Şu An Okunan
Pelin Esmer ile söyleşi: Shakespeare’in Keyfini Çıkarmak

Pelin Esmer ile söyleşi: Shakespeare’in Keyfini Çıkarmak

Arslanköylü bir grup kadın, ‘Kral Lear’ı sahnelemek üzere Toroslar’da turneye çıkar ve yol boyunca tiyatro, hayat, sinema birbirine karışır… Pelin Esmer on dört yıl önce Oyun belgeselinde tanıştığımız ekiple yeniden buluştuğu Kraliçe Lear’ın öyküsünü anlatıyor. Kraliçe Lear MUBI Türkiye‘de yayında.

Bu söyleşi Altyazı’nın 192. sayısında yayımlanmıştır.

Pelin Esmer’in 2005 yılında çektiği, Arslanköylü tiyatrocu kadınların hikâyesini anlatan Oyun’un devamı niteliğindeki yeni belgeseli Kraliçe Lear (2019), Shakespeare’in ‘Kral Lear’ oyunuyla Toroslar’da turneye çıkan grubun yolculuğuna eşlik ediyor. Prömiyerini Saraybosna Film Festivali’nde yapan, Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney ödülü ve SİYAD Cüneyt Cebenoyan En İyi Film Ödülü’nün sahibi olan belgesel, gittikleri köylerde Oyun filmini de gösteren kadınların tiyatroyla kurdukları ilişki üzerinden anlatıcı ve izleyici konumlarını iç içe geçiriyor. Aradan geçen on dört yıl boyunca ekiple iletişimi sürdüren Esmer’le filmin ortaya çıkış sürecini, kameranın varlığının karakterler üzerindeki güçlendirici etkisini ve filmin Shakespeare alıntılarıyla iç iç geçen metninin nasıl şekillendiğini konuştuk.

Kraliçe Lear’daki ekiple bundan on dört yıl önce Oyun’da tanışmıştık. Sizin ekiple ilk tanışma hikâyenizden ve aradan geçen yıllar boyunca onlarla iletişimi nasıl sürdürdüğünüzden bahseder misiniz? Ekiple tekrar bir araya gelme fikri nasıl ortaya çıktı?
Ekiple tanışmam gazetede okuduğum bir haber sayesinde, 2003 yılında oldu. Mersin’de, Arslanköy’de bir tiyatro kurup oyun sahneleyen bu kadınlardan bu şekilde haberdar olmuştum. Haberi okuduktan sonra da otobüse atlayıp onlarla tanışmaya gitmiştim. Birlikte geçirdiğimiz bir-iki günün sonunda, kendi hayat hikâyelerini oynayacakları yeni oyunlarının hazırlık sürecinde onlarla birlikte olabileceğimi ve bu sürecin filmini yapabileceğimizi söylediğimde çok memnun oldular ve hikâye böyle başladı. Sonra Oyun hem Türkiye’de hem de dünyada epey dolaştı, kadınlar da tiyatro yapmaya ara ara da olsa devam ettiler. Hattâ o gruptan iki ayrı tiyatro ekibi çıktı. Ümmiye Hanım (Koçak) kendi tiyatrosunu kurdu ve onunla devam etti; Kraliçe Lear’da göreceğiniz Zeynep, Fatma, Cennet, Ümmü ve Behiye ise Oyun filminden hatırlayacağınız lise müdürü Hüseyin’in (Arslanköylü) de desteğiyle farklı yerlerde zaman zaman oyunlarını sergilemeye devam ettiler. En büyük dileğim buydu, devam etmeleri.

On dört yıl sonra bir araya gelmemiz de şu şekilde oldu: Oyun’dan sonra birlikte bazı festivallere gitmiştik. Hayat ve filmler devam ederken bir araya gelemesek bile, ara ara telefonlaşıp sohbet ediyorduk. Ben yaptığım filmleri anlatıyordum, onlar da yeni oyunlarını, büyüyen çocuklarını ve yeni doğan torunlarını. Hüseyin de bu arada Mersin Büyükşehir Belediyesi Tiyatro ve Sinema Müdürü oldu. İşte Kraliçe Lear da onun görevde olduğu sırada, 2017 yılında ortaya çıktı. Sıcak bir yaz gününde Hüseyin beni aradı ve bu şahane projesinden bahsetti. Arslanköylü beş kadın tiyatrocu ve Mersin Şehir Tiyat-rosu’ndan birkaç oyuncudan karma bir ekip oluşturmuşlar ve en fazla sekiz yüz kişinin yaşadığı otuz ücra dağ köyü seçmişler. Hüseyin buralara Karagöz-Hacivat’ı, köy seyirlik oyunlarını ve Oyun filmini götürmek üzere bir plan yapmış ve belediyeyi de ikna etmiş. Aldığı bir miktar destekle köylere doğru yola koyulmak üzereyken, Oyun filminin gösterim izni için beni aradı. Düşünün, her şey bu kadar kötüye giderken birileri suyun yolunu değiştirmeye kalkıyor. Yolun, suyun zor gittiği yere, hayatlarında tiyatro görmemiş insanlara tiyatro ve sinema götürmeye kalkışıyor… Telefonda Hüseyin’e “Ben de geliyorum” dedim ve üç hafta sonra küçük bir film ekibi olarak peşlerine takılıp tozlu dumanlı yollara düştük. Kraliçe Lear’ın yolculuğu da böyle başladı işte.

Oyun’da köydeki kadınların kendi hikâyelerinden hareketle yarattıkları bir oyunu izliyorduk, buradaysa ekibin sizin öneriniz doğrultusunda uyarladığı Kral Lear’ı izliyoruz. Öte yandan hikâye de kadınların kendi hikâyelerinin ötesine geçiyor ve turne boyunca yaşanan karşılaşmalarla genişliyor. Karakterlerin oyunla kurduğu ilişki zaman içinde nasıl bir dönüşüm geçirdi sizce? Bu dönüşümün filmin anlatısına nasıl bir etkisi oldu?
“Shakespeare’in keyfini çıkartın ama onu kafanıza fazla takmayıp yeni şeyler yaratmak için kullanın. Burada olma sebebiniz kendi cümlelerinizi yazmak” demiş Amerikalı düşünür Emerson. Bu cümle, Adam Philips’in geçenlerde okuduğum bir kitabında karşıma çıktı. Tam da bunu hayal ettim işte Kraliçe Lear’ı yaparken. Shakespeare’in cümleleri, kendiliğinden onların cümlelerine dönüşse dedim. Shakespeare’in “bilgelikten nasibini almadan yaşlanmak çok tuhaf şey” cümlesinin, Fatma’nın on dört yıl sonra tekrar bir araya geldiğimizde çekim sırasında yaşlılıktan ve ölümden bahsederken bir anda sarf ettiği “Arsızlığı da insanoğluna vermiş Allah’ım. Şurada ağlarken, şurada gülüyorsun işte” cümlesiyle zihnimde bir araya gelmesi gibi şeyler beni heyecanlandırıyordu bu filmi yaparken. Ya da “Köşeye yatırıp kapıya baktırmadan Allah canımı alsın isterim” dediğinde iktidarını kaybeden Kral Lear’ı canlandırıyordum gözümde. Ya da şöyle bir soru: Shakespeare’in “Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin,” demesiyle, Zeynep’in uçurumlu yollarda gittikleri sırada “hayatta sadece üç şeyi” kadere bağlaması arasında bir oyun kurabilir miyiz? Tek tek hayat hikâyelerinin ötesinde, işte bu tür şeylerdi beni Kraliçe Lear’da heyecanlandıran. Bunun için de belki bu on dört yılın geçmesi, aradaki o yılların yaşanmış olması gerekiyordu. Onlar için de, benim için de. İnsana, hayata, ölüme, gençliğe, yaşlılığa, iktidara, malın mülkün hayatımızda kapladığı yere, riyakârlığa, dürüstlüğe, bitmek bilmeyen sevilme ihtiyacımıza, ölene kadar test ettiğimiz sevgiye dair bir şeyleri kendi hayat hikâyelerimizin içinden ama onun ötesine geçerek düşünebilmek için ihtiyaç vardı belki bu zamana. Oyun’da odaklandığımız hayat hikâyelerinin içinden geçerek Kraliçe Lear’da hayata ve hayatın içine sızıp bizi sağaltma gücüne sahip olan sanata dair bir film yapmaktı bu kez beni heyecanlandıran; ve tabii ki yolculuk boyunca gittikleri köylerdekilerin de bu oyuna katılması. Emerson’ın dediği gibi Shakespeare’in keyfini çıkartmaları…

Oyunu film boyunca bazen farklı açılardan ve sahnelerden izliyor, bazen de hastanede olduğu gibi sadece dinliyoruz. Karakterlerimiz de kimi zaman oyuncu, kimi zaman anlatıcı oluyorlar. Öte yandan belirli bir kronolojik akış da söz konusu. Filmin hikâyesiyle oyunun hikâyesi paralel ilerliyor. Böyle parçalı ve çok sesli bir anlatı kurmaktaki amacınız neydi?
El kimi zaman lineer kurguya gitse de, montaj boyunca içimdeki ses hep o eli durdurup lineerliği kırmak istedi. Çünkü burada yolculuk fikri hikâyenin önünde. Suyun, yolun zor ulaştığı köylere bu kadınların yıllar önce kendilerine iyi geldiğini keşfettikleri tiyatroyu götürdükleri yolculuk ve bu yolculuk sırasında yıllar içinde kendi iç dünyalarında yaşadıkları değişimi sorguladıkları bir başka yolculuk… Çifte yolculuk. Bu da sıçramalara müsait bir kurgu. Ayrıca bir de bu kadar serbest ve dolaylı bir uyarlamasını yaptıkları ‘Kral Lear’ ile kendi dünyalarında kurdukları kraliçelikleri arasındaki yolculuk var. Shakespeare’in cümlesinden Fatma’nınkine, 16. yüzyıldan 21. yüzyıla, antik tiyatrodan köy meydanına, şehirden köye, köyden şehre, kızlarına mallarını dağıtan kraldan kendi kızlarına dağıtacak malı olmayan kahramanımıza gidip gelmek, bunların arasında bir ağ kurmak daha öncelikliydi benim için. “Sonunda ne olacak acaba?” sorusundansa, “Yolculuk nasıl geçecek acaba?” sorusuna böyle sıçramalı ve katmanlı bir kurgunun daha uygun düşeceğini düşündüm.

Kameranın varlığı karakterlerin hem sahnedeki hem de gündelik hayattaki performansını ve ekip içi ilişkileri nasıl etkiledi? Oyun’la ekibe kazandırdığınız görünürlüğün, karakterlerinizin hayatları ve tiyatroyla kurdukları bağ üzerinde bir etkisi oldu mu?
Oyun ilk tanışmamızdı. Onların da ilk film deneyimiydi. Orada kamerayı benim kullanmış olmam onların daha rahat olmalarını, kameraya değil doğrudan bana konuşmalarını sağladı. Kamera aramızda bir üçüncü karakter gibi olmadı. Oyun’daki tecrübemizi Kraliçe Lear’a taşıdık, bu kez iki kamerayla çalışmamıza rağmen. Ne kendimi, ne kameraları hiç saklamadığım için kartları hep açık oynamaya dair bir davet vardı. Bir yandan da kamera önünde olmanın günümüzde getirdiği gücün farkındaydılar artık. Yer yer bana değil, kameraya yönlendiklerini hissettiğim anlar oluyordu ama Kral Lear’ın kızı Cordelia’yı örnek alıp, açıksözlülük, samimiyet, olduğun gibi olma, ne az ne çok söyleme hâlini yakalayabildik diye düşünüyorum. Çünkü çoğu zaman kendimizden sıyrılıp film boyunca birlikte yaptığımız bu yolculuğa kaptırabiliyorduk kendimizi.

Oyun’da kendi hikâyelerini anlatan ve sergileyen karakterler, daha sonra Kraliçe Lear’da bu performansı ve hikâyelerini beyazperdede izliyor, biz de onları kendi hikâyelerini dinlerken izliyoruz. Anlatıcının ve seyircinin sürekli değişen rollerini bu izleme/izlenme ilişkisi üzerinden nasıl kurguladınız?
Eski fotoğraflarımıza, videolarımıza, bu örnekte olduğu gibi kendimize dair bir filme bakmanın insanın içini hem acıtan hem de o yapıtın bizden daha uzun ömürlü olacağını bildiğimiz için bizi rahatlatan bir yanı var. O yüzden on dört yıl sonra Kraliçe Lear’ın içinde Oyun’u, yani kendi hayat hikâyelerini bir seyirciymiş gibi izlemelerini görelim istedim. Hem geçen yıllara karşı bir hüzün vardı o anda, hem de kalıcılığın ve başarmış olmanın getirdiği bir huzur. İzlenenken izleyen olmak, sonra tekrar öbür tarafa geçmek… Böyle oyunbaz ve çift yönlü deneyimler sinemanın doğasında var kanımca.

Filmin festival yolculuğu nasıldı? Seyircilerden nasıl reaksiyonlar aldınız?
Filmin yolculuğu ilk olarak Arslanköylü ekibin de katılımıyla Saraybosna’da başladı. Cümbüşlü başladı yani. Gelen sorular ve yorumlardan filmin bambaşka dünyalardan insanlara bir şekilde erişebildiğini, hattâ biraz da umut verdiğini hissettim. Adana Altın Koza’da gerçekleşen Türkiye prömiyerindeki yorumlar da benzerdi. Tabii Türkiye’de ayrıca dil avantajı da var, seyirci o yöreye ait deyişler de dâhil olmak üzere her şeyi anladı. Bu da güzel bir artı oldu.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.