Şu An Okunan
Sundance Günlükleri 2023 #2: You Hurt My Feelings, Cassandro, The Persian Version, Girl, Iron Butterflies

Sundance Günlükleri 2023 #2: You Hurt My Feelings, Cassandro, The Persian Version, Girl, Iron Butterflies

Programdaki bütün filmlerin ilk gösterimlerini gerçekleştirdiği Sundance Film Festivali tüm hızıyla sürüyor. Sundance Günlükleri’nin yeni bölümünde odağımızda You Hurt My Feelings, Cassandro, The Persian Version ve Girl gibi yıl boyunca adından söz ettirmesi muhtemel yapımlar var.

Sundance Film Festivali’nde neredeyse bütün filmlerin ilk gösterimleri tamamlandıktan sonra, etkinliğin belki de en önemli parçası olan market de hareketlendi. Apple ve Netflix gibi büyük platformlar iddialı Sundance filmlerini kataloglarına eklemek için kesenin ağzını açarken, A24 ve Neon gibi dağıtımcılar da sene boyunca ses getirmesi beklenen filmlerini izleyiciyle buluşturuyor. A24’ün merakla beklenen projelerinden biri Sundance gediklisi Nicole Holofcener’i 2013 tarihli Başka Söze Gerek Yok (Enough Said) filminde de birlikte çalıştığı ünlü oyuncu Julia Louis-Dreyfus ile yeniden bir araya getiren You Hurt My Feelings idi. Diğer Holofcener filmleri gibi mizahi bir bakış açısıyla üst orta sınıf şehirlilerin duygusal ve profesyonel yaşamlarını inceleyen You Hurt My Feelings’in ana karakteri, belli ölçüde başarılı sayılabilecek anı kitabından sonra ilk romanını tamamlamaya uğraşan bir yazar olan Beth. Öykünün kırılma noktasını, Beth’in yanlışlıkla kocası ve kız kardeşinin eşi arasındaki bir konuşmaya kulak misafiri olması ve böylelikle kocasının aslında yazdığı kitabı hiç beğenmediğini öğrenmesi oluşturuyor. Bu hikâyeden Ruben Östlund usulü karanlık bir güvensizlik ve ikiyüzlülük hicvi çıkabilir aslında, ama Holofcener daha alçakgönüllü ve insancıl bir komediye imza atıyor. İnsanların sürekli başkaları tarafından onaylanma ve takdir görme arayışına, diğer insanları üzmek ya da incitmek endişesiyle dürüstlüğü elden kaçırışına, iyi niyetle söylenen yalanların talihsiz sonuçlara yol açışına dair bir öykü var karşımızda. Holofcener’in bu temaları yalnızca Beth üzerinden değil, Beth’in mesleğinde düşündüğü kadar başarılı olmadığını fark eden eşi ve ebeveynleri tarafından sürekli el üstünde tutulmuş olmanın olumsuz sonuçlarını yaşayan oğlu vasıtasıyla da etraflıca ele aldığını eklemek gerek. Filmin kimi bölümlerinde zengin ve ayrıcalıklı New Yorkluların küçük alınganlıklarının aslında pek de ilgi çekici ya da önemli olmadığını düşünmek mümkün. Ama iyi yazılmış diyaloglarla ilerleyen ve Julia Louis-Dreyfus’un performansından büyük destek alan You Hurt My Feelings’in keyifli bir seyirlik olduğunu söyleyebiliriz.

Cassandro

Sundance’e yüksek profilli bir dağıtımcının desteğiyle gelen bir diğer film başrolünde Gael García Bernal’in yer aldığı Amazon projesi Cassandro. Belgeselleriyle tanınan Roger Ross Williams’ın ilk kurmaca filmi olan Cassandro, Meksika’ya özgü abartılı ve performatif bir güreş türü olan lucha libre dünyasında geçiyor ve bu alt kültürün en aykırı isimlerinden birinin araba garajlarındaki küçük gösterilerden binlerce kişilik stadyumlarda düzenlenen maçlara uzanan yolculuğunu anlatıyor. Filmin ana karakteri Saul, Meksika-Amerika sınırında annesi ile birlikte yaşayan amatör bir luchador. Onu sıradışı bir karakter yapan belki de en önemli şey, genellikle güç gösterileri ve şiddetle dolu çok maskülen bir ortam olarak anılan güreş dünyasında, eşcinsel kimliğini gizlemeden, hatta bunu gösterişli ring personasının bir parçası hâline getirerek var olması. Film lucha libre camiasının hem agresif hem de kırılgan yönlerini dengeli biçimde betimliyor, Saul’ün yarattığı güreşçi Cassandro kimliği ile bir nevi kendini bulmasını anlatıyor. Cassandro’da performans kavramının genelde yapıldığı gibi bir tür rol, yalan ya da yanılsama olarak değil de özgürlük ve dürüstlük ile ilişkilendirilerek ele alınması çok değerli. Saul yarattığı karaktere büründükçe zincirlerini kırıyor, daha dürüst olma ve olduğu gibi davranma gücünü kendinde buluyor. Filmin diğer önemli parçası ise Saul’ün tüm toplumsal önyargılara ve aşağılamalara karşı her zaman oğlunun yanında olan annesi. Çok yönlü bir karaktere ustalıkla hayat veren, fiziksel açıdan zorlayıcı güreş sahnelerinin altından başarıyla kalkan ve kısa sürede izleyicinin Cassandro’yu hem anlamasını hem sevmesini sağlayan Gael García Bernal, kariyerinin en iyi performanslarından birini sunuyor.

The Persian Version

Her festivalin farklı bölümlerindeki filmler arasında ortak temalar ve benzerlikler bulmak neredeyse kaçınılmazdır. Bu seneki Sundance’in favori temalarından biri annelik; daha doğrusu anneler ve hem koşulsuzca sevdikleri hem de bu sevgi sebebiyle kimi zaman zarar verdikleri kızları arasındaki güçlü bağ. Bu fikir üzerine kurulu en iddialı film Jane Campion’ın kızı Alice Englert’in ilk yönetmenlik denemesi olan ve Jennifer Connely’nin performansıyla bir nebze dikkat çeken Bad Behaviour idi, ama bana kalırsa aynı temalarla çok daha yetkin ve ilgi çekici biçimde ilgilenen yapım İran asıllı Amerikalı yönetmen Maryam Keshavartz’ın otobiyografik öğeler içeren yeni filmi The Persian Version. Bu çok karakterli, rengârenk ve enerjik göçmenlik öyküsü kalabalık ailesinin tek kız çocuğu olan Leila ve trajik bir deneyimin ardından İran’dan ayrılıp çocuklarını Amerika’da büyütmüş olan annesi Shireen üzerine kurulu. Keshavartz’ın hiperaktif üslubu, başlarda kültürel genellemelere ve kalıplara yaslanarak İran-Amerika arasında basit bir kıyaslama yapması ve farklı zaman dilimleri arasında defalarca gidip gelmeyi seçmesi filmin ilk bölümünde izleyiciyi biraz yoruyor. Ama öykü ilerleyip karakterler derinleştikçe, Leila ve Shireen hakkında onları daha iyi anlamamızı sağlayan detaylar (bir aktörle tek gecelik ilişki yaşayan Leila’nın beklenmedik hamileliği ve Shireen’in çocuk yaşta evlendikten sonra saklamak zorunda kaldığı bir sır gibi) ortaya çıktıkça The Persian Version daha incelikli ve düşündürücü hâle geliyor. Bir yanda travmatik olayları geride bırakıp bambaşka bir ülkeye gelen ve burada hayranlık uyandırıcı bir mücadele ile kendine yeni bir hayat kuran Shireen var, diğer yanda ise annesinin yaşadıklarından habersiz biçimde kendi dertleri ile boğuşan, iki kültür arasında yerini tam olarak bulamayan ve lezbiyen evliliği sebebiyle annesinden uzaklaşan Leila. Keshavartz, oldukça tanıdık bir kuşak çatışmasının pek ötesine geçmese bile, çokkültürlülüğü çeşitli açılardan inceleyerek ve izleyiciyi sık sık gülümseten mizah duygusundan destek alarak filmini benzerlerinden ayrıştırıyor.

Girl

Göçmenlik konusunu arka plan olarak kullanan bir diğer çarpıcı anne-kız hikâyesi, Nijerya asıllı Adura Onashile’nin İskoçya’da çektiği Girl. Temizlikçi olarak çalışan ve ergenlik dönemine yaklaşan kızı Ama ile kendine korunaklı bir yaşam inşa eden Grace’in öyküsü durağan akışına ve pek çok detayın muğlak bırakılmasına rağmen izleyiciyi etkilemeyi başarıyor. Bunda özellikle Onashile’nin renk kullanımı, müzik tercihleri, ağır çekimler ve ışık oyunları sayesinde kurduğu atmosferin etkisi var. Uzun süre kaynağı anlaşılmayan bir travma ile baş eden Grace kızını kısa süreliğine bile yalnız bırakmak istemiyor, Ama’yı koruma içgüdüsüyle bağımsızlaşmak isteyen genç kızın özgürlüğünü kısıtlıyor, âdeta herkesten ve her şeyden korkarak, gizlenerek sürdürdükleri yaşamın Ama’ya uygun olmadığını anlamaya başlıyor. Ama okuldan beyaz bir yaşıtıyla arkadaşlık kuruyor, bedenindeki değişimlerin farkına varıyor. Grace için ise bu doğal gelişmeler birer tehdit niteliğinde. Kuşkusuz Grace’in kendi acılarından kaçamadığı için aşırı koruyucu davranmasında, bu derin sevginin Ama için boğucu hâle gelmesinde düşündürücü bir yön var. Fakat maalesef Girl bu ilginç temayı tam olarak geliştiremiyor, bir noktadan sonra Onashile’nin stilize üslubu fazlasıyla tekrarlı hâle geliyor. Seksen dakikayı zor bulan kısa süresine rağmen Girl, cılız bir metinden yola çıkıldığı ve dikkat çekici görsel tasarımın ardında pek taze fikirler bulunmadığı için izleyiciyi yoruyor. Hatta bazı bölümlerde filmin birkaç müzik videosunu üst üste izlemeye benzer bir his yarattığını bile söyleyebiliriz. Tüm bu zaaflarına rağmen Girl, daha güçlü bir senaryo ile çalıştığında güçlü ve yaratıcı filmler yapabilecek yetenekli bir yönetmenin ilk çalışması olarak ilgiye değer.

Iron Butterflies

Sundance programında her sene belgesellere geniş yer ayrıldığı için önemli bir belgeselden de kısaca söz etmek faydalı olabilir. Önümüzdeki ay Berlin Film Festivali’nde de gösterilecek olan Iron Butterflies, Roman Liubyi imzalı Ukrayna yapımı bir belgesel. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş birinci yılını doldurmak üzereyken, Liubyi 2014 yılında Malezya Havayolları’na ait bir yolcu uçağının Rus yanlısı ayrılıkçı militanlar tarafından düşürüldüğü günlere geri dönüyor. Bu korkunç olay, yaratıcı ve şiirsel bir üslupla Rus savaş taktiklerini ve medya manipülasyonunu incelemek için kullanılıyor. Uçağın düşürülmesinde kullanılan silah sistemi hakkında bilgiler, farklı ülkelerden ‘uzmanların’ politik duruma göre sürekli değişen yorumları ve saldırı kurbanlarının aileleri ile yapılan görüşmeler filmde önemli yer tutuyor. Ne yazık ki Liubyi’nin biçimsel açıdan deneysel sayılabilecek, sürekli farklı stiller arasında dolaşan üslubu filmin tutarlı bir argüman öne sürmesine engel oluyor. Aslında uluslararası bir araştırma grubunun yürüttüğü kapsamlı bir çalışma ve olayı aydınlatmayı amaçlayan detaylı bir mahkeme süreci var, fakat Liubyi bu tarz verileri fazlasıyla yüzeysel biçimde geçiştiriyor. Yalnızca tek bir kurban yakınının kurumsal bir destek olmadan, amatörce topladığı bilgiler ile filmin bu eksiğini bir nebze kapamaya çalışıyor. Ama Iron Butterflies’ın yeterince geniş bir arşivden ya da bu çok önemli konunun gerektirdiği ölçüde derinlemesine bir araştırmadan yola çıkılarak yapılmadığı maalesef oldukça bariz. Yine de bu sarsıcı belgesel hem Rus medyasının tutarsız ifadelerle bu kan dondurucu suçu nasıl örtbas etmeye çalıştığını göstermesi hem de devam eden savaşın aslında neredeyse on yıl önce yaşanmış bu olay gibi gelişmelerle başladığını hatırlatması açısından değerli.

Sundance’in yarışmalı bölümlerinde her yıl çok sayıda ödül veriliyor. Bu yılın galipleri 27 Ocak Cuma günü açıklandıktan sonra, festivalin son hafta sonunda ödül kazanan bütün filmler yeniden gösterilecek. Biz de festival günlüklerinin bir sonraki bölümünde hem ödül kazanan filmlerden hem de yoğun ilgi gören yarışma dışı gösterimlerden söz edeceğiz.


Sundance Günlükleri’nin tamamına ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.