Şu An Okunan
Karen Black Anısına: Çekirgenin Günü

Karen Black Anısına: Çekirgenin Günü

Yeni Hollywood’un unutulmaz oyuncularından Karen Black 8 Ağustos’ta hayatını kaybetti. Black’in parladığı filmlerden biri olan John Schlesinger imzalı Çekirgenin Günü, Amerikan sinemasının gölgede kalmış klasiklerinden biri.

EREN ODABAŞI

Genç aktris Faye Greener’ın (Karen Black) kariyerindeki en büyük başarı, Ali Baba ile ilgili bir filmde harem kızlarından birini canlandırmak. Daha doğrusu çoğu sahnesi çıkarılan filmde sadece şöyle bir görünmek. Yine de stüdyo sisteminin altın çağında yıldız olmak isteyen onlarca kız için çok şey ifade eden bir rol bu. Greener, İngiliz yönetmen John Schlesinger’ın rüyavari ve görkemli bir Hollywood satiri olarak kurduğu Çekirgenin Günü’nün (The Day of the Locust, 1975) ana karakterlerinden biri. Üstelik filmin sürekli beklenmedik yollara yönelen öyküsü, Greener’a çok geçmeden ikinci bir kariyer zirvesi daha sunuyor; oyunculuğu aile mesleği sayan bu hevesli genç kız, Napolyon ile ilgili gösterişli bir epikte rol alıyor. Daha doğrusu sadece görünüyor. Faye’in bir parti sırasında Paramount stüdyosundan önemli bir ismin dikkatini çekmesi de pek uzun sürmüyor. Daha doğrusu Faye yapımcı ile sadece tanışıyor, kısacık bir tanışma bu, iz bırakması hayli zor.

Çekirgenin Günü, işin aslının sonradan ortaya çıktığı bir film. Süresi neredeyse iki buçuk saati bulan, çok karakterli bir öykü anlatan, zamanın en büyük film stüdyolarında geçen, akılda kalıcı ve görkemli sekanslarla kurulmuş son derece iddialı bir film bu. İlk bakışta rahatlıkla söylenebilir ki Çekirgenin Günü göz alıcı bir epik. Fakat işin bir de o kadar da ışıltılı ya da etkileyici olmayan, yıldız adaylarının bir türlü çıkış yapamadığı, ekonomik krizin ve savaşın eğlenceli filmlerle unutulduğu, sömürüye ve bencilliğe dayalı insan ilişkilerinin tüm ışıltıyı söndürdüğü bir boyutu var. Çekirgenin Günü son derece şık ve cafcaflı bir ambalajın ardına gizlenmiş bu karanlık dünyaya dair de bir film aynı zamanda.

Faye bir Hollywood epiğinin ana karakteri olamayacak kadar ‘başarısız’ biri; fakat onu benzersiz bir anti-kahramana dönüştüren yegâne şey bu değil. Faye’in tartışmalı bir ahlak anlayışı var; kendisi için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olan Homer’a (Donald Sutherland) pek iyi davrandığı söylenemez. Homer da Hollywood’un sevdiği film kahramanlarına hiç benzemiyor: Schlesinger çok cesur bir hamleyle öykü akışını en çok etkileyen karakter olan Homer’ı ancak filmin kırk beşinci dakikasında hikâyeye dahil ediyor. Homer’ın din ile ilgili takıntıları, insan ilişkilerindeki başarısızlığı ve sürekli büyük bir patlamanın eşiğindeymiş gibi davranması onu garip biçimde tekinsiz bir karaktere dönüştürüyor. Set tasarımcısı olma hayaliyle stüdyoda çalışmaya başlayan ve Faye’e umutsuz biçimde âşık olan Tod (William Atherton) ise sürekli izleyiciyle birlikte olmasına rağmen kendisine pek bonkör davranmayan bu öyküde yalnızca bir yan karakter. Yani Schlesinger’ın izleyicinin bağ kurabileceği gerçek bir film kahramanı yaratmaktan özenle kaçındığını söylemek mümkün.

Böylesi bir karakter galerisi, Hollywood filmlerinde sıklıkla karşımıza çıkan birkaç tanıdık öykünün de temelini oluşturuyor. Faye, Homer ve Tod arasında klasik bir aşk üçgeni kurulabilir ya da azimli ve yetenekli bir kız olan Faye yaşadığı tüm zorluklara rağmen şöhret basamaklarını teker teker tırmanabilir. Zaten Hollywood’a dair filmlerin önemli bir kısmı dibe vurmuş yeteneklerin keşfedilme ya da yeniden yükselme öykülerini anlatır. Çekirgenin Günü ise bu kolay çözümlere başvurmak yerine karakterlerini sonsuz bir kaosun, ürkütücü kâbusların ve yıpratıcı bir hüsran silsilesinin ortasına yerleştiriyor. Hayal kırıklıklarıyla dolu bu karmaşık dünyayı en iyi betimleyen sahne, Tod’un set tasarımcısı olarak çalıştığı ve Faye’in figüranlık yaptığı Napolyon filminin setinde geçiyor. Kalabalık bir çatışma sahnesinin çekilmesi için kurulan dev savaş alanı seti, üstünde zafer peşinde koşan onlarca kişiyle birlikte yıkılarak yerle bir oluyor. Hatta kimi zaman hayallerini ararken kendilerini bir kâbus içinde bulan karakterlerin hali fazlasıyla somutlaşıyor. Schlesinger bazı sahnelerde David Lynch filmlerini, özellikle de mekânın etksiyle Mulholland Çıkmazı’nı anımsatan bir atmosfer kuruyor. Bedensel engellilerin İsa tarafından tedavi edildiği abartılı ve uzun bir sekansta ve sinema tarihinin en garip cenaze sahnelerinden birinde bu huzursuz edici etkiyi hissetmek mümkün. Filmin bir nevi mahşer tasviri sayılabilecek final sahnesi ise söz ettiğim tüm katmanların; görkemin, kargaşanın, kâbusların, yenilginin bir araya geldiği büyük bir patlama niteliği taşıyor.

Çekirgelerin İstilası
Çekirgenin Günü’nün en ünlü sahnesi olan final bölümü, çok görkemli Hollywood epiklerinin yönetmeni ve yapımcısı Cecil B. DeMille’in Kara Korsan filminin galasında geçiyor. Binlerce kişinin katıldığı bu etkinlik, yıldızları görebilmek umuduyla kırmızı halı çevresinde toplanan çoğu kişi için yılın en şaşaalı günü. Öykünün sonuna geldiğimizde Faye, Tod ve Homer hâlâ kırmızı halının uzağında, uçsuz bucaksız kalabalığın arasındalar. Schlesinger bu parıltılı geceyi de tüm filme sinen abartılı, alaycı ve karamsar üslupla perdeye taşıyor. Bir epiğin galasında geçen bu epik sahnede isimlerini sürekli duyduğumuz yıldızları bir türlü bize göstermiyor, uzun planlar ve hızlı kurgulanmış bölümler arasında gidip gelerek tuhaf bir ritim kuruyor ve beklenmedik bir saldırının ardından her şeyin kontrolden çıkıp gerçeküstü bir boyut kazanmasına izin veriyor. Bir tür kutlama olarak başlayan sekans, sinema tarihinin en ürkütücü ve rahatsız edici kâbuslarından biri olarak sona eriyor.

Aslında Hollywood’un tam bir kurtlar sofrası olduğunu ve pek çok hevesli gencin sinema sektöründe tutunmaya çalışırken hayal kırıklığına uğradığını söylemek kendi başına pek bir ilginçlik taşımıyor. Hollywood’un büyüsüne kendini gönüllü olarak kaptırmış olanlar bile görünenin ardında daha karanlık bir dünyanın yattığını biliyor. Fakat Çekirgenin Günü’nü önemli bir film yapan şey, bu bildik satiri kendi zamanına ve insanlık durumuna dair bir alegori olarak kullanması. Binlerce kişinin katıldığı yıldızsız film galası açıkça ele veriyor ki Schlesinger’ın derdi zaten sona ermiş stüdyo sistemiyle değil, o sistemi güçlendiren ve o sistem sayesinde kendilerini kandıran küçük insanlarla. Filmin politik bir alt metin taşıdığını belli eden başka detaylar da var; örneğin Faye, Ali Baba hakkındaki filmini izlemeye gittiğinde esas filmin ardından güncel haberlerin verildiği bir bülten başlıyor, fakat izleyiciler haberlerin farkına bile varmadan salondan ayrılıyorlar. Filmin geçtiği yıllarda İkinci Dünya Savaşı başlıyor ama hiçbir karakter bu gelişmeden haberdarmış gibi görünmüyor. Dolayısıyla Hollywood’un yarattığı yanılsamanın aslında toplumun tüm katmanlarına yayılmış bir uyuşmuşluğun ve görmezden gelme halinin karşılığı olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında filmin korkunç bir yıkımla sona ermesi de son derece manidar; sanki Schlesinger yalanlar ve boş beklentiler üzerine kurulu bir düzenin sürdürülemezliğine dair bir uyarıda bulunuyor.

Hikâyeyle ilgili kimi noktaları açıkta bırakmaktan çekinmeyen, doğrusal öykü akışını pek umursamayan yapısı ve klasik Hollywood filmlerinde ele alınmayan konulara eleştirel bakışı ile Çekirgenin Günü 70’li yılların Yeni Hollywood akımına ait bir film. Fakat akımın tipik bir temsilcisi de kesinlikle değil. Schlesinger şaşırtıcı bir zıtlıktan beslenerek Amerikan sinemasının iki kutbunu bir araya getiriyor. Tematik içeriği ve öykü anlatımı son derece modern olan bu film, biçimsel anlamda eski usûl kalmayı, daha doğrusu modası geçmiş bir stil anlayışını abartılı ve oyunbaz biçimde kullanmayı seçiyor. Çekirgenin Günü muhtemelen Yeni Hollywood’un klasik Hollywood’la en yakından flört eden filmi. Bu cesur ve özgün birliktelik filme 50’li ve 60’lı yıllarda revaçta olan gösterişli müzikalleri ve epik tarihî filmleri anımsatan bir büyüklük kazandırıyor. Schlesinger önce devasa, demode, ışıltılı ve hantal bir dünya kuruyor; sonra bu dünyaya çatlak duvarlı odalarında önemsiz yaşamlar süren karakterler, baştan kaybedilmiş savaşlar ve beklenmedik ölçüde güncel bir politik duyarlılık enjekte ediyor. Bu bileşimin basit ve pahalı bir gösteri izlemeye gelen genel izleyici kitlesini ya da stüdyo yöneticilerini memnun etmemesi, Yeni Hollywood’un daha iyi bilinen örneklerine aşina izleyicileri ise şaşırtması kaçınılmaz.

İngiliz Dokunuşu
John Schlesinger İngiltere’de çektiği daha küçük ölçekli filmlerle ve stüdyo kalıplarıyla hiç uyuşmayan klasiği Geceyarısı Kovboyu ile tanınan bir isim; yönetmenin Amerikan sinemasıyla ilgili dev bir prodüksiyona imza atması ilginç. Özellikle de Oscar kazandıktan sonra İngiltere’ye dönmeyi tercih ettiği ve Çekirgenin Günü’nden hemen önce neredeyse bir tiyatro uyarlamasını andıran küçük ölçekli bir şahesere, Sunday Bloody Sunday’e imza attığı düşünülürse. Bunun da etkisiyle, Schlesinger filmografisinin daha önceki parçalarında karşımıza çıkan mesafeli, ironik ve karamsar tutumunun izlerini Çekirgenin Günü’nde de görmek mümkün.

Filmin oyuncu kadrosu da benzer şekilde ilk bakışta karakterlerle eşleştiremediğimiz, fakat oynadıkları karakterlere benzersiz bir boyut kazandırmayı başaran isimlerden oluşuyor. Özellikle filmin odak noktası sayılabilecek Faye’i canlandıran Karen Black’in varlığı dikkat çekici. Black aslında Faye gibi bir karakter düşünüldüğünde akla gelecek ilk isimlerden biri değil çünkü aktris, ünlü olmak için her şeyi yapmaya hazır bir genç kızı canlandırdığında otuz beş yaşındaydı ve kariyerinin anaakım filmlerden ziyade önemli yönetmenlerin alternatif çalışmalarıyla ilerleyeceği netleşmişti. Çekirgenin Günü Karen Black’in kariyerindeki en değerli filmlerden biri olarak anılabilir, bunun nedeni oyuncunun tüm filme hakim olan ışıltılı bir karakter yaratmasından ziyade çok abartılı biçimde çizilebilecek olan karakterine anlamlı bir olgunluk kazandırması. Black klasik bir Hollywood güzeli değil fakat izleyicinin dikkatini hemen çeken güçlü bir figür; yalnızca varlığıyla içinde bulunduğu sahnelerin odak noktası haline gelmeyi başarıyor. Bir yandan da Faye’in hayal kırıklığına mahkûm halini ustalıkla sezdiriyor; farklı ve ilgi çekici bir karakter olsa da Faye’in asla büyük bir film yıldızı olamayacağını anlamamızı sağlıyor. Bir bakıma tüm yeteneğine rağmen asla popüler bir Hollywood yıldızı haline gelmemiş Karen Black’in Yeni Hollywood’dan çıkma bir sinema satirinde başrolü üstlenmesi de oldukça manidar; zira bu akımın simge haline gelmiş bir kadın oyuncusu, bir nevi yıldızı varsa eğer; bu yıldızın Easy Rider, Beş Kolay Parça ve Nashville gibi kilit filmlerde rol almış Karen Black olduğunu öne sürebiliriz.

Çekirgenin Günü 70’ler Amerikan sinemasının gölgede kalmış, hakkı yenmiş klasiklerinden biri. Sürekli izleyici beklentileriyle oynayan ve ilk bakışta yarattığı beklentinin aksi istikamette ilerlemeyi seçen bir film bu. Dolayısıyla zaman içinde Barton Fink’ten Mulholland Çıkmazı’na pek çok başyapıta ilham kaynağı olmuş olsa da Çekirgenin Günü’nün neden ikinci planda kaldığını anlamak oldukça kolay. Ancak Schlesinger’ın belki de en zorlayıcı ve iddialı çalışması olan filmi yeniden keşfetmek için pek çok neden var. Çekirgenin Günü yalnızca nefes kesici sinematografisi, göz alıcı setleri, şık kostümleri ya da oyuncuların unutulmaz performansları için değil; sinema dünyasına ve çevremizdeki karanlığı görmezden gelebilmek için pek değer verdiğimiz avuntuların, yalanların kırılganlığına ve gülünçlüğüne dair söyledikleri için de mutlaka keşfedilmeli.

ADI GEÇEN FİLMLER
Mulholland Çıkmazı (Mulholland Dr., 2001)
Kara Korsan (The Buccaneer, 1938)
Geceyarısı Kovboyu (Midnight Cowboy, 1969)
Sunday Bloody Sunday (1971)
Easy Rider (1969)
Beş Kolay Parça (Five Easy Pieces, 1970)
Nashville (1975)
Barton Fink (1991)

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.