‘Seninle Başım Dertte’nin yönetmeni Pierre Salvadori ile söyleşi

Pierre Salvadori, hikâye anlatmak ve gerçeği yeniden kurgulamak üzerine esprilerle dolu bir komedi olan Seninle Başım Dertte’yle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Kariyeriniz boyunca genellikle suç dünyasında geçen komedi filmlerine imza attınız. Senin Başım Dertte (En Liberté!) de aynı çizgide. Filmleriniz için kara komedi denmesini tercih ediyor musunuz?
Hayır. Ben filmlerimi sadece komedi olarak görüyorum. Fakat biliyorsunuz, en iyi komedilerin bazıları trajik öyküler üzerine kuruludur. Mesela Black Edwards en sevdiğim yönetmenlerden biridir. Özellikle son dönem filmlerinde, örneğin Victor Victoria’da (1982) korkunç bir yoksulluğa tanıklık ettikten sonra ardından gelen sahnede kendinizi gülmekten ölürken bulursunuz. Bu gibi birbiriyle çelişen duyguları aynı filmde, hattâ bazen aynı sahnede ele almak, buradaki çatışmadan mizah yaratmak bana hep cazip gelmiştir.
Farklı duyguları ve belirli bir ağırlığı olan konuları mizahla birlikte ele almaktan bahsettiniz. Bu gibi karanlık temalara giren komedi filmlerinde, mesela Coen Kardeşler’in filmlerinde, yönetmen ve senaristler karakterlere karşı çok acımasız olabiliyorlar. Sizse karakterlerinizi gerçekten seviyorsunuz.
Karakterlerimi asla cezalandırmam çünkü böyle bir şeye hakkım olduğunu düşünmüyorum. Coen Kardeşler’i tenzih ederek söylüyorum, gerçekten çok ilginç ve müthiş yaratıcı yönetmenler fakat söylediğiniz özellikle Amerikan sineması için fazlasıyla geçerli ve bunu hiç sevmiyorum. İnsan bir karakteri sadece onu cezalandırmak, aşağılamak ya da küçük düşürmek için yaratabilir mi? Ya da sadece bir şeylerin acısını çıkartmak, işkence yapmak ve en nihayetinde öldürmek için bir canavar yaratılır mı? Bunu sadistçe ve ahlaken yanlış buluyorum. “İyi” karakterin korkunç şeyler yapmasını meşru kılmak için kötü karakteri kullanmalarını… Bu iyi karakteri bir aziz kılmıyor. Zeki gözükmek için aşırı aptal karakterler yaratılması da beni rahatsız ediyor. Tüm bunlarda edepsiz bir tavır olduğunu düşünüyorum.
Evet, yazdığım karakterleri seviyorum. Onların neyi neden yaptığını, davranışlarını şekillendiren koşulları anlamaya çalışıyorum. Belki de bu yüzden Seninle Başım Dertte’de karakterler birbirlerini yargılamıyorlar. Hattâ birbirlerini kolaylıkla affedebiliyorlar.
Filminizde biçim anlamında yer yer çizgi romanları anımsatan bir tarz var. Özellikle de Adèle Haenel’in canlandırdığı karakterin oğluna babasıyla ilgili hikâyeler anlattığı sahnelerde.
Aslında filmlerimde genellikle klasik bir yönetmenlik anlayışını benimsemişimdir. Bazen kendime çok katı kurallar koyabiliyorum. Karakterlerimi cezalandıramam dedim ama belki de bu kadar kuralcı olmakla film çekerken kendimi cezalandırıyorumdur. Belki de özgürleşebilmek ve kendi yeteneklerinizi kavramak için zaman ve deneyim gerekiyor. Kariyerinizin ileri bir noktasında da kendinize özgürlük tanıyabiliyorsunuz. İşte Seninle Başım Dertte benim için böyle bir film oldu. Özellikle çizgi romanlara öykündüğümü söyleyemem ama farklı türler ve görsel tarzlar arasında gidip geldiğim ve gerçeklik duygusunu kırabildiğim bir film oldu. Aslında filmin adı en başta ‘Remise de peine’dı (Ceza Affı). Fakat daha sonra En Liberté!’nin (Tam karşılığı: Özgür!) daha uygun bir isim olduğuna kanaat getirdim.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde gazetecilik eğitimi alırken, 2000 yılında, Sinema Dergisi'nin kadrosuna editör göreviyle dâhil oldu ve profesyonel sinema yazarlığına başladı. 2009-2013 yılları arasında yazı işleri müdürlüğünü üstlendiği Sinema Dergisi'nde 13 yıl boyunca düzenli yazmaya devam etti. Bugün sinema yazılarına Altyazı ve Milliyet Sanat'ta devam ediyor.