Şu An Okunan
Dogman: Günah Keçisi

Dogman: Günah Keçisi

Son filmi Dogman’de Matteo Garrone, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin mirasını western türüyle harmanlayarak günümüze taşıyor.

Matteo Garrone’nin son filmi Dogman, elinde olmadan bir suç ve şiddet sarmalının içine yuvarlanan yumuşak başlı, munis bir köpek bakıcısının hikâyesini anlatıyor. İtalya’nın en büyük mafya yapılanmalarından Napoli merkezli Camorra’nın kanlı içyüzünü gerçekçi bir üslupla perdeye taşıyan Gomorra’yla (2008) adını duyuran Garrone, Yeni Gerçekçilerin mirasını devralan yeni kuşak İtalyan yönetmenlerden. Sözgelimi Gomorra’nın belgesel estetiğini andıran üslubu ve parçalı, epizodik yapısı, Roberto Rossellini’nin Hemşeri’sinden (Paisa, 1946) izler taşır. Masalların Masalı’nda (Il Racconto dei Racconti, 2015) gerçek hayattan uzaklaşıp masallar âleminde gezinen Garrone, Dogman’de suçun ve şiddetin kol gezdiği İtalya’nın yoksul kenar mahallelerine geri dönüyor. Dogman, yönetmenin tabiriyle “şehirde geçen bir western.” Sahiden de güçlünün güçsüzü ezdiği, yasaların hiçbir hükmünün kalmadığı, Vahşi Batı gibi kanunsuz bir yerde geçiyor film. Çürümeye terk edilmiş hayalet kasabaları andıran, yıkık dökük, harabeye dönmüş binalarla dolu, sokakları hep vıcık vıcık çamurla kaplı, deniz kıyısındaki bir mahallede. Öyle ki T.S. Eliot’ın ‘Çorak Ülke’ şiirindeki gibi Dogman’de mekân, uygarlığın yıkıntıları arasında, çorak bir ruhsal iklimde yaşayan insanların hâletiruhiyesini yansıtan bir metafor sanki.

Gomorra’nın aksine Dogman’in merkezinde ne organize suç örgütleri, ne mafya babaları ne de gangsterliğe özenen gençler var. Sıradan insanı merkezine alan, karakter odaklı bir film Dogman – Garrone’nin Biri Bizi Gözetliyor formatında bir reality şova katılma arzusu zamanla akıl sağlığını tehdit edecek boyutta bir saplantıya dönüşen bir balık satıcısının trajikomik öyküsünü anlattığı kara komedi Gerçeklik (Reality, 2012) gibi. Cannes’da kazandığı En İyi Erkek Oyuncu ödülünü sonuna kadar hak eden Marcello Fonte’nin canlandırdığı Marcello, Dogman adlı mütevazı bir köpek kuaförü işleten, karısından boşanmış, kızına son derece düşkün, ufak tefek, çelimsiz bir adam. Ek gelir elde etmek için torbacılık yapan Marcello, kazandığı parayla çok sevdiği kızını dalış gezilerine çıkarıyor. Köpeklerle iletişim kurmakta Marcello’nun üstüne yok. Birçoğu kendisinden daha iri, dört ayaklı, tüylü müşterilerine daima şefkatle yaklaşıyor, ağzından salyalar saçarak hırlayan en vahşi köpekleri bile tatlı sözlerle yola getirmeyi beceriyor. Istırap, hüzün ve daha birçok farklı duyguyu bir arada barındıran yüz ifadesi ve mahcup gülümsemesiyle Marcello mahallede sevilen biri. Düzenli olarak futbol oynadığı diğer esnaflarla kurduğu dostane bağlar Marcello için bir hayli önem taşıyor. Herkesle iyi geçinmeye özen gösteren Marcello için aidiyet, temel bir ihtiyaç besbelli. Bu aidiyet duygusunun kaybının Marcello’yu ne denli sarstığını filmin sonunda görüyoruz.

Marcello, mahalle sakinlerine korku salan kokain bağımlısı Simone adlı zorbayla âdeta bir köle-efendi ilişkisi içinde. Sırtında Uncle Sam yazan montuyla serseri mayın gibi ortalıkta dolaşıp önüne gelene sataşan, hırsızlık ve haraç dâhil her türlü yasadışı işi çeviren Simone’nin karşısında Marcello, kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış küçük bir köpek kadar savunmasız. Öte yandan Marcello’nun vahşi bir hayvanı andıran insan azmanı Simone’ye korkuyla karışık bir hayranlık beslediği de aşikâr. Öyle ki Simone’nin zorbalığından yaka silken mahalleli aralarında para toplayıp bir tetikçi tutarak ondan temelli kurtulmaya bakarken yaralı Simone’yi ölüme terk etmeye Marcello’nun gönlü elvermiyor. Gerek kişilik özellikleri gerekse dış görünüşleri bakımından birbirine taban tabana zıt iki karakteri merkezine alan Dogman, Garrone’nin önceki filmlerinden The Embalmer’ı (L’imbalsamatore, 2002) akla getiriyor ister istemez. The Embalmer, kısa boyuyla çevresindekilerin alay konusu olan, ellili yaşlarındaki tahnit ustası Peppino ile onun saplantılı bir arzu beslediği, boylu boslu, yakışıklı, genç Valerio arasındaki cinayetle sonuçlanan ilişkiyi konu alır. Üstelik The Embalmer’da olduğu gibi Dogman’e de baştan sona karanlık bir atmosfer ve her an şiddete evrilmeye hazır, sinir tırmalayan bir gerilim hâkim. Ne de olsa Dogman de The Embalmer gibi üçüncü sayfa haberlerine konu olan gerçek bir cinayetten esinlenmiş. Başından itibaren Yeni Gerçekçilik akımına yakın duran, toplumsal gerçekçi bir film hissiyatı veren Dogman, son yirmi dakikasında farklı bir istikamete saparak şiddet dozu yüksek bir intikam filmi havasına bürünüyor. Filmin başarısı, sonundaki kanlı hesaplaşmayı iki karakter arasında gittikçe tırmanan gerilimin doğal bir sonucu olarak sunabilmesinde. Aksi takdirde Dogman’in Yeni Fransız Aşırılığı filmlerine yaraşır finali, hikâyenin organik bütünlüğünü bozup inandırıcılığını zedeleyebilirdi. Marcello’nun dükkânında dip dibe sıralanan kafeslerin içindeki köpekler, filmin sonundaki kanlı hesaplaşmanın sessiz tanıkları oluyor. Köpeklerin yakın çekimde gördüğümüz hayret dolu bakışları, insanın hiçbir canlıyla kıyaslanamayacak bir şiddet potansiyeline sahip olduğunu ima ediyor.

Dogman’i, faşizmin sıradan insanların hayatında yarattığı tahribatı anlatan bir alegori olarak yorumlayanlar var. Zorbayla kurban, ezenle ezilen, efendiyle köle arasındaki ilişkinin alegorisi olarak. Sürekli aşağılanıp horlanan, tehditlerle sindirilen Marcello’nun onurunu kurtarmak için giriştiği intikam, sıradan insanın faşizmle imtihanını temsil ediyor olabilir mi sahiden? Yönetmenin dediğine bakılırsa Dogman, karşı karşıya kaldığı şiddet yüzünden masumiyetini yitiren barışçıl bir adamın öyküsü. Kuşkusuz Marcello’nun yıkıma sürüklenmesinde hatalı tercihlerinin de büyük payı var. Menfaat beklentisi, korku ya da kör sadakat, Marcello’nun Simone’ye biat etmesine sebep olan her neyse yıkımına zemin hazırlayan da o. Öte yandan Marcello’yu bir başına bırakan mahalle sakinleri de hiç masum değil. Mahallede kimsenin karşısında durmaya cesaret edemediği zorbaya haddini bildirmek, kala kala içlerindeki en zayıf, en savunmasız kişiye kalıyor. Son tahlilde Marcello, sadece mahalle sakinlerinin değil, Simone gibi suçluları cezalandırmayan bozuk toplumsal düzenin, kısacası tüm toplumun günahlarının bedelini ödüyor. Filmin sonunda hayalle gerçeği ayırt edemez hâle gelen Marcello, hem metaforik hem de gerçek anlamda toplumun günahlarını sırtlanan bir figüre, bir günah keçisine dönüşüyor. Gomorra ve Gerçeklik ile Cannes’da iki kez üst üste Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan Garrone’nin son filmi, bireysel olanla toplumsal olanın iç içe geçtiği, bir yandan son derece gerçekçi öte yandan bir mesel kadar alegorik bir hikâye anlatıyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.