Şu An Okunan
Don Kişot’u Öldüren Adam: Don Kişot’a Dönüşmek

Don Kişot’u Öldüren Adam: Don Kişot’a Dönüşmek

Yirmi yıl sonra nihayet çekebildiği Don Kişot’u Öldüren Adam’da Terry Gilliam, farklı kurmaca düzlemlerinin iç içe geçtiği, geçmişle şimdinin birbirine karıştığı oyuncu bir metin kuruyor. 

Hayal gücünün sınırlarını zorlayan distopik bilimkurguların ve fantastik filmlerin usta yönetmeni Terry Gilliam’ın, Cervantes’in modern romanın ilk örneği sayılan başyapıtından esinlenen filmi Don Kişot’u Öldüren Adam, yılan hikâyesine dönen yapım süreciyle nam salmış, hattâ La Mancha’da Kaybolanlar (Lost in La Mancha, 2002) adlı bir belgesele konu olmuştu. Gilliam’ın yirmi beş yıllık zorlu bir uğraşın ardından nihayet tamamladığı film izleyiciye temposu yüksek, eğlenceli, çılgın bir yolculuk vaat ediyor. Okuduğu şövalye romanlarından etkilenerek yarattığı hayal dünyasında yaşayan Don Kişot’un üst sesiyle açılıyor film: “Ben, Tanrı’nın ilahi takdiriyle şövalyelik çağını canlandırmak için dünyaya geldim.” Ardından Don Kişot denildiğinde ilk akla gelen o meşhur yel değirmenleri serüvenini izliyoruz –sadık seyisi Sancho Panza’nın uyarılarına kulak asmayan Don Kişot’un gözüne kötü niyetli devler gibi görünen yel değirmenleriyle savaşını. Çok geçmeden film içinde bir film izlediğimiz ortaya çıkıyor. Gördüklerimiz, devamlı pohpohlanmaktan şımarmış, küstah ve kibirli reklam yönetmeni Toby’nin İspanya kırsalında çektiği Don Kişot uyarlamasından bir sahneymiş meğer. Aslına bakılırsa Toby’nin çektiği ilk Don Kişot uyarlaması değil bu. On yıl önce henüz çiçeği burnunda bir yönetmen adayıyken İspanya’nın Los Suenos (Hayaller) adlı küçük bir köyünde yerel halktan devşirdiği oyuncularla çektiği –‘Don Kişot’u Öldüren Adam’ adını taşıyan– siyah beyaz öğrenci filmi var bir de. Bu film içinde filmler, birbirini yansıtan aynalar misali Don Kişot’u Öldüren Adam’a çok katmanlı bir yapı kazandırıyor. Cervantes’in La Manchalı asilzade Don Kişot’un hikâyesini Mağripli tarihçi Seyyid Hamid Badincani adlı kurgusal bir yazara mal ederek romanda yarattığı üstkurmaca düzlemini Gilliam da filmde yaratıyor böylelikle. Kısacası Gilliam’ın filmi, Cervantes’in romanı gibi farklı kurmaca düzlemlerinin iç içe geçtiği, hayalle gerçeğin, geçmişle şimdinin birbirine karıştığı oyuncu bir metin.

Toby, Los Suenos köyünü ziyaret ettiğinde geçmişte çektiği filmin yankılarının hâlâ dinmediğini görüyor. On yıl önce Toby’nin filminde Don Kişot’u canlandıran Javier adlı ayakkabı tamircisi ne hikmetse o günden beri rolünden çıkamamış, yıllar yılı Don Kişot olduğu sanısına saplanıp kalmış. Okuduğu şövalye romanlarının etkisiyle aklını kaçıran Don Kişot’un akıbetinin edebiyatın insanlar üzerindeki gücünü gösterdiği söylenir. Keza Javier’in akıbeti de sinemanın insanın aklını başından alan büyüsüne delalet ediyor. Dahası şövalye romanlarındaki kurmaca karakterlerden feyz alan Don Kişot’un bizzat kendisi örnek alınan bir modele dönüşüyor Gilliam’ın filminde. Yani Javier’in durumunda ikinci elden bir taklit söz konusu: Zira Don Kişot’un kendisi gezgin şövalye idealinin bir taklidi, bir kopyasıyken Javier Don Kişot’u taklit ederek kopyanın kopyası durumuna düşüyor. Toby’yi görür görmez yıllar sonra çıkagelen seyisi Sancho Panza zanneden Javier ile Toby’nin çıktıkları yolculukta yaşadıkları akıl almaz olaylar da Don Kişot ile Sancho Panza’nın romandaki serüvenlerinin kopyası bir bakıma. Sözgelimi Javier’in şarap tulumlarını dev kafalarına benzeterek kılıcıyla deşmesi, onu kandırıp evine geri götürmek için şövalye kılığına girmiş bir komşusuyla düelloya tutuşması, bir büyüyü bozmak için tahta bir atla gökyüzünde uçtuğunu sanması hep romanda karşılığı olan serüvenler. Toby’nin on yıl önce çektiği filmde Tobosolu Dulcinea’yı canlandıran Angelica ve görkemli şatosunda kostümlü partileriyle şatafatlı eğlenceler düzenleyen Rus bir mafya babasının da dâhil olduğu bu serüvenlerin neticesinde Toby’nin Don Kişot’a dönüştüğünü görüyoruz. Nitekim filmin sonunda yel değirmenlerine saldırma sırası Toby’de artık.

Ne pahasına olursa olsun haksızlıklarla mücadele etmeye, mazlumların imdadına koşup zalimlere haddini bildirmeye ant içmiş Don Kişot’un hayatın gerçekleri karşısında hep yenik düştüğünü gösteren Cervantes’in romanı, şövalyelik kodlarının artık dünyada yeri olmadığını vurgular. İlk başlarda çağın değerleriyle barışık, para ve ün peşinde koşan biri izlenimi veren Toby’nin Don Kişot’a dönüşme hikâyesini anlatan filmse Don Kişotluğun asla ölmeyeceğini ima ediyor. Ne var ki Don Kişot’u Öldüren Adam öylesine klişelerle ve karikatürü andıran karakterlerle dolu ki son tahlilde şatafatlı ama içi boş bir imgeler yığınına dönüşmekten kurtulamıyor: acımasız mafya babaları, paragöz yapımcılar, Angelica gibi şövalyeler tarafından kurtarılmaya muhtaç “iyi” kadınlar, yapımcının karısı Jacqui gibi erkekleri baştan çıkarıp başlarını belaya sokan “kötü” kadınlar… Toby de, kaçık bir ihtiyar olarak resmedilen Javier de, Gilliam’ın Balıkçı Kral’ında (The Fisher King, 1991) Ortaçağ şövalyeleri hakkındaki efsanelerle kafayı bozmuş Parry kadar ete kemiğe bürünmüş karakterler değil. Aksine her ikisi de kabaca çizilmiş birer karikatürden farksız. Oysa Cervantes’in romanında gerek Don Kişot gerek Sancho Panza bütün gülünçlüklerine ve kusurlarına rağmen karikatüre dönüşmezler. Sonuç olarak Gilliam’ın filmi her ne kadar Cervantes’in romanının oyuncu ve çok katmanlı biçimini başarıyla yansıtsa da efsanevi Don Kişot karakterinin yüzyıllardır insanlara ilham veren ruhunu yakalamayı başaramıyor. Don Kişot’u Öldüren Adam yirmi beş yıllık yapım sürecinin yarattığı büyük beklentilerin epey altında kalsa da, yüksek temposu ve etkileyici görselliği sayesinde keyifle izleniyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.