıyor. Uzun uzun izlediğimiz akupunktur seansının, küvetin içindeki berrak suya yatmış bir vücudun, bir yemeğin yapımını neredeyse tensel bir performansa dönüştüren bakışın izinde giden film taze, nefes alan, bedensel bir duyarlılık taşımaya başlıyor. Sözün yittiği yerde bedenin, suyun, duyguların taşıdığı bir yere götürüyor film seyircisini. Aynı zamanda her zaman olduğu gibi sabra, sebata, tefekküre ve meditatif bir rotaya yönlendiriyor yönetmen bizi.

Tsai Ming-liang, karakterleri arasında ardışık paralelliklere başvurduğu birçok filminde yaptığı gibi bu karakterleri bir noktada karşılaştırma biçimini film boyunca biriktirdiği duyguların taşıyıcısı, vurgulayıcısı olarak konumlandırıyor. Orada Saat Kaç’ın (Ni na Bian ji Dian, 2001) başında karşılaştırdığı ve sonrasında bir daha bir araya getirmediği karakterleri o küçük anla birbirine bağlaması ya da Delik’te (Dong, 1998) yalnızca anlatısal olarak değil mimari olarak da paralelleştirdiği komşuları koca bir delikle birleştirmesi gibi, Günler’in suskun, yalnız bedenlerini de tüm filmi belli belirsiz bir anlam askısına asacak biçimde karşılaştırıyor yönetmen. Film boyunca biriktirilen bedensel bakiyeyi, sözün hiçbir kıymet taşımadığı bir anda, suskun bir yüzeyde anlama kavuşturuyor. Birbirine uzak mesafelerden paralel hâle getirdiği yaşamları bir anlığına birbirine bağlayıp, onlara bazı tereddütler bahşederek birbirinden koparıyor. Olayların, ilişkilerin ve yaşananların sonuçlarını değil, yaratamadıklarını, değiştiremediklerini gören bir film Günler. Pek çok Tsai Ming-liang filmi gibi.

Diğer yandan karakterlerini içine hapsettiği yalnızlıkların çarpıştığı yerden sürpriz bir iyimserlik de çıkarıyor Günler. Film boyunca seyircisine durmayı, dinlemeyi, derinin altındaki saklı hisleri duyumsamayı öğütleyen yönetmen, onunla beraber yürüyen eşlikçilerini küçücük anlardaki büyüklüğü hatırlatarak ödüllendiriyor. Hayatın anlamı denilen büyük hakikate yaklaşmanın en küçük anlara duyarlı hâle gelmekle mümkün olabileceğini söylüyor sanki. O nihai aydınlanışın imkânsızlığını da ima ederek. Anlamı manipüle etmek üzerine kurulmuş Batılı anlatı geleneğine bir itiraz olarak büyüyen kariyeri boyunca birçok kez yaptığı gibi hiç beklenmedik bir şekilde, melankolinin içindeki saklı umudu yeşerten bir hisle uğurluyor seyircisini Tsai Ming-liang. İyinin ve kötünün, doğrunun ve yanlışın, anlamın ve anlamsızlığın bir arada yaşadığı bir yer zira burası.


Günler, 9-20 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen 39. İstanbul Film Festivali’nin ‘Filmekimi Galaları’ bölümünde gösteriliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.