Şu An Okunan
Gerçek Ötesi: @grok, bu belgeselin ne kadarı gerçek?

Gerçek Ötesi: @grok, bu belgeselin ne kadarı gerçek?

Dünyada tamamı yapay zekâ teknolojisi ile üretilip ticari gösterime giren ilk film olan Gerçek Ötesi, sadece bu etiketle bile sinema tarihine geçebilecekken çok daha fazlasını yapıyor ve bu kaynağı ne zamandır gerçeğin kendisi yerine versiyonlarıyla dans eden belgesel türünü omuzlarından sarsmak için kullanıyor.

Bu filmin menziliyle ilgili bilmeniz gereken birkaç şey var. Bir sonraki ekran kaydırma mesainizin ortasında, ansızın beyninizde şimşek gibi çakan birkaç Gerçek Ötesi (Post Truth) karesi yüzünden bir anlığına keyfiniz kaçabilir. Elektrik kaçağı olan bir alete dokunduktan sonra vücudunuza yayılan birkaç saliselik titreme gibi. Biri fotoğraf makinesinin flaşını birdenbire yüzünüzde patlatmış gibi. Rüyanızda canınızı sıkan bir haber almışsınız da şimdi ne olduğunu hatırlamıyormuşsunuz gibi. Dişinizin arasında kalan o incecik kılçık gibi. Bir süreliğine can sıkıcı ama hayatınızın akışını değiştirecek kadar değil. Alışkanlıklarınızı değiştirecek kadar hiç değil. Ama uygunsuz zamanlarda bilinçaltınızın satır aralarından size meydan okumaya devam edecek. Tyler Durden’ın aile filmlerinin arasına yerleştirdiği porno karesi gibi. Kışkırtıcı, gürültülü ve iddialı.

Oysa bunların hiçbirini bilmeden oturuyorsunuz koltuklara. Filmin üzerindeki “yapay zekâ” etiketini hangi beklentilerle karşılamanız gerektiğinden pek de emin değilsiniz. Bu belgeselin diğerleri gibi bir “hikâye akışı” olacak mı, gerçek olmayan kişiler gerçek olmayan bir konuyu mu masaya yatıracak, yapay zekâ teknolojisinin vardığı en üst noktanın görselleştirilmiş hâlini mi izleyeceksiniz, bu bir “görsel şölen” mi olacak yoksa dolaylı bir ürün reklamı mı? Nihayetinde bu tahminlerin hiçbiri tutmuyor. Gerçek Ötesi deneyimini tek bir cümlede özetlemek gerekirse, siz en iyisi, toplu bir hipnoz seansına katıldığınızı farz edin. Yapay zekâ konusu bir yana, en son ne zaman bir belgesel tarafından hipnotize edildiniz? 

Derdini anlatmaya başladığı andan itibaren hedef tahtasına yerleştirdiği bugünün insanına zevkle patronluk taslayan bir film bu. Sözlerini törpülemiyor, kibrini göstermekten çekinmiyor ve en önemlisi ortaya saçtığı bilgi bombardımanı sırasında silahındaki mermileri yenilemeye hiç ihtiyaç duymuyor, çünkü mermileri hiç tükenmiyor. İçinde bulunduğumuz sahte gerçeklerin çağında, uykunuzun en güzel yerinde fısıldayacakmış gibi kulağınıza yaklaşan birinin “Artık beynini kullanmaya başlasan mı?” diye haykırdığını hayal edin. Kan ter içinde uyanıp Grok’a sorar gibi kendinize sorarsınız belki: “Ne kadarı gerçekti?”

Gerçek Ötesi, patlamaya hazır bir bomba hissi uyandırması itibarıyla, Adam Curtis belgesellerinden ilham alan bir metin yükü taşıyor. Yönetmen Alkan Avcıoğlu’nun kendisi gibi dünyaca ünlü bir yapay zekâ sanatçısı olan Gizem Avcıoğlu’yla (nam-ı diğer Vikki Bardot) birlikte yazdığı bu metin; uyarıcı, asap bozucu, geveze, yorucu ve bir parça da alaycı. Bu kurusıkısı olmayan metnin, birbirinin içine geçen görüntülerle, adeta kişiliği olan güçlü bir müzikle ve kendini dinleten bir dış sesle birleşmesi, filmin yukarıda bahsi geçen hipnotik seviyeye çıkmasına sebep oluyor. Filmin başarısı, seyirciyi 102 dakika boyunca bu seviyede tutabilmesinden çok, derdini anlatmak için en doğru zemini ve yöntemi bulmasıyla bağlantılı. İzlediğimiz görüntülerin, duyduğumuz müziğin ve dinlediğimiz dış sesin gerçekte var olmamasının yarattığı yabancılaştırıcı etkiyi, insanlığa dair ortaya sürdüğü kendinden emin yargıları taşa kazımak için kullandığını görüyoruz. Çünkü bu yöntemle anlattığı her şey daha soğuk ve kesin bir “gerçekliğe” işaret ediyor gibi görünüyor. Algıyla oynamaksa, dibine kadar.

Sonradan ortaya çıkıyor ki, çoğunlukla bilinçaltımızla eşlik ettiğimiz, seri bir anlatının etkisi altına girmişiz. Film tüm talepkâr görünüşüne rağmen, aslında seyirciden baştan sona gözünü kulağını dört açmasını beklemiyor. Yani kendi derdiyle kafayı bozmuş ama buna rağmen kendini putlaştırmıyor. Zaten her biri ayrı bir afiş sloganı niteliğindeki cümlelerle dolup taşan böyle bir metni henüz dinlerken dahi ana hatlarıyla akılda tutmak, kafamızda oluşan yargıları düzenli bir bütün hâline getirmek, bu derste sözlüye kalkıp anlı şanlı bir A+ almak mümkün değil. İyi ki de değil.

Gerçek Ötesi, teknolojiyle aramızdaki efendi-köle ilişkisini anlatırken verdiği örnekler, öne sürdüğü olaylar ve kurduğu metaforlarla yakın geleceğin bile değil, gümbür gümbür bugünün distopyasını inşa ediyor. Bilginin kanıtlanabilirliğinin ortadan kalktığı, gerçeğin her an ve her şekilde bükülebildiği, sahte gerçekliğin el üstünde tutulduğu, uzman görüşlerinin geçerliliğini yitirdiği, teyit edenlerin de teyit edilmek zorunda olduğu, insanların ekranlarını sadece kendilerininkine benzeyen kişi ve fikirlerle doldurdukları, nereye baksalar sadece kendilerini gördükleri bir dünyayı anlatıyor. İndirgemeden yapamadığımız, bütünü görme yetimizi kaybettiğimiz, kategorilere ayırmadan anlamadığımız, ölçülebilirliğin müridi olduğumuz bir dünyayı. En önemlisi de tüm bunların farkında olduğumuz ama yine de bir parçası olmayı seçtiğimiz bir dünyayı. Yani bugünün dünyasını. Sosyoloji, felsefe, sinema, psikoloji, siyaset bilimi, ekonomi, tarih gibi disiplinleri tek potada eriten böyle çok yönlü bir anlatının, tüm anlatıcı kibrini bir kenara bırakırsak, seyirciye kendisini dışarıdan görebilme özgürlüğü kazandırması az şey değil. Ama gürültülü bir uyanış yaşayacağınızı filan sanmayın sakın. Hipnozdan uyandığınızda, bilinçaltınız fırsat buldukça iradenize kafa tutacak. Ve belki birkaç küçük taş yerinden oynayacak. Aşağı yukarı bu kadar. Yalnız, filmin balyoz etkisi yaratan finalini bu varsayımın dışında bırakmak zorundayız. Bu final, biraz da hipnozdan uyandırma işareti yerine geçiyor ve birkaç taştan fazlasını oynatıyor doğrusu. Finalde dış ses, 16. yüzyılda insanların durmadan dans etmesine neden olan, gizemli bir salgından bahsetmeye başlıyor. Bu sahnenin etkisi, elbette hikâyenin kan dondurucu gerçekliğinden ve fondaki sarsıcı müzik çalışmasından besleniyor ama asıl olarak 16. yüzyıl kıyafetleri içinde kendilerini tüketircesine dans eden insanların görüntüsünü bugüne bağlayan köprünün kurulmasıyla gafil avlanıyoruz. Edilgen durumda da olsa başrolünde oynadığımız bir filmden sarsılmış bir şekilde çıkmak, en hafif tabirle sersemletici.

Dünyada “ilk” olmanın belgesel türüne yansıması

Gelelim tüm bu ilklerin yaratacağı yankıya… Evet, ilklerin içinin boşaltıldığı bir çağda, Gerçek Ötesi büyük bir ilkin filmi. Dünyada tamamı yapay zekâ teknolojisiyle üretilmiş, ticari gösterim şansı bulan ilk uzun metrajlı film. Hâliyle bu alandaki ilk belgesel. Geçmişte basın bültenlerinde rastladığımız “Türkiye’nin ilk kuantum filmi”, “Türkiye’nin ilk gerçek zamanlı filmi”, “Türkiye’nin ilk gizem filmi” gibi tabirlerin saçmalık seviyesinde bir “ilk” değil bu elbette. Bugün için konuşmak gerekirse; yapay zekâ teknolojisinin sinema alanındaki varlığı neredeyse tamamıyla olumsuz, bolca tartışmalı, sınırları anlaşılmaz, kulaktan kulağa yayılan bölük pörçük bir dedikodu gibi muğlak ve baştan sona sadece farz edilir hâlde. İşte bu kaynağı kendisinden hiç beklenmeyecek bir zihin jimnastiği için kullanma fikri, hatırı sayılır güçte bir ilk. Bundan 15-20 yıl sonra çıkacak sinema kitaplarında kendine ait bir bölüm oluşturacak bir ilk. Eğer bu teknolojiyle kurmaca bir ticari film yapılsaydı, mesela bir bilimkurgu filmi, bir romantik komedi ya da bir korku filmi izleseydik, sinema kitaplarında bir tam sayfayı garantileyeceğinden bile emin olamazdık doğrusu. Çünkü daha önce nasıl hazırlandığını çok iyi bildiğimiz zahmetli bir yemeğin çok daha ucuza mal edilen, mikrodalgaya atılmaya hazır versiyonu o kadar da büyük bir iştah yaratmayabilir. Aslına bakılırsa yakın gelecekte karşımıza çıkan yapay zekâ ürünü filmler muhtemelen biraz da böyle olacak. Mikrodalgaya atılmaya hazır, bir paket hazır pizza gibi. Daha ucuza mal edilen her şey gibi mutlaka alıcısı olacak ama bu, gerçek pizza hamurunun tadından vazgeçeceğimiz anlamına gelmiyor.

Gerçek Ötesi’nin bir öncü olarak kendinden sonra geleceklere açtığı yol, bu hikâyenin olası gidişatını hatırı sayılır ölçüde değiştirmiş olabilir. Hem belgesel türü için hem de bütünüyle yapay zekânın sinemadaki başlangıç noktası için. Çünkü herkesin kolayca ulaşabileceği bir mikrodalga pizzası olacakken, karnını tıka basa doldurmakla ilgilenmeyen seyirciler için bir tadım menüsü olmayı tercih ediyor. Sahteyi gerçekmiş gibi göstermek yerine, ona başka türden bir öz gerçeklik kazandırıyor. Bu öyle bir kurgu ki, sahte görüntüleriyle aslında gerçeğin ta kendisini anlatırken, izlediklerinizin gerçekliğini sorgulatmaktan her an zevk alıyor. Peki neden belgesel? Aslında tam da bu tezat yüzünden. Ve bir de, sahtenin gerçekliğinin gerçek sandığımız şeyden daha gerçek olduğunu disiplinlerarası bir eksende açıklayan bu koca essay-filmi, başka bir türe sığdırmanın zaten mümkün olmamasından. Ayrıca yapay zekâyı malzeme edinip onu kutsallaştırmamanın tek yolu da belgesel türünden geçiyor galiba. Filmin, yapay zekânın bugün çok ince süzgeçlerden geçmiş gibi pazarlanan ahlak filtrelerinin aslında üçüncü dünya ülkelerinin ucuz iş gücüne dayandığını açıklayan bölümü özel ilginizi hak ediyor.

Yönetmen Alkan Avcıoğlu, bu teknolojiyi belgesel türünün kalıplarını yıkmak için bir araç olarak kullanıyor, çünkü gerçekten de ortaya sürdüğü önermeyi kanıtlamak için bundan daha uygun bir malzeme bulamaz. Bu filmle ilgili en beklenmedik şeylerden biri, yapabildikleri üzerinden baştan sona gövde gösterisi yapan yapay zekâ teknolojisini söylem itibarıyla herkesin ve her şeyin daha üstüne yerleştirmeme olgunluğu. Filmin bu teknolojinin hangi şartlarda geliştiği, dahası neye evrileceği konusunda ufuk açıcı fikirleri var ve elbette bize gül bahçesi vadetmiyor. Uzun yıllar film eleştirmenliği ve film dağıtımcılığı gibi sinemanın bambaşka alanlarında çalışmış olan yönetmen, belgesel türünün en büyük kozunu kaybettiğini düşünüyor: Gerçek. Kurmacaya öykünerek seyir zevkini yükseklerde tutmaya çalışan tüm o çarpıcı belgesellerin, süssüz gerçeği muhafaza etmekle ilgilenmeyip seyircinin algısını yönetme hırsına kapıldığı doğru. Belgesel türü, içinde bulunduğumuz bu fazla hesaplı çağda var olmaya devam edebilmek için kurmacanın kanatları altında palazlanmakta buldu çareyi. Seyirciye heyecanlı bir akış içinde anlatılan o hikâyenin ne kadarının o belgeseli daha da parlatmak için yeniden yaratıldığı daima meçhul, ancak işin bu kısmını sorgulamayı tercih etmiyoruz çünkü belgeseller bu hâlleriyle çok daha ilgi çekici. İşte her şey hikâyeleştirilirken çıplak gerçeğin suçlu çocuklar gibi bir köşede beklediği bu dönemde, Gerçek Ötesi, belgesel türünde gerçek görüntülerle gerçeği aktarmanın artık imkânsız olduğunu kabul ediyor. Ve sahte görüntülerle anlatılan gerçeğin, her şeyden daha gerçek olabileceği fikrini sürüyor ortaya. Sloganında belirtildiği gibi: “Gerçek dünya hakkında sahte bir film” bu. Çünkü duygu mühendisliğinin gücüyle dönen, dikkat süresinin köpeği olmuş bir dünyada gerçeği belgelemenin başka bir yolu yok.

Gerçek Ötesi’ni izlerken birçok cümleyi not etmek isteyebilirsiniz, çünkü filmin, öne sürdüğü her iddialı tespiti slogan formatında öğütmek gibi bir huyu var. Ancak bilgi aktarma hızı dolayısıyla, muhtemelen bu sloganların bir-iki tanesi aklınızda kalacak. Filmi birçok kez izleyip istediğiniz sloganı not ettiğiniz, uzun uzun uzaklara baktıran finalini tekrar tekrar izlediğiniz, kapanış jeneriğinde listelenen film göndermelerini ayrı ayrı yakalamayı başardığınız, “Her bildirim Orson Welles!” diye sayıkladığınız ideal bir dünya da mümkün elbette. Siz yeter ki isteyin. Bu filmi sinemada deneyimleme işini kolektif bir deney olarak kabul edebilirsiniz. Bütünü algılamaya körleştiğimiz bir zamanda, bilinçaltınızın filmin neresine tutunacağını görmek, emin olun, çok acayip olacaktır. Özellikle başka izleyicilerin sizinkinden farklı rotalar benimseyeceğini öngörürsek… Hikâyenin okuyucunun aktif kararlarıyla ilerlediği o eski çocuk kitaplarında gezinmek gibi. Neydi ismi? Choose Your Own Adventure (Macera Tüneli). “Bir belgesel, gerçekmiş gibi pazarlanan ancak sahte olduğu anlaşılan bir görüntüyü mü kullanmalıdır, yoksa aynı görüntünün yapay zekâ ile üretilen versiyonunu mu?” Maceranızı seçin. Eğer ilkini seçtiyseniz filmin birinci dakikasına dönüyorsunuz. İkincisini seçtiyseniz kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.


Gerçek Ötesi, 11 Temmuz’da Başka Sinema salonlarında gösterime girecek.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.