Şu An Okunan
Cannes Günlükleri 2021 #1: Annette, Ahed’s Knee ve Tout s’est Bien Passé

Cannes Günlükleri 2021 #1: Annette, Ahed’s Knee ve Tout s’est Bien Passé

Annette

Geçtiğimiz yıl düzenlenemeyip bu yıl da geleneksel zamanından iki ay ileriye kaydırılan Cannes Film Festivali nihayet 6 Temmuz akşamı, Leos Carax imzalı Annette’in gösterimiyle başladı. Festivalin ikinci günündeyse François Ozon ve Nadav Lapid’in yeni filmleri izleyici karşısına çıktı.

Bu yıl Cannes Film Festivali’ne katılan herkes âdeta Macarena Dansı’nı andıran bir kontrol döngüsünü aklına kazımış durumda: Maske, jel, akreditasyon kartı, aşı sertifikası ya da negatif test sonucu şeklinde sıralanan ve gün içinde sayısız defa tekrarlanan bu jestler bilinçsizce yapılmanın eşiğine gelse de burnun altında unutulmuş bir maskeye, eline jel sıkmayan birinin peşinden koşan güvenlik görevlisine rastlamak hâlâ mümkün. İnsanlığımızı kaybetmediğimizi ve uzun bir aradan sonra insanlar arasında olduğumuzu fark etmek gerçekten harika. Artık yeni insanlarla çakmak değil de fazla maske ricası üzerinden tanışsak da hâlâ sosyalliğimizi koruduğumuzu görmek çok güzel. Ama Cannes’ın film endüstrisini âdeta kast sistemine ayırdığı rengârenk kartlarını tekrar görmek o kadar da güzel değil! Neticede Cannes, ayrıcalıklı olmanın ya da olmamanın ne anlama geldiğini katılımcılarına yoğun bir şekilde hissettiren bir festival. Bu yılın öne çıkan ayrıcalık kategorisi ise Avrupa Birliği sınırları içinde iki doz aşı yaptırmış olmak. Ayrıcalıkların salonda ve kırmızı halıda maske takmalarına gerek olmayan jüri üyelerinin gündeminde olması da hoş bir ironi sanki. Yine de on gün boyunca festival alanında koşturacak herkesin paylaştığı ortak bir duygu var: Salonda beraber film izlemeye duyulan tarifi zor özlem.

Annette
Annette

Festival ekibinin açılış filmi olarak Leos Carax imzalı Annette’i seçmekteki amacının bu özlemi en iyi şekilde tatmin edebilmek olduğu çok açık. İhtişamlı barok estetiğiyle göz dolduran bu opera-müzikal, Carax’ın uzun yıllar sonra beyazperdeye dönüşünü de müjdeliyor. Parlak şehir ışıklarında yıkanan mizansenler, araba koltuklarına sıkışan kadrajlar ve teatralliğin sınırında dolaşan performanslarla, aşina olduğumuz bir Carax evreninin bizi karşıladığını söyleyebiliriz. Ancak bu evrenin kapısının herkese açık olmadığı da aşikâr. Zira kimileri filmin görkemine, dağınıklığına ve gerçekçiliğe meydan okuyan anlatısına hayran kalırken kimileri de bitmek bilmeyen iki buçuk saatten şikâyet ediyor. Annette’le ilgili dikkat çeken bir diğer noktaysa, spot ışıklarının Carax’tan ziyade En İyi Erkek Oyuncu ödülü için şimdilik öne çıkan adaylardan biri olan Adam Driver’ın üstünde olması. Driver, Carax’ın geçmişte çalıştığı ve filmlerine görsel anlamda hareketlilik ve esneklik katan Denis Lavant’dan bambaşka bir fiziksel yapıya sahip. Driver’ın tam da bu yüzden, sigarasından bir fırt çekip muzundan ısırık alan ‘Tanrı’nın Gorili’ lakaplı komedyen Henry McHenry karakteri için biçilmiş kaftan olduğu söylenebilir. Kutsal Motorlar’daki (Holy Motors, 2012) Alex’in yeşil ceketini anımsatan kapüşonlu yeşil bornozuyla özgün bir anti-kahraman portresi çizen Driver’ın karşısında onunla taban tabana zıt, zarif opera şarkıcısı Ann’i canlandıran Marion Cotillard var. Beyazperdede âdeta bir ‘Operadaki Hayalet’e dönüşen Cotillard başarılı bir performans sergilese de Adam Driver’ın kışkırtıcı ve aykırı marifetleri karşısında biraz geri planda kalıyor ne yazık ki. Çiftin filme adını veren bebekleri Annette ise, Carax’ın yarattığı tekinsiz sinema evrenini bünyesinde topluyor. Bir kuklayı ve oyuncak bebeği andıran fiziksel görünümüyle Ann ile Henry’nin ilişkisinin dışavurumuna dönüşen küçük kızın, annesinin lanetinden, babasının da yalanlarından kurtulmak için verdiği benliğine kavuşma mücadelesi, filmi karanlık bir masala dönüştürüyor.

Aheds Knee
Ahed’s Knee

Festivalin ikinci gününde ise kırmızı halı kaplı merdivenler Nadav Lapid ve François Ozon’u ağırladı. 2008 yılında festivalin Cinefondation programı kapsamında ilk filminin senaryosuna imza atan Lapid bir nevi Cannes’ın alaylısı olsa da yıldızının esas olarak Berlinale’de Altın Ayı kazanan Eşanlamlılar’la (Synonymes, 2019) parladığını söyleyebiliriz. Yönetmenin sert, lafını esirgemeyen ve enerjik söyleminin kamera hareketlerine ve mizansenlere yansıdığı Ahed’s Knee, kulağa çok tanıdık gelen bir senaryoya sahip: “Ego problemleri yaşayan ve kendisinden memnun olmayan bir erkek yönetmen ülkesinde yolculuk eder ve o esnada bir kadınla tanışır.” Bu formülü düşününce auteur olarak nitelendirilen yönetmenlerin otobiyografik noktalar taşıyan filmleri geliyor akla ister istemez. Lapid’le yarattığı yönetmen karakter arasındaki en temel bağ ise anavatanları İsrail’le kurdukları travmatik ilişki düzleminde inşa ediliyor. Çölün ortasında bir kasabada filmi gösterilecek olan Y., ülkesine, halkına, onların savunduğu değerlere karşı büyük öfke ve kin duyan bir yönetmen. Kendi kimliğini esasen kin duyduğu şeylerin var ettiğinin bilinci ise belki de onun en büyük laneti. Lapid, karakterinin enerjisini âdeta histerik bir şekilde dönüp duran, yaklaşıp uzaklaşan kamerasıyla aktarsa da bu enerji filmin sonlarına doğru Y.’nin bitmek bilmeyen didaktik monologlarıyla ne yazık ki gitgide sönüyor. Filmde Y.’nin askerlik görevi yaparken yaşadığı sarsıcı deneyimleri ve militarizmin baskıcı yönlerini aktardığı geriye dönüşlerin İsrail yapımı bir başka film olan Foxtrot’un (2017) sert ve acımasız mizahını anımsattığını da not edelim.

Tout sest Bien Passé
Tout s’est Bien Passé

Gelelim Cannes’ın asıl müdavimi olan François Ozon’a. Bir süredir anaakım olarak nitelendirebileceğimiz dinamiklerin daha ağır bastığı anlatılara imza atan Ozon, bu yıl ötenazi temasını merkeze alan bir dramla karşımızda. Kariyeri boyunca komedi, müzikal, dram gibi birçok türde film çeken yönetmenin Tout s’est Bien Passé’de de bu türlere özgü kodları birbirleriyle harmanlama becerisi gerçekten takdiri hak ediyor. Ciddi bir hastalığın pençesindeyken ölmek için kızlarından yardım isteyen huysuz André’ye odaklanan film, seyircisini duygusal anlamda huzursuz eden bir yaklaşıma sahip. Bu duygu karmaşası, Ozon’un çarpıcı ve duygusal anlarda başvurduğu beklenmedik kuru mizah vasıtasıyla ortaya çıkıyor. Tout s’est Bien Passé’den bahsederken son zamanlarda örneklerine sıkça rastladığımız yaşlanma ve hastalık temsillerine değinmemek olmaz. Ozon ne yazık ki yaşlılıkta yaşanan zorlukları aktarırken bunu bedenin acizliğine indirgemek gibi basit bir yolu tercih ediyor. Geçtiğimiz yıl Baba’da (The Father, 2020) Florian Zeller’in özenle kaçındığı acındırma estetiğinin ta kendisi bu. Filmin klasik kalıplara sıkışıp kalmasına sebep olan bir diğer unsur ise Ozon’un Fransız üst orta sınıf burjuva temsillerinde âdeta birer “stok karakter” kullanması. Ne demek bu stok karakter? Giyim kuşamından dolabındaki kitaplara, yemek yediği restoranlara her şeyi sanki bir veritabanından hazır alınıp kullanılmış, daha ziyade bir tipleme niteliğindeki karakterler demek! Ozon’un yaratmaya çalıştığı derinlikli anlatının önündeki en büyük engel de ne yazık ki her özellikleriyle yüzeyselliklerini açığa çıkaran bu karakterlerden başkası değil.


74. Cannes Film Festivali’ni yerinde takip eden Öykü Sofuoğlu’nun festival izlenimleri Altyazı’da. Günlüklerin tamamına ulaşmak için tıklayın: ‘Cannes Günlükleri 2021

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.