Love, Death & Robots: Ortaya Karışık
David Fincher ve Tim Miller’ın çok farklı tür ve biçimleri bir araya getiren Love, Death & Robots dizisi, şiddet, seks ve tuhaflık dozu yüksek on sekiz kısa animasyondan oluşuyor.
Fatma Cihan Akkartal
David Fincher, en az on yıldır gündeminde olan fakat klasik televizyon için epey marjinal kaçan Heavy Metal uyarlaması projesini Netflix’te hayata geçirdi. Yönetmen, yayına başladığı 1977’den bu yana bilimkurgu ve fantazi çizgi romanı tarihinde önemli bir yeri olan Heavy Metal dergisinden bahsederken, “Heavy Metal olmasaydı Blade Runner olmazdı, muhtemelen Alien da olmazdı” diyordu.1 Kült çizgi roman dergisinde yayımlanan öykülerden esinlenen, şiddet, seks ve tuhaflık dozu yüksek on sekiz kısa animasyondan oluşan Love, Death & Robots antolojisi, “izlemesi kolay, unutması zor” sözleriyle tanıtıldı. Kısa filmlerin her birinde “şoke edici bir detay”, bir spektaküler unsur ve Alacakaranlık Kuşağı (The Twilight Zone) ya da Black Mirror’da olduğu gibi şaşırtmacalı bir son bulunuyor ama öykülerin tümünün kayda değer olduğunu söylemek zor. Love, Death & Robots çevrimiçi TV platformları arasındaki rekabetten doğan iddialı antoloji projeleri2 arasından, tanıdık metaforlara yaslanan öykülerinin çarpıcılığından ziyade yaratılan görsel şok etkisiyle ve pek çok bölümde her şeyden önce işlem gücünü yücelten bilgisayarlı animasyon tekniğinin günümüzde geldiği noktayı sergilemesiyle sıyrılacağa benziyor. ‘Tanık’ ve ‘Şanslı 13’ gibi bölümler örneğin, izleyeni her şeyden çok animasyonun nasıl yapıldığını düşünmeye itiyor. Love, Death & Robots, üç boyutlu animasyonun gelip dayandığı yeni fotorealizm ufkunu, hem ‘tuhaf kurgu’nun3 hem de “adult” içeriğin hizmetine sunuyor. Dizi, örneğin ‘Gizli Savaş’, ‘Aquila Yarığının Ötesi’, ‘Sonnie’nin Avantajı’ gibi bölümlerde tür anlatılarını, bugüne dek daha çok gamer’ların hemhâl olduğu bir estetikle ve animasyon teknolojisiyle televizyonda buluşturmuş oluyor.
Yapımı Oscar ödüllü animasyon stüdyosu Blur’ün kurucusu Tim Miller’ın yönetiminde gerçekleşen antoloji hem erotizm anlayışı hem de felaketin eşiğinde veya kıyamet sonrası, ama her durumda tılsımı kaçmış dünyalara has ambiyansı açısından Heavy Metal dergisiyle ve o dönemin yeraltı çizgi roman ya da comix kültürüyle akraba. Heavy Metal dergisinden konular ve karakterler, animasyon mecrasına ilk olarak 1981’de Heavy Metal filmiyle taşınmıştı. Bu ilk film sekiz bölümden oluşuyordu, her bir bölümü tıpkı Love, Death & Robots’taki gibi ayrı sanatçılar ve stüdyolar hazırlamıştı, sonuç yine eklektik olmakla birlikte bölümler arasında hem dünya görüşü hem de tavır bakımından bir bütünlük sezmek mümkündü. Heavy Metal, parçalarının toplamından büyüktü. John Scalzi, Alastair Reynolds gibi yazarların öykülerinden uyarlanan Love, Death & Robots ise izleyeni uyuşturan bir stiller, ifade biçimleri ve türler geçidi, üstelik ses verdiği anksiyeteler, fantaziler ve eğilimler en az bünyesinde barındırdığı türler ve biçimler kadar “ortaya karışık”.
Love, Death & Robots’ın başka bir yumuşak karnı belki Heavy Metal’den devraldığı bir tavır; dramatik bir fonksiyonu olmayan seks sahneleri, çıplaklık ve en nihayetinde şiddetin ve dramatik gerilimlerin odak noktasına ağırlıklı olarak kadın bedenini yerleştirmesi. Siyaseten doğruculuğun norm olmadığı bir döneme, erken 80’lere dair bir nostalji, yer yer cinsiyetçi aranjmanların arkasından göz kırpıyor. ‘İyi Avlar’da İngiliz istilası altında sanayileşmekteki Çin’de bir huli jing, bir nevi succubus, zorla robotlaştırılan bedeninde yapılan modifikasyonlar ve endüstrinin yarattığı kirlilikten ötürü şekil değiştirme yetisini kaybediyor. Pozitivist bir dünya görüşünü temsil eden kolonici, kapitalist beyaz adamın, kolonileştirdiği topluma zulmü illa ki kadın bedeni üzerinde sergileniyor. Huli Jing, intikam saikiyle doğaüstü güçlerini mekanik güç ile değiş tokuş ediyor. Love, Death & Robots, ‘İyi Avlar’da olduğu gibi ‘Sonnie’nin Avantajı’nda ya da ‘Yardım Eli’nde de kadınlara bir güç atfetmeden önce onları kurbanlaştırıyor, onlara dünyaya ancak şiddet ve seks biçiminde geri vermelerine izin verdiği bir pathos yüklüyor. İlk izleyişte narkotik etkisine sahip olan ‘Tanık’ta, bir zaman döngüsünde sürekli tekrarlanmakta olan bir cinayet söz konusu. Bu cinayete sırasıyla hem tanık hem kurban hem de fail olan striptizci kadının sıkışıp kaldığı sonsuz döngü, kaçarak da savaşarak da kurtuluşun mümkün görünmediği, kısır bir şiddet sarmalı. ‘Tanık’, karamsar bir feminist tespite benzemekle birlikte her şeyden çok travmatik bir deneyimi travmatik bir görsellikle aktarma çabasıyla öne çıkıyor.
Tuhaf Kurgunun Sularında
Drakula’nın, kurt adamların da boy gösterdiği Love, Death & Robots’ta, eldritch abomination (menfur garabet) olarak bilinen tuhaf kurguya özgü canavarlarla da sıkça karşılaşıyoruz. En çok takdir toplayan bölümlerden biri olan ‘Aquila Yarığı’nın Ötesi’, rotasından şaşırtıp evden uzağa gönderdiği uzay gemisinin kaptanını, yalnızlık çeken bir menfur garabetin insafına bırakıyor. Öyküsü itibariyle orijinal Star Trek dizisinin bir bölümü de olabilirdi fakat Star Trek evreninde kaptanın hapsolduğu simülasyon gezegeninden, canavarın pençesinden kurtarılmadığı bir senaryo düşünülemezdi.4 Burada ise dönülmez yerin eşiğinden atlayan uzay kaptanının öyküsü, örneğin Marslı (The Martian, 2015) ya da Yıldızlararası (Interstellar, 2014) gibi iyimser örneklerin aksine, bilimkurgunun karamsar, meşum weird bir damarından anlatılıyor. Kozmik dehşet ile bilimkurgu unsurlarını birbirinden ayırmayan tuhaf kurgu, yazıldığı dönemde bugünkü kadar takdir ve rağbet görmemiş olan öykülerin yazarı H.P. Lovecraft’ın alamet-i farikası. Müreffeh bir ailenin kötü zamanlarında doğmuş olan Lovecraft’ın modern topluma ve yüzyıl sonu/yüzyıl başı döneminin çalkantılarına dair korkuları ve güvensizlikleri, sınıfsal ve ırksal ayrımları güç hiyerarşisi içinde anlamlı bulan muhafazakâr bir dünya görüşünü beslemişti şüphesiz.5 Love, Death & Robots’ın ‘Suits’ bölümünde, Lovecraft’ın dünyasında da belirgin olan motifleri, istilaya uğrama fantazisini ve sınırların ihlallerinden kaynaklanan çatışmaları bulmak mümkün. Bir koloni gezegende yerleşimci çiftçiler, ev yapımı, silahlı, mekanik kıyafetler kullanarak istilacı uzaylılarla savaşıyorlar. Hollywood’da Amerikan istisnacılığının nişanesi olarak ‘tepenin üzerindeki şehir’ anlatısını kolaylıkla destekleyebildiği görülmüş olan, muhafazakâr hassasiyetlere ve şüphesiz, yüzde 35’i kırsal kesimde yaşayan, kişisel silahlanmadan bağımsız bir güvenlik kavramına inanmayan, yabancı düşmanlığından çeşitli seviyelerde mustarip Trump seçmenine hitap etmesi beklenen bir öykü. Gerçi sonunda ortaya çıkan gerçek, ABD’nin tarihini de hesaba katınca ironik olarak yaklaşılabilecek bir bilgi; esas istilacı taraf, gezegenin yerlileriyle çarpışmakta olan, yerleşimci çiftçilerdir.
Tuhaf sularda yüzen, hem doğaüstü ve hem de noir sınır ihlali öyküsü ‘Gizli Savaş’ta, işlediği suçun ilk kurbanı olan, hırslarına kapılmış “vatansever” bir gizli polis tarafından açılan cehennem ağzından çıkagelen ifritlerin, hesapların aksine Sovyet Rusya’nın yanında Nazilere karşı çarpışmayacakları ortaya çıkıyor. Tuhaf kurguda çokça işlenen bir tema olarak sınır ihlali; yani çoğunlukla fiziksel bir sınırın insanı ve onun tasarılarını hiç önemsemeyen varlıklar tarafından aşılması ‘Gizli Savaş’ta da söz konusu. Tuhaf kurguda çokça karşılaşıldığı gibi, aynı zamanda, bu varlıklara bir noir hassasiyetle yaklaşmaya davet ediyor öykü. Ahlaki açıdan gri bir alan var burada; kimin “iyilerden yana” kimin “kötücül” olduğunu söylemek kolay değil. ‘Gizli Savaş’ta aynı zamanda Nazilerin okült savaş faaliyetlerine dair klişe isabetli biçimde İkinci Dünya Savaşı Sovyet Rusya’sına aktarılmış; cehennem boyutlarında süper asker arayan, kara büyüye başvuran, insan kurban eden Nazi subayının yerini Sovyet gizli polisi alıyor. İfritler sonunda savaş uçaklarının yaygı bombardımanına yenilecek gibi görünüyorlar. ‘Gizli Savaş’ ve ‘İyi Avlar’da olduğu gibi, makinelerin hâkimiyet alanında doğaüstüne yer olmadığını söyleyen bir diğer bölüm, Afganistan’da görev yapan Amerikan donanması mensubu kurt adamların ayrımcılık mağduru olduğu ve sonunda hayatta kalan tek kurt adamın pasif agresif bir isyanla donanmadan yürüyerek ayrılıp, kendisini dışlayan dünyayı yerli yerinde bıraktığı ‘Şekil Değiştirenler’.
Robotların Şafağı
Taş üstünde taş kalmamış bir dünya, John Scalzi’nin bir öyküsünden uyarlanan ‘Üç Robot’ bölümünde karşımıza çıkıyor; insanın dünya üzerinde hâkimiyetini kaybetmesinden çok sonra, kıyamet sonrası şehrinin “antik” kalıntılarını gezen turist robotlar, insana büsbütün yabancılar. Turistik bakış açısı gülünç bir yabancılaştırma efekti yaratıyor. Güldürüye malzeme verdiği kadar dehşete de malzeme veren bir yabancılaştırma bu; varlık amacını ve kendi yaratılışının koşullarını kavramış olan robotların neredeyse evrime benzer bir düz çizgide varlığını sürdürmesi, mekanize yapay zekâyı yaratan insanlığın ise nereden geldiğini ve nereye gittiğini anlamadan ortadan kalkması, bugün olasılıklar kümesine pekâlâ dâhil. Robotların insana ve –kendileri hariç– insanın “eser”lerine anlam verememesine yol açan ayrım, insanın kendi ölümlülüğüyle ilişkisini akla getiriyor.
‘Aquila Yarığı’ öyküsünün yazarı Alastair Reynolds’ın aynı adlı hikâyesini temel alan ‘Zima Mavisi’nde, insan ile makinenin arasındaki bu uzlaşmaz farka dikkat çekiliyor. Şaşırtıcı biçimde bir sanatçı olarak karşımıza çıkan yapay zekânın “evrimini” tamamlayıp kendini geri sarma, insanoğluna ait bitimsiz bir kendini inşa etme faaliyetine karşılık kendini sökme isteği insana ne kadar yabancıysa, Ressam Zima’nın “eser”lerinin ortasında duran geometrik mavi alanlar da yaptığı resimlere o kadar yabancı duruyor. Zima’nın belleğinden geri gelen bir veri, metafora dönüşmeye ihtiyaç duymadan sanata duhul ediyor. ‘Zima Mavisi’, politik olarak sağa meyleden, insanı “yükseltmek” isteyen transhümanist eğilimlerin, yapay zekâda olmayabileceğini düşünmeyi, “yaratıcısına” karşı kızgın olmayan bir yapay zekâ tahayyülü teklif ediyor. Tek bir basit görevi mükemmelen yerine getirmenin zevkine hasret kalan Zima’yı, insanoğlunun “barok” iç dünyası anlayabilir, kavrayabilir mi? Bu sorunsal Love, Death & Robots’ta, Zima’nın kendini makine olarak gören bir insan mı yoksa insan olarak gören bir makine mi olduğu sorusuna, yani olsa olsa bir kimlik meselesine indirgendiğine göre, ilerlemeci ideolojilerin Zima’yla esas imtihanının vakti henüz gelmemiş demek. Yapay zekânın şafağı sökmekteyken, insanın yakın gelecekte her türden makineyle kurmayı tahayyül ettiği ilişkilere, animasyonun sağladığı görsel imkânları sonuna dek kullanarak yer yer muhafazakâr, yer yer ümitvar bir tavırla bakıyor Love, Death & Robots.
Notlar
1 Joey Paur, “David Fincher is Talking About His ‘Heavy Metal’ Film Project”, son güncelleme 3 Nisan 2019, <bit.ly/2uLkHFE>
2 Amazing Stories’den The Twilight Zone’a, örnekler çoğaltılabilir.
3 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıktığı kabul edilen, fantazi, bilimkurgu, korku unsurlarını uzlaştıran ve insanoğlunun kendisi ve çevresi üzerindeki hâkimiyetinin ve iktidarının kırılganlığını vurgulayan edebî tür.
4 Orijinal Star Trek dizisinde, 1966 yapımı The Menagerie I ve II bölümlerinde işlenen konuya oldukça benziyor.
5 Kırk dokuz yaşında ölen H.P. Lovecraft ancak hayatının son dönemlerinde, iyiden iyiye yoksullukla mücadele eder hâldeyken Roosevelt’in ve sosyal devlet anlayışını benimseyen New Deal’ın destekçisi olmuştu.
1985'te İstanbul'da doğdu. Yayıncılık sektörünün çeşitli alanlarında çalıştı, çalışıyor. Sinema yazarı ve popüler kültür eleştirmeni olarak 2004'ten bu yana çeşitli matbu ve online mecralarda sinema ve popüler kültür eleştirileri yazıyor.