Makoto Shinkai Senin Adın’da kırmızı bir iple bağladığı iki gencin hikâyesini anlatırken Japonya’da yaşanan felaketlerin yarasını umutla sarıyor. Merve Çay yazdı.
Orijinal öyküyü günümüze uyarlarken ırk temelli çatışmaya sınıfsal bir bağlam kazandırmayı başaran Steven Spielberg imzalı Batı Yakası’nın Hikâyesi, müzikal görkeminin sinemada hâlâ bir karşılığı olduğunu da gösteriyor.
Kirill Serebrennikov son filmi Petrov Grip Oldu’da gribe yakalanan çizgi roman sanatçısı Petrov’un zihninde gerçekle hayal arasında gidip gelen, öznel, parçalı, tarihin farklı hatırlama biçimleri üzerine düşünen bir yolculuğa çıkıyor.
Todd Haynes, Patricia Highsmith’in 1950’lerde iki kadının aşkını anlatan otobiyografik romanından uyarladığı Carol’da bir aşkı, izlenimler, küçük dokunuşlar ve fotoğraflar üzerinden anlatmayı tercih ediyor.
Luca Guadagnino dört karakter arasında geçen bir cinsel gerilim öyküsü olan Sen Benimsin’de, aşırılıktan korkmayan kamera hareketleri ve capcanlı renk paletiyle imzasını hemen hissettiriyor.
The New Yorker esintili bir dergiyi konu alan Fransız Postası doğası gereği güncelden haber vermesi gereken gazetecilik mesleği ile zamanın donduğu Wes Anderson dünyasının çakışmasından besleniyor.
Julia Ducournau’nun Altın Palmiyeli filmi Titane ‘beden dehşeti’ türünün nadide bir örneği. İnsan olmanın fiziksel ve libidinal sınırları üzerine kafa yoran film, tam anlamıyla bir canavar olan kahramanıyla izleyiciyi ahlaki bir açmaza düşürüyor.
Rebecca Hall imzalı Passing yıllar sonra yeniden karşılaşan iki kadın arasındaki ilişki üzerinden kimlik, ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıf gibi kavramları tartışmaya açıyor.
Tüm filmlerinde toplumsal çatışmalara odaklanan Ken Loach, Ben, Daniel Blake’le ikinci kez Altın Palmiye kazandı. Film, bireyleri öğütmek üzerine kurulu bir sistemin portresini çıkarıyor.
62. Selanik Film Festivali, iki yıldır tüm dünyada yaşanan olumsuzlukların ardından, sinema sevgisinin ve yeniden sinema salonlarında buluşma heyecanın yeniden hissedildiği bir festival oldu. Berna Kuleli yazdı.
Edgar Wright imzalı Dün Gece Soho’da bir yandan korku sinemasının pek çok alttürüne saygı duruşunda bulunurken bir yandan da günümüzle geçmişi eklektik bir yaklaşımla iç içe geçiriyor.
Lin-Manuel Miranda’nın ilk yönetmenlik denemesi tick tick…BOOM!, 90’ların New York sahne dünyasına damga vuran Johathan Larson’a dört dörtlük bir saygı duruşunda bulunuyor.
Joachim Trier’in Altın Palmiye için yarışan filmi Dünyanın En Kötü İnsanı, yirmili yaşlarındaki bir kadının kendini bulma çabasını parçalı bir yapı içinde perdeye taşıyor.
Jackie gibi biyografik filmleriyle tanıdığımız Pablo Larraín, teknik açıdan kusursuz Spencer’da sosyo-politik gerçekleri dışarıda bırakarak tamamen Prenses Diana’nın psikolojik zaaflarına ve çözülmesine odaklanıyor.
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may affect your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.
Any cookies that may not be particularly necessary for the website to function and is used specifically to collect user personal data via analytics, ads, other embedded contents are termed as non-necessary cookies. It is mandatory to procure user consent prior to running these cookies on your website.