Şu An Okunan
Kuyu: Derindeki Yara

Kuyu: Derindeki Yara

Lee Cronin imzalı Kuyu, atmosfer yaratmaktaki başarısıyla benzerlerinden ayrılan bir psikolojik gerilim.

Son yıllarda İrlandalı yönetmenlerin elinden çıkmış, İrlanda’nın karanlık ormanlarını mesken tutan korku filmlerinde hatırı sayılır bir artış var: Wake Wood (2009), The Hallow (2015), Lanetli Konak (The Lodgers, 2017), Şeytanın Kapısı (The Devil’s Doorway, 2018), Beyond the Woods (2018)… Bu listeye son olarak Lee Cronin’in prömiyerini Sundance’te yapan ilk uzun metrajı Kuyu (The Hole in the Ground, 2019) eklendi. Kuyu, İrlanda’nın küçük bir kasabasında ormanın kıyısındaki kır evine taşınan bir anneyle sekiz yaşlarındaki oğlunun hikâyesini anlatıyor. Taşınmalarının hemen akabinde anne Sarah, ormanın içlerine doğru koşarak gözden kaybolan oğlu Chris’i takip ederken dev bir obrukla burun buruna geliyor. Aslına bakılırsa Kuyu, İrlanda’da geçen, lanetli obruk temalı ilk film değil. “Cehennem seni bekliyor” sloganıyla görücüye çıkan Beyond the Woods’da resmedilen doğaüstü olayların kaynağı da kötü kokular yayan bir obruktu. Atmosfer yaratmaktaki başarısıyla benzerlerinden ayrılan Kuyu, Babadook adlı hayaletin musallat olduğu bir anne-oğlu merkezine alan Karabasan’ı (The Babadook, 2014) anımsatan, ustaca kotarılmış bir psikolojik gerilim.

Kuyu, oğlunun kılığına girmiş bir yaratığın oğlunun yerine geçtiğinden şüphelenen Sarah’nın içine düştüğü paranoyayı konu alıyor. Film, İrlanda’da yaygın bir batıl inançtan esinlenmiş: Ormanda yaşayan perilerin bebekleri çalıp kendi türlerinden biriyle değiştirmek için fırsat kolladığına dair inanç, İrlanda kültüründe çok eskilere dayanıyor. Sarah, oğlunun başına gelenlerle ormandaki obruk arasında bir bağ olduğundan emin. Sarah’nın bir türlü aklından çıkaramadığı obruk, filmin karanlık kalbi âdeta. Kamera kâh havadan çekimlerle devasa obruğu bütün ihtişamıyla gözler önüne seriyor, kâh obruğun kenarlarından kopup aşağıya yuvarlanan küçük toprak parçalarını gösteriyor yakın çekimde. Kendisine şiddet uygulayan kocasından kaçmak için oğluyla birlikte Tanrının unuttuğu küçük bir kasabaya sığınan Sarah’nın içine yuvarlandığı ruhsal çöküntü, bu dev çukurda cisimleniyor sanki.

Aynadan Yansıyan
Sarah’nın yüzünün yakın çekimiyle açılıyor film. Bir travma mağdurunun ifadesi var bu yüzde: kederli, yaralı, tedirgin. Filmin başından sonuna dek Sarah’nın yüzündeki ifade hiç değişmiyor, gitgide daha tedirgin, daha korku dolu bir hâl alıyor sadece. Kamera, Sarah’nın yüzünden uzaklaşıp baktığı yere kesince, bir lunaparktaki sihirli aynaların önünde duran oğlunu izlediğini görüyoruz. Filmlerde ayna, kimlik kargaşasına veya kişilik bölünmesine işaret eden bir motiftir çoğu zaman. Kuyu’da da aynalar çok önemli bir yer tutuyor. Sarah, Chris’in aslında Chris değil, onun kılığına girmiş bir canavar olduğundan aynadaki yansımasını görünce emin oluyor. Ne de olsa filmdeki bir karakterin dediği gibi “aynalar asla yalan söylemez.” Sarah’nın Chris’in aynaların çarpıttığı görüntüsünü izlediği açılış sekansı, ileride olacakların habercisi bir bakıma. Açılış sekansının sonunda Sarah’yla Chris’i deniz kıyısındaki terk edilmiş, ıssız lunaparkın içinde küçücük figürler olarak gösteren uzak plan, hayatta bir başlarına kalmış anne-oğulun yalnızlığını, dış dünyadan yalıtılmışlığını vurguluyor.

Stanley Kubrick’in Cinnet’inde (The Shining, 1980) olduğu gibi Kuyu’nun başında da kamera, ormanlık bir arazinin ortasındaki ıssız bir yolda ilerleyen arabayı havadan takip ediyor. Ama Sarah ile Chris’i taşıyan araba ilerledikçe kamera da dikey eğim kazanıyor, ta ki araba düz bir yolda gitmek yerine bir çukurun dibine iniyormuş izlenimi verene dek. Sonunda kadraj hepten tepetaklak oluyor, gökyüzüyle yeryüzü yer değiştiriyor. Yaşadığı travmatik ayrılığın ardından Sarah’nın hayatının altüst oluşuna bir atıf olmalı bu. Sarah’nın saçlarıyla örttüğü alnındaki yara izi, maruz kaldığı aile içi şiddetin somut kanıtı. Travmaların sinemadaki temsillerini inceleyen bazı eleştirmenler, yara izini travmanın insan ruhuna verdiği kalıcı hasarı görünür kılmaya yarayan bir motif olarak değerlendirir.1 Keza Lee Cronin de Sarah’nın travmatik geçmişi hakkında doğrudan bilgi vermek yerine yara izi motifinden faydalanıyor. Filmde hiç gözükmeyen babanın bahsi sadece bir kere, filmin başında geçiyor, o da Chris babasının neden onlarla birlikte gelmediğini sorduğunda. Velhasıl Kuyu da tıpkı Şeytan (The Exorcist, 1973), Karanlık Sular (Dark Water, 2005) ve Karabasan gibi babanın yokluğunda karanlık güçlerin aileye musallat olduğu korku filmlerinden.

Şüphe Ruhu Kemirir
Filmin başında sevgi dolu bir anne portresi çizen Sarah’nın Chris’e gitgide kuşkuyla, korkuyla bakar hâle geldiğini görüyoruz. Öyle ki odasına gizli kamera yerleştirmeye dek vardırıyor işi. İlk başlarda Sarah’yı kuşkulandıran, sadece bir annenin fark edeceği küçük değişiklikler: Chris’in iştahının açılması, artık örümceklerden korkmaması, okulda rahatlıkla arkadaş edinmesi… Sarah’nın içine asıl kurt düşürense, kendi yaşadıklarının aynısını yaşamış, yani oğlunun artık oğlu değil, onun kılığına girmiş bir canavar olduğuna kani olmuş yaşlı bir kadın. Deli damgası yiyen Noreen adlı bu kadın yıllar önce, kapatıldığı akıl hastanesinden çıkar çıkmaz oğlunu arabayla ezerek onun ölümüne sebep olmuş. Noreen’in gözlerini Chris’e dikip kâhince bir edayla Sarah’ya “o senin oğlun değil” dedikten kısa bir süre sonra şüpheli bir şekilde ölmesi, bardağı taşıran son damla oluyor.

Kuyu’nun başarısı, Sarah’nın akıl sağlığı konusunda bizi şüpheye düşürerek psikolojik gerilimi uzun süre ayakta tutabilmesinde. Tıpkı Amerikalı yazar Henry James’in ‘Yürek Burgusu’ (The Turn of the Screw) adlı romanından uyarlanan The Innocents’ta (1961) olduğu gibi. The Innocents’ta mürebbiyeliğini yaptığı iki çocuğa hayaletlerin musallat olduğuna inanan Miss Giddens’a güvenmeyiz; hayaletler gerçek mi, yoksa histerik bir kadının halüsinasyonları mı, emin olamayız asla. Keza Kuyu’da da –en azından belli bir noktaya kadar– aynı belirsizlik hâkim: Chris sahiden Kehanet (The Omen, 1976) veya The Prodigy’deki (2019) gibi bir “canavar çocuk” mu, yoksa Sarah’ya yatıştırıcı ilaçlar yazan doktorun ima ettiği gibi her şey Sarah’nın hezeyanlarından mı ibaret? Sarah, ‘Capgras sendromu’ adı verilen paranoid bozukluktan mustarip olmasın sakın? Capgras sendromu, tıpkı Sarah gibi, bir yakınının benzeriyle değiştirildiği sanısına kapılan kişilere konan psikiyatrik tanı. Sarah, kocasının birden şiddete meyilli bir zorbaya dönüşmesinin yarattığı şüphe ve güvensizlik hislerini oğluna yansıtıyor olamaz mı? Film boyunca neredeyse her şey Sarah’nın bakış açısını yansıtan öznel planlarla verildiği için emin olamıyoruz bir türlü. Kimi zaman Sarah’nın algısındaki bozulma çekim tekniğindeki değişikliklerle açık ediliyor. Sarah’nın, içinde Chris’in de yer aldığı çocuk korosunun söylediği, bir bataklığın dibindeki çukurdan bahseden İrlanda halk şarkısını2 dinlerken dehşete kapıldığı sahnede olduğu gibi. O vakit Chris’in sesi meşum bir tona bürünüp Sarah’nın kafasında yankılanıyor. Sarah’nın dehşete kapıldığı böylesi anlarda yaşadıkları, bir kâbustaki gibi ağır çekimde veriliyor. Kimi zaman da izlediğimiz sahnenin bir düş sekansı olduğu ortaya çıkıyor sonradan. Chris’in mutfakta “çek ellerini üstümden” diye feryat eden Sarah’ya şiddet uyguladığı sahne de filmin nesnel dünyasına ait değil sanki. Karakterlerin kadraj dışında kaldığı, sadece seslerinin işitildiği bu sahne, Sarah’nın geçmişte yaşadığı aile içi şiddeti anıştırıyor.

Hâl böyleyken neden filmin son bölümünde yaşananlar da Sarah’nın kendi zihninin derinliklerine yaptığı bir yolculuk olmasın? Sarah’nın antik Yunan mitlerinde ölüler ülkesi Hades’e inen kahramanlar gibi obruğun dibine inmesi, Cehenneme Bir Adım’daki (The Descent, 2005) karakterler gibi canavarların mesken tuttuğu, iskeletlerle dolu yeraltı dehlizlerinde sürünmesi sadece hayal belki de. Dokunduğu insanın kılığına giren şekilsiz, suratsız canavarlar da öyle. Kesin olan bir şey varsa o da Sarah’nın yaşadıklarının etkisinden asla kurtulamayacak olması. Her tarafı aynalarla dolu bir evde devamlı oğlunu gözetleyerek, kameraya çekerek yaşarken Sarah’nın yeniden aynı paranoyanın esiri olmayacağı nereden belli? Onun da günün birinde Noreen gibi oğlunu öldürmeyeceği? Filmin kapanış jeneriğinde işittiğimiz, üç aylık bebeğini kalbine bıçak saplayarak öldüren bir anneden bahseden İrlanda halk şarkısı3 kâbusun henüz bitmediğini ima ediyor. Travmaların tekrar etmek gibi kötü bir huyu var çünkü.

NOTLAR
1 Bkz. Nick Hodgin ve Amit Thakkar, “The Scar Motif”, Scars and Wounds: Film and Legacies of Trauma, (Palgrave Macmillan, 2017), 13-25.

2 ‘Rattlin’ Bog’ adlı şarkı

3 ‘Weile Weile Waila’ adlı şarkı

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.