Şu An Okunan
IDFA 2024 İzlenimleri #2 | Radu Jude, Envision ve IDFA DocLab

IDFA 2024 İzlenimleri #2 | Radu Jude, Envision ve IDFA DocLab

Amsterdam Belgesel Film Festivali bu yıl 14-24 Kasım tarihleri arasında 37. kez gerçekleştirildi. Festivali takip eden Altyazı yazarları, öne çıkan bölümleri ve ödüllü filmleri IDFA 2024 dosyasında değerlendiriyor. İzlenim yazılarının ikincisinde Aylin Kuryel, IDFA DocLab ve Radu Jude filmlerini, Fırat Yücel ise Envision yarışmasının ödüllü filmlerini ele alıyor.


Radu Jude ile Bir Gece: Sleep #2 ve Eight Postcards from Utopia

Radu Jude ile en son iki filminin gösterileceği bir gece. Ardından IDFA festival direktörü Orwa Nyrabia ile sohbet gerçekleştireceği gecenin başında Romanyalı yönetmen sahnede. Bu iki filmi daha önce Locarno’da bir arada gösterdiklerinde ikinci filmde herkesin salonu terk ettiğini söylüyor. O yüzden iki filmin sırasını değiştirmiş bu gösterim için. Birinci filmden sağ salim çıkarsanız, ikinci filmde muhtemelen eğleneceksiniz, diyor.

Sleep#2

Birinci film, Sleep #2 (2004) bir masaüstü film. Turistik mekânların 7/24 canlı yayınlarını gösteren bir web kamerası ağı olan EarthCam’in çektiği görüntülerden oluşuyor. Aynı açıdan, 62 dakika boyunca Andy Warhol’un mezarına bakıyoruz. Warhol’un mezarı Campbell çorbası kutuları ile dekore edilmiş. Mezar başında selfi çekenlerin beceriksiz beden hareketlerini, piknik yapanları, gitar çalıp şarkı söyleyenleri, mezara işeyenleri, ara ara etrafı düzenlemeye gelen işçiyi, geceleyin dolaşan geyik ve sincapları izliyoruz. Arada bir ekranda bir imleç beliriyor, ya da bilgisayarın ses açma ikonu. Biliyoruz ki Warhol’un mezarını izlerken, bir yandan da onu izleyen yönetmeni izliyoruz. Dört mevsim geçiyor. Gözetleme kamerasının görüntüsü yazın fazla pozlama ile beyaza dönüyor; baharda renkler canlanıyor, kuş sesleri artıyor; sonbaharda kontrast artıyor, mezarın üstündeki yazılar okunur hale geliyor; kışın ise karla kaplanıp rüzgârda sallanıyor kamera. Andy Warhol’un 1964’te yaptığı, 5 saat 21 dakika süren ve sevgilisi John Giorno’nun uyumasını gösteren Sleep filmine göz kırpan Sleep #2 ile Radu Jude belki de tam da Warhol’un seveceği türden bir anma töreni gerçekleştiriyor.

İkinci film olan Eight Postcards from Utopia (2024) da buluntu görüntülerden oluşan bir film. Radu Jude haklı; salonun izlerken bu kadar kahkaha attığı az film vardır. Yine montaj kuruyor anlamı bu filmde de. Romanya’nın sosyalizmden kapitalizme geçiş yaptığı 1989’dan bugüne çekilmiş onlarca reklam izliyoruz. Jude’un The Happiest Girl in the World (2009) ve Bad Luck Banging or Loony Porn (2021) gibi filmlerinde kapitalizm ve meta fetişizmine çevirdiği bakış reklamlar üzerinde dolaşıyor bu kez. Jude’un felsefeci Christian Ferencz-Flatz ile yaptığı bu film, Marx’ın deyimiyle önce sıradan görünen fakat markete adım atar atmaz “metafizik safsatalar ve teolojik süslerle” bezenen nesnelerin bir geçit töreni; ya da kapitalist ideolojinin herkese açık bir rüya olarak sunulduğu bir karabasan; ve aynı zamanda reklamları tarihsel birer metin olarak okumaya açık hale getiren devrimci bir montaj.

Jude’un Orwa Nyrabia ile söyleşi sırasında akıllı telefonunu çıkarıp bir dizi TikTok videosunu izleyicilere göstermesi ve “TikTok sinemanın başlangıcı gibi; Lumiéreler gibi. Eğer film yapmak konusunda ciddiysek, TikTok konusunda da ciddi olmak zorundayız” demesi gelecekte yapacaklarına dair merak duygusunu ayakta tutan sebeplerden sadece bir tanesi. Aylin Kuryel

Envision Filmleri: Park ve Chronicles of the Absurd

IDFA’nın Envision yarışmasında “cüretkâr bir biçime” sahip, belgesel türünün sınırlarını zorlayan filmler yer alıyor. Yarışmada bu yıl En İyi Film ödülünü alan Chronicles of the Absurd (2024) ve mansiyona layık görülen Taman-taman (Park, 2024) filmleri bu tanımı birbirinden çok farklı biçimlerde karşılar cinsten yapımlar.

Taman-taman

Taman-taman’ın açılışında Tayvan’da okuyan Endonezyalı iki üniversite öğrencisini bir Tainan parkındaki bir masada otururken görüyoruz. Tayvan’daki göçmen işçilerin deneyimlerinden bahsediyor, birbirlerine bu konuda yazdıkları şiirleri okuyorlar. Bir süre sonra, kendilerini kameraya çeken film ekibinin amacını sorgulamaya başlıyorlar. Bunun bir çeşit sinema deneyi olduğunu anlıyoruz. Artık biz de “göçmen işçi”yiz diyorlar; bir filmde çalışıyoruz. Sonra parkta bir radyo istasyonu kurma fikri düşüyor akıllarına. Sadece parkın içine yayın yapacak, Endonezyalı göçmen işçilerin hikâyelerini aktaracak bir radyo. Taman-taman, gözetim kamerası estetiğini benimsese de (kameraların yeri belli değil, parkın her tarafına yerleştirilmiş gibiler), bunun getirdiği biçimsel soğukluğu gençlerin içinde bulundukları mizanseni de sorgulayan şairane diyaloglarıyla yer yer aşmayı başarıyor, yer yer de açıkçası tuhaf bir deney hissi uyandırıyor. Yönetmen Yo-Hen So’ya göre bu, seyirciyi ressamın tuvale bakışını hayal etmeye de iten bir çeşit “manzara resmi.” Parktan gelip geçenlerin, piknik yapanların, şarkı söyleyenlerin, motosiklet topluluklarının da tuvale bulaşmasıyla birlikte Taman-taman, Tainan parkının, göçmenlerin sıla hasretini ve ekonomik güvencesizliklerini de üzerinde taşıyan dokunaklı bir portresine dönüşüyor.

Chronicles of the Absurd

Yarışmada En İyi Film ödülünü alan Miguel Coyula imzalı Chronicles of the Absurd, bir yandan da festivalin Spotlight on Cuba başlıklı bölümünü ayırdığı Küba belgesel sinemasına güncel bir örnek teşkil ediyordu. Film bir çeşit ‘sansür güncesi’ niteliği taşıyor. Odakta, yönetmen Coyula ve aynı zamanda eşi olan Lynn Cruz’un son 15 yıl içinde Küba’da maruz kaldıkları sansür vakaları var. Bu vakalara dair ses kayıtları, kolaj tekniğiyle yan yana getirilen fotoğraflar ve ses kuşağında işittiğimiz diyalogların İngilizce çevirisiyle birlikte paylaşılıyor. Coyula ve Cruz, üzerlerindeki baskıdan dolayı, yaşadıkları olayların sadece ses kaydını (çoğu kez gizlice) alabilmişler. Sonlara doğru bir panelin cep telefonuyla çekilmiş (ki bu çekim de engelleniyor bir süre sonra) görüntülerine yer verseler de filmin büyük kısmı ses kayıtları, vesikalık fotoğraflar, resim parçaları (Kübalı sanatçı Antonia Eiriz’e ait) ve metinden oluşuyor. Chronicles of the Absurd, sansürün resmî devlet politikası olduğu ülkelerde üretim yapan sanatçılara, yaşadıkları baskıları dile getirmek için yaratıcı bir yol sunuyor. Ayrıca sesin bir tanıklık biçimi olarak imajdan altta kalır olmadığına işaret ediyor. Bununla birlikte filmde kullanılan kolaj tekniği, deyim yerindeyse “primitif” estetiğiyle (vesikalıklar birbiriyle kafa tokuşturuyor, resimler parçalara ayrılıyor vs.), 60’lı ve 70’li yılların kolajlarını ve siyasi animasyonlarını akla getiren bir yapıya sahip. Örneğin, Tan Oral’ın Sansür (1970) adlı kısa animasyonunu hatırlamamak mümkün değil. Filmin yapay zekâ çağında “eski” tekniklerin ve “el işi” montajın gücünü hatırlatan tarafı oldukça ilham verici. Ancak tanıtım metinlerinde yer alan “Kübalı sinemacıların yaşadığı zorlukları anlatma” ekseninin çok geri planda kaldığını da not düşmek gerek. Coyula ve Cruz, yaşadıkları sansür vakalarını toplumsala doğru genişletmektense kendilerini merkeze koyuyorlar. “Fidel Castro’yu eleştirmek hainliktir” diyen devlet otoritelerinin belirleyici olduğu eksenden farklı bir söz alanı açmıyor, filmin siyasi düzlemini “lider kültü” ve eleştirisine sıkıştırıyorlar. Yine de Chronicles of the Absurd, otoriteryanizmin absürdlüğünü beklenmedik bir tarzla ele almasıyla hayal gücünü provoke eden bir film. Örneğin Türkiye’de yaşadığımız Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek… (2014), Bakur (Kuzey, 2015) ya da Kanun Hükmü (2023) gibi toplumsal karşılıkları çok daha geniş sansür vakalarını (ya da farklı coğrafyalarda yaşanmış benzer vakaları) ses kayıtlarını merkeze alarak anlatsak ortaya ne çıkardı sorusunu akla düşürmüyor değil. Fırat Yücel

IDFA DocLab: Bu Bir Simülasyon Değildir

2007 yılından beri festivalin parçası olan IDFA DocLab, yeni teknolojilerin sunduğu anlatım olanaklarını kullanarak belgesele dair düşünme alanını genişletmeyi hedefleyen bir platform. Bu seneki DocLab’in başlığı Bu Bir Simülasyon Değildir. İnteraktif yerleştirmeler, belgesel-performanslar, VR (virtual reality) ve AR (augmented reality) işlerinden oluşan program, yapay zekâ ve sanal dünyaların gündelik hayata gittikçe daha çok sızdığı, post-gerçeklik kavramının dillerden düşmediği bir dönemde gerçeklik ve temsil ilişkisine hangi açılardan bakmaya devam edebiliriz sorusu etrafında şekilleniyor. Öne çıkan temalardan biri, son yıllarda Hollanda’daki kültür ve siyaset dünyasına damgasını vuran sömürgecilik tarihi ile yüzleşme; hasır altı edilmeye çalışılan bir tarihin izlerini ve bugün devam eden pratiklerini görünür/duyulur kılma. Bu konunun, birçok yerde olduğu gibi Hollanda’da da bir yılı aşkın süredir devam eden Filistin ile dayanışma eylemleri ve bu eylemliliğin türlü şekillerde suçlulaştırılması ile daha yakıcı hâle geldiği ortada.

Fotoğraf: Aylin Kuryel

Hollanda-Lübnan-Filistinli sanatçı Alaa Al Minawi’nin The Liminal (2024) işi bu bağlamda öne çıkan yerleştirmelerden. Salonun ucunda beyaz bir duvar var. Üzerinde “bu deneyim burada başlıyor; duvar sizi çağırana kadar bekleyin” yazan bir sandalyeye ilişiyor izleyici. Duvardan gelen bir ses, kulağınızı yaklaştırıp dinlemeye çağırıyor sizi. Duvarın içinden, dünyanın çeşitli yerlerinde duvarlarla yaşayanların hikâyeleri sızıyor dışarı: Berlin Duvarı, Batı Şeria apartheid duvarı, Meksika sınırı… Bu geçmiş ve süregiden deneyimler seyirci/dinleyicinin durmak zorunda olduğu rahatsız pozisyonda kulağına çalınıyor. Kulağınızı duvara iyice yapıştırmaya çalışmaktan boynunuz ağrıyor; bazı kelimeler ister istemez anlaşılmaz oluyor. Dinlemek kolay değil diyor iş sanki. 

Yapay zekânın mümkün kıldıkları ve arşivin sömürgeciliği görünür/duyulur kılmak için ne şekillerde kullanılabileceği tartışmalarını bir araya getiren işlerden biri de Tamara Shogaolu imzalı Oryza: Healing Ground (2024). Ekranlar ve farklı dokularda pirinç, ahşap, tekstil gibi materyallerden oluşan bu rengarenk yerleştirme, siyahların köleleştirilme tarihine dair görsel-işitsel malzeme üretmesi için tasarlanmış bir yapay zekânın söz konusu üretimlerini sunuyor. Yapay zekâ ile üretilen malzemenin var olan arşiv materyali ile iç içe geçtiği bir diğer iş Fransız-Vietnamlı sanatçı Emeline Courcier’in Burn from Absence (2024) isimli yerleştirmesi. Özel koleksiyonlardan gelen mevcut fotoğraflara dayalı olarak yapay zekâ tarafından üretilen görüntüler, birkaç nesil aile üyesinin sürgün ve savaş ekseninde aile tarihlerini anlattığı ses kayıtları eşliğinde sergileniyor. Hafızanın sildikleri ya da hakkında sessiz kalınmış olanları tamamlayan ya da onlar hakkında spekülasyon yaparak tamamlanmışlık hissi üretebilen yapay zekâ, belgesel ve belgelemenin geleceğine dair neler söyler sorusu DocLab’den çıkarken peşinizi bırakmayan cinsten. İzleyiciyi takip eden işlerden biri de karşısına oturanı dış görünüşüne bakarak yorumlamak/yargılamak üzere tasarlanmış bir makine. Sanatçı düo Mots’un üretimi olan AI & Me (2023), izleyiciyi eski tip küçük bir televizyon ekranı karşısına çağırıyor; onun giyim kuşam, yaş, olası ilgi alanları ve geleceği hakkında özgüvenli yorumlarda bulunuyor, yargı dağıtıyor.  

Drinking Brecht: An Automated Laboratory Performance

Yeni anlatım olanaklarının yapay zekâ ile sınırlı olmadığını anımsatan bir iş de DocLab’in bir parçası. Sister Sylvester’ın 60 dakikalık Drinking Brecht: An Automated Laboratory Performance (2024) işi seyir deneyimini deney tüpüne koymuş karıştırıyor: bir tutam teorik olarak kafa açan bir makale, birkaç laboratuvar malzemesi, arkadaşlarla içilen bir bar, biraz dedektiflik… Sister Sylvester’ın farklı form ve öyküler arasındaki mesafeleri kısaltarak ördüğü diğer işleri gibi, bu iş de Bertolt Brecht’in devrimci tiyatrosu ile modern mikrobiyolojiyi bir arada düşünüyor. İnteraktif öğeler içeren film, adli tıp ve arşiv tarama yöntemlerini kullanarak Brecht’in Berliner Ensemble’ının kostüm koleksiyonundan çalınan bir şapkayı kafasına geçirmiş kişilerin izini sürüyor. Brecht’in bilinen eserlerinin yazımında yer alan fakat tarih yazımında ismi geçmeyen kadınları düşünürken, şapkadan alınan DNA örneklerinin içinde yer aldığı bir kokteyl yapıp içmeye davet ediyor izleyiciyi. Aylin Kuryel


‘IDFA 2024 İzlenimleri’nin tamamına ulaşmak için tıklayınız.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.