Şu An Okunan
Murat Özer’in Ardından: Kahkahası Ömre Bedel

Murat Özer’in Ardından: Kahkahası Ömre Bedel

Murat Özer

9 Mart’ta kaybettiğimiz Murat Özer otuz yılı aşkın süredir çeşitli mecralarda kaleme aldığı yazılarla eleştirmenlikte âdeta yıldızlaşmış, son derece titiz ve üretken bir yazardı. Bunun da ötesinde her daim etrafa neşe saçan bir insandı ‘Mözer’, bulunduğu her ortamda çekim merkezi hâline gelirdi.

Sevgili dostum, ağabeyim Murat Özer’in hayattaki yolculuğunu bir başka fenomen eleştirmene, Roger Ebert’a benzetiyorum. Sadece hayatını filmlere adamasıyla değil, özgürlüğe verdiği değerle, bulunduğu ortamda her zaman çekim merkezi olmasıyla, herkes tarafından sevilmesiyle, üretkenliğiyle, kaleminin kıvraklığıyla, zekâsı, çalışkanlığı, titizliğiyle, mesleğine duyduğu saygı ve sevgiyle… Roger Ebert’ın kendi adına bir festivali vardı. Murat Özer’in kendi adına bir festivali yoktu belki ama her festivali bir kahkaha festivaline dönüştürme kabiliyeti vardı. Her ikisinin de yolu bir dönem televizyonda sinema programlarından geçmişti. Ve ne yazık ki, hayat yarışında finiş çizgisini göğüslemeleri de birbirine benzedi. Roger Ebert gibi Murat Özer’i de, ‘Mözer’imizi de kanser bizden aldı. 

Roger Ebert’ın hayat hikâyesini anlatan Hayatın Kendisi’ni (Life Itself, 2014) izlediyseniz, film eleştirmenliğini hakkıyla ve hakkaniyetle icra etmenin nasıl bir adanış, nasıl bir tutku, nasıl bir merak duygusu gerektirdiğini görmüşsünüzdür. Bu, her yönüyle özveriye, yalnızlığa ve karanlık salonlara adanmış bir hayattır. Karşılığı olup olmadığı tartışmalı, yalnızca film sevgisi üzerinden akıp giden bir meşgaledir bu. Murat da 56 yaşına kadar alıp verdiği nefes boyunca filmlere adanmış bir hayat yaşadı. Bırakın film eleştirmeni olmayı, filmlerle biraz tutkulu ilişkisi olan bir sinemaseverseniz, Hayatın Kendisi’nin finalinde gözyaşlarınıza mani olmanız imkânsızdır. Nitekim ben olamamış, hüngür hüngür ağlamıştım. Bu adanmışlığın sonu böyle mi olmalıydı, diyerek… Şimdi aynı gözyaşlarını Murat için döküyorum…

Bir film eleştirmeninin öldükten sonra şöyle bir şansı vardır bence: Sevdiği filmleri de kesinlikle yanında götürüyordur! Filmlerle dolu geçen bir hayatın sonunda sizi illa ki bekleyen son buna benzer bir sondur. İzlenmiş binlerce film, yazılmış yüzlerce yazı, okunmuş yüzlerce kitap hep ne içindir? Birileri filmlere dair yorumlarınızı okusun ve kafasında bir pencere açılsın diye… Murat da, tıpkı Roger Ebert gibi, suya yazı yazmaktan farksız bu işi yıllarca, üstelik hayli popüler kılarak, âdeta film eleştirmenliğinde bir yıldıza dönüşerek yapmıştı. Ta ki kanser onu yakalayıncaya kadar.

Roger Ebert’ı da çok kıskanan olmuş muydu bilinmez ama Murat’ı sinema yazarları arasında ben dâhil kıskanmayan olduğunu sanmıyorum. Bu kadar çekim merkezi olan, bu kadar etrafına neşe saçan, bu kadar sevilen bir insanı kıskanmamak mümkün mü? Bu kadar üretken, bu kadar titiz, bu kadar zeki bir film eleştirmenine her meslektaşının gıptayla bakmaması mümkün mü?

Sığınılacak Liman

Ben Murat Özer’i biraz geç tanıdım. 1990’ların ortalarında üniversitedeyken yazılarını keşfetmiş, imzasını bellemiştim elbette. Lakin kendisini tanımam için biraz daha vakit gerekecekti. 90’ların sonlarında Mehmet Açar ve Cem Altınsaray beni Sinema Dergisi’ne tıfıl bir muhabir/editör olarak çağırdıklarında, özellikle basın gösterimlerinde o zamanların duayen film eleştirmenleriyle yavaş yavaş tanışmaya başlamıştım. Ne var ki, Murat Özer ortalarda yoktu! Sorup soruşturunca askerde olduğunu öğrenmiştim. Kazandığı üniversiteyi bitirmediği için de tam 18 ay boyunca askerde olacaktı. Gelgelelim, döndükten sonra da çok yakından tanıyamadım onu. İlk elde soğuk gelen bir yapısı vardı. Ben de benim gibi dışarıdan soğuk görünen insanlarla buzları hemen eritemediğim için onunla samimileşmemiz zaman almıştı. Sonra 2003’te bu sefer ben askere gittim ve ustam diyebileceğim iki eleştirmen ağabeyim, Mehmet ve Murat sanki benim askere gitmemi beklemiş gibi, o ara peşi sıra evlendiler. İkisinin de düğününe katılamamıştım! 

Murat Özer
Müzeyyen Bedel Yalçın, Burçin S. Yalçın ve oğulları Uzay’la birlikte.

Birkaç yıl sonra Sinema Dergisi’nden ayrılıp FİLM+ isimli bir sinema dergisi çıkarmaya başladığımda, Murat’tan da yazı alma şerefine nail oldum. Her zaman disiplinli oluşuyla nam salsa da, bir keresinde ondan beklediğim bir futbol filmleri dosyasını geciktirdiği için (o sıralar Digiturk Dergi’nin genel yayın yönetmeniydi ve muhtemelen dergiyi bağlayıp matbaaya yolladıktan sonra benim ısmarladığım yazıya girişmişti) o sıralar dergiyi hazırladığımız grafik tasarımcıyla gerildiğimizi hatırlıyorum. O yazı yüzünden az kalsın biz de derginin baskı gününü kaçırıyorduk!

Sonrasında Empire Dergisi’nde yolumuz kesişti. İş disiplinine orada daha yakından tanık oldum. Ardından da uzun soluklu Arka Pencere maceramız geldi. Yaklaşık on yıl benimle birlikte bir dünya yazar ve editörü bu bilâbedel macera boyunca peşinden sürükledi. Lider yönünü SİYAD’a başkanlığı döneminde yaşattığı altın çağdan zaten biliyordum ama bir insana, bir mesai arkadaşına gözü kapalı güvenmenin ne demek olduğunu ben en net o Arka Pencere günlerinde onunla çalışırken öğrendim. Bir detayı ben veya başka bir arkadaşımız atlasak Murat’ın atlamayacağından o kadar emindim ki… Hayatta bir insanın böylesine rahat sırtını yaslayabileceği birine sahip olması o kadar müthiş bir duyguydu ki… Tam anlamıyla sığınılacak limandı Murat…

Bugün onun gidişiyle birlikte kahkahasının yanında en çok özleyeceğim şey verdiği bu güven duygusu. Çoğu zaman etrafımızdakilere laf olsun torba dolsun kabilinden söylediğimiz “İyi ki varsın” lafı en çok onun için geçerliydi. İyi ki vardı ve o var olduğu sürece de ben kendimi hep tuhaf bir şekilde güvende hissedecektim. Eminim, onun varlığının verdiği huzuru duyumsayan başka meslektaşları ve dostları da vardı. Gidişiyle birlikte o güven duygusu da olmayacak artık bende.

Gidişine hâlâ akıl sır erdiremiyorum. Aramızdan ayrıldığını bir türlü idrak edemiyorum. Bir yerlerdeymiş, şen şakrak hâlleriyle birilerini eğlendiriyormuş gibi geliyor. Bir hastalığın onu alıp götürebileceğini hiç hayal edemezdim. Böyle kahkaha atan bir adama bunu yapan hayat, bize ne yapmaz ki! 

Rosebud

Ah o ömre bedel kahkahası… Onun olduğu bir ortamda onun kahkahasından bir saniye filan sonra ben de gürültülü bir kahkaha patlatmaktan geri duramazdım. Pek çok seveni gibi, ben de en çok onun o bulaşıcı kahkahasını özleyeceğim.

Tıpkı onun gibi, ben de geç sayılabilecek bir yaşta baba oldum. 2019 yazında Uğur Vardan’la yaptıkları, herkesin uzaktan, sosyal medyadan eminim tatlı bir haset duygusuyla takip ettiği bu uzun soluklu Ege gezisi sırasında Kuşadası’na da uğramışlardı. Ben orada değildim ama eşim Müzeyyen ve oğlum Uzay’la harika bir akşam geçirmiş, bir hayli eğlenmişlerdi. Uzay’ın Murat ve Uğur amcalarının kucağındaki hâlleri görülmeye değerdi. Uzay’ın Murat amcasını tanıyamayacağını bilmek şu an beni derinden yaralıyor.

Bir de elbette Hayat var. Murat’ın uzun yıllar sonra kucağına aldığı kızı Hayat. Böyle harika bir babadan uzak kalacak olması hayatın Hayat’a attığı büyük bir kazık, büyük bir haksızlık…

Murat Özer
Murat Özer’in Antrakt’taki köşesi Rosebud.

Yıllar önce Murat’ın Antrakt Sinema Gazetesi’ndeki köşesinin adı Rosebud’dı. Yurttaş Kane’den (Citizen Kane, 1941) mülhem bu sözcük, filmi izleyenler anımsayacak, kahramanımız Charles Foster Kane’in ölmeden önce ağzından dökülen son sözcüktü. “Hayat” da hep Murat’ın Rosebud’ı olarak kalacak!

Murat yaz yaz bitmez, ne yazsanız yetmez bir adamdı. Bu yazı da olmaz, yetmez, biliyorum. Paylaştığımız onca anı ve duyguyu tek bir yazıya nasıl sığdırabiliriz ki? Sanki yegâne ilaç bu acıyla yüzleşmemek için Sil Baştan’daki (Eternal Sunshine of the Spotless Mind, 2004) gibi hafızamızı sildirmek. Gerçi o durumda bile bana evinde hazırladığı kahvelerin tadını unutacağımı sanmıyorum.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.