Kız: Trajedinin Reddi
Cinsiyet uyumlama sürecine başlamış olan ve bu dönemde girdiği prestijli bale okulunda başarılı olmaya çalışan on beş yaşındaki Lara’yı takip eden Kız, başından sonuna trans öykülerindeki kalıplardan uzak duruyor.
Trans karakterlerin toplumsal yapı içinde kendilerini var etmeye ve çevrelerine uyum sağlamaya çalışmalarının, öyle ya da böyle bir geçiş sürecindeyken bedensel değişimlerini istedikleri gibi yönetme çabalarının, sosyal engellere ve psikolojik çalkantılara karşı verdikleri mücadelenin sinemada son derece ağdalı, dramatik öyküler üzerinden anlatılmasına alışığız. Hele bir de kahramanımız gençse ve ergenlik çağının sancılarıyla boğuşuyorsa, çoğu kez ruhsal bunalıma odaklanan, içinde toplum baskısını, fiziksel şiddeti, tacizi/tecavüzü barındıran anlatılarla karşılaşıyoruz. Anlatı bu kalıplar üzerine kurulu olunca da genellikle ya trajik bir sona (öldürülme, intihar) varıyor ya da mesaj kaygısının ağır bastığı beylik bir kahramanlık hikâyesine (tüm engellerin aşılması, zorlu mücadeleler sonucu topluma/çevreye kendini kabul ettirme) dönüşüyor. Belçikalı Lukas Dhont’un bir gazete haberinden ilham alan ilk uzun metrajı Kız (Girl) çok aşındırılmış bu yolları takip etmek yerine ölçülü anlatımıyla, soğukkanlı yaklaşımıyla kendi rotasını çizen bir film.
Cinsiyet uyumlama sürecine başlamış olan ve bu dönemde girdiği prestijli bale okulunda başarılı olmaya çalışan on beş yaşındaki Lara’nın çevresinde, filmin en başından itibaren geniş bir destek ağı görüyoruz. Taksi şoförlüğü yapan basit bir adam olan babası Mathias, kızına elinden gelen desteği veriyor. Aralarındaki iletişim kanalları her zaman açık değil belki ama yanında olduğunu sürekli hissettirmeye çalışıyor Lara’ya; gerek eğitimi ve hayalleri konusunda, gerekse içinden geçtiği zorlu tıbbi süreç konusunda. Sadece babası değil, geniş ailesinin fertleri de Lara’yı bir kız olarak kabul etmek konusunda transfobik önyargılara kapılmışlarsa bile, tüm bunları çoktan geride bırakmışlar belli ki. En azından, Lara’nın aynı zamanda bir sonraki aşamaya geçişini müjdeleyen on altıncı yaş günündeki tablo buna işaret ediyor. Bunun yanında okul yöneticilerinden öğretmenlerine, cinsiyet uyumlama sürecini yakından takip eden doktorlarından her seansta özenli sorularla ona destek olmaya çaba gösteren psikoloğuna, hayatındaki hemen herkes Lara’nın fiziksel ve ruhsal sağlığını gözeten bir yaklaşım içinde. Öyle ki, sosyal anlamda Lara’nın görünüşte en büyük sorunu, hem baleye diğerlerine göre geç başlamasından hem de bedensel yapısından dolayı sınıf arkadaşlarının düzeyine ulaşabilmek için çok fazla çaba göstermesinin gerekmesi, bu anlamda kendini yeterli hissetmemesi.
İstisnai durumlar da yok değil: Sınıfındaki kızlardan biri, bir ev partisinde onların arkadaşlığına layık olduğunu kanıtlamak adına penisini göstermesini istiyor ondan. Fakat ağır bir duygusal şiddet içeren bu örnekte bile, Lara’yı bir kız olarak kabul etmemek ya da küçük düşürmek gibi bir amaçtan ziyade ergenliğin getirdiği o gaddarca merakın etkisi hissediliyor. Nitekim gerek derslerde ya da yemekhanede, gerekse bale provalarında Lara’nın dışlandığına, düşmanca bir tavra maruz kaldığına tanık olmuyoruz. Küçük ayrıntılarla alttan alta fark edilen bir ayrımcılık elbette var ama yine de yasaların trans bireyin haklarını gözettiği, sosyal hayatın transfobiden görece arınmış olduğu “medeni” bir toplumsal çerçeve çiziliyor.
Kız’ın kuvvetli yanı da burada: Lukas Dhont’un filmi, kâğıt üzerinde toz pembe görünen böylesi bir tabloda bile trans bireyin aşması gereken çok fazla sosyal ve psikolojik zorluk olduğunu ortaya koyuyor. Ailesi tarafından sevilse de, toplumsal açıdan kabul görse de, hayalindeki kariyerin ilk adımlarını atabilse de, nihayetinde ergenlik çağında bir çocuk Lara. Her provada penisini saklamak için kullandığı bandajlar, diğer kızlarla birlikte duş almaktan kaçınması, bir türlü büyümeye başlamayan memeleri, doktorların hormon dozajının arttırılmasının henüz mümkün olmadığını söylemesi psikolojik olarak çok yıpratıyor onu. Bu sürecinin psikolojik baskısı büyüme sancılarıyla birleşince de giderek dayanılmaz bir düzeye ulaşıyor. Babasının ya da doktorlarının ‘sabırsızlık’ olarak tanımladıkları ve zamanla geçeceğini umdukları şey, esasında Lara’nın taşıdığı bu yükün kaldırılması imkânsız hâle gelmesiyle ilgili.
Bu açıdan bakıldığında sarsıcı finali, Kız’ı yukarıda bahsettiğimiz konvansiyonel anlatıların trajik ya da hamasi sonlarından ayrı bir yerde konumlandırıyor. Lara’nınki bir çaresizlik ve yenilgi hikâyesi değil, tam tersine kahramanın ipleri eline aldığı, hata da yapsa kendi yolunu çizmeyi seçebildiği bir öykü. Ve her şeyin sonunda onu bir trajedi ya da bir “ceza” değil, tehlikeli kararlar aldığında bile yalnız bırakılmayacağı, sevilmeye, destek görmeye devam edeceği bir gelecek bekliyor. En azından filmin son karesi, izleyicide bu duyguyu uyandırıyor. Başından sonuna trans öykülerindeki kalıplardan uzak duran Kız, finaliyle de sertliğinden ve gerçekçiliğinden ödün vermeden umut ve cesaret aşılıyor.
1980’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde Psikoloji eğitimi gördü, Bilgi Üniversitesi’nde Kültürel İncelemeler yüksek lisansı yaptı. 2003 yılında katıldığı Altyazı’da çeşitli görevler üstlendikten sonra 2015-2022 arasında Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştı. Ulusal ve uluslararası festivallerde SİYAD ve FIPRESCI jürilerinde yer aldı. 2022'de Berlin Film Festivali'nin Panorama bölümünün seçici kuruluna katıldı.