Şu An Okunan
Venedik Günlükleri 2022 #4: Master Gardener, The Banshees of Inisherin, Argentina 1985, Other People’s Children, Love Life

Venedik Günlükleri 2022 #4: Master Gardener, The Banshees of Inisherin, Argentina 1985, Other People’s Children, Love Life

master gardener

Bilet sistemindeki aksaklıklar, Harry Styles’ı birkaç saniye görebilmek için saatlerce güneş altında bekleyen gençler, şaşaalı kırmızı halı törenleri derken Venedik Film Festivali’nin ikinci yarısına ulaştık. Dolu dizgin devam eden festivalde seçkinin genel düzeyinin şimdilik oldukça sağlam olduğunu söylemek mümkün. 

Her sene önemli bir sinemacının tüm kariyerini ödüllendirmek üzere verilen onursal Altın Aslan, bu yıl yeni filmi Master Gardenerla festivale geri dönen Paul Schrader’a takdim edildi. Master Gardener yönetmenin en iyi işlerinden biri değil, ama böylesi bir yaşam boyu başarı ödülü için biçilmiş kaftan. Zira filmin en ilginç yönü diğer Schrader eserleriyle, özellikle de First Reformed (2017) ve Kumarbaz (The Card Counter, 2021) ile kurduğu diyalog. Ana karakter Narvel Roth, karanlık geçmişinden sıyrılmak isterken kendini yeni bir etik muhakemenin ortasında bulan, yalnızlığı ve sessizliği tercih eden, tipik bir Schrader kahramanı. Narvel, bahçıvan olarak çalıştığı büyük mülkün sahibiyle ve onun uyuşturucu bağımlısı genç yeğeniyle kurduğu ilişkiler vasıtasıyla geçmişte işlediği suçları unutmaya çalışan bir adam. Film hem Narvel’ın neo-Nazi bir tetikçi olduğu günleri yeni çevresinden saklama çabası üzerinden bir gerilim anlatısı kuruyor, hem de yeni filizlenen bir aşk öyküsü vasıtasıyla beklenmedik ölçüde romantik hale geliyor. Kendi yaralarını sarmak için başka birini iyileştirmeye çalışan ana karakter; suçluluk, bencillik ve affetme güdüsü gibi kavramlar üzerine düşünmeye çağırıyor izleyiciyi. Filmin eski usül bir statü ve seçkinlik sembolü olan bahçe metaforu üzerinden yaptığı sınıf eleştirisi, yeraltı dünyasından ya da yan mahallelerden gelen “düşkün” karakterlerin bu “aristokratik” mekâna nüfuz edişi ve bahçenin aynı anda hem bir yeniden doğuş hem de bir çürüyüş mekanı olması son derece ilginç. Fakat içinde barındırdığı tüm çarpıcı fikirlere rağmen Master Gardener öyküsündeki boşlukların ve kimi önemli sahnelerin özensizce çekilmesinin etkisiyle potansiyelini tam olarak değerlendiremiyor. İkisi de aslında çok iyi oyuncular olan Sigourney Weaver ve Joel Edgerton iki farklı filme ait gibiler, filmin odak noktasındaki aşk öyküsü de ikna edicilikten uzak. 

The Banshees of Inisherin

Ünlü oyuncularla dolu yeni filmiyle Venedik’e geri dönen bir başka yönetmen, beş yıl önce Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri (Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, 2017) ile hayli beğeni toplayan Martin McDonagh idi. McDonagh’ı tekrar Colin Farrell ve Brendan Gleeson ile bir araya getiren The Banshees of Inisherin, ilk bakışta araları sebepsiz yere bozulan iki arkadaş hakkında alçakgönüllü bir öykü anlatıyor gibi görünüyor. Ama McDonagh’ın bulutlar arasından yavaş yavaş alçalan kamerasıyla adeta bir masal mekânı gibi tanıttığı yemyeşil Inisherin adasının yakınlarında bir iç savaş sürdüğünü öğrenmemizle birlikte her şey alegorik bir boyut da kazanıyor. Bu kurmaca mekân, İrlanda açıklarında bir ada. Ayrıca filmde hiç görmesek de IRA eylemlerinden ya da infazlardan söz edildiğini duyuyoruz. Sudan sebeplerle birbirlerine ve kendilerine zarar veren inatçı kasabalıların öyküsü giderek çığrından çıkan, sebebi tam olarak bilinmeyen, sürekli kendini yeniden yaratan bir düşmanlık hikâyesine evriliyor. Filmi çok iyi yazılmış esprilerle dolu keyifli bir kara komedi olarak görmek ya da 1923 yılında geçen hikâyenin günümüz toplumlarındaki politik ayrışmalara işaret ettiğini düşünmek aynı ölçüde mümkün. 

McDonagh biraz tekrarlı bir yapı kursa da ilginç yan karakterler bu küçük ölçekli filmi sürekli dinamik hale getiriyor. Hikâyenin odak noktasında Colm ve Pádraic isimli iki adamın dostluğu yer alıyor ama hem Pádraic’in tüm erkeklerin akıllarını başlarına getirmeye uğraşan kızkardeşi Siobhán, hem de kasabanın iyi niyetli fakat saf delikanlısı Dominic, McDonagh’ın kurduğu dünyaya büyük katkıda bulunuyorlar. Dominic herkesin giderek agresifleştiği kasabada iyiliği, nezaketi unutmayan yegane figür belki de. Siobhán’ın erkeklerin anlamsız çatışmalarından uzaklaşıp kendine ana karada daha barışçıl bir yaşam kurması da oldukça anlamlı. The Banshees of Inisherin, McDonagh’ın mizah stilini sevenlerin keyifle izleyeceği, ama öyküsündeki tüm absürt didişmelerin ya da kanlı olayların ardında ince bir hüzün de barındıran bir film.

Argentina 1985

Uluslararası basının ilgisi Cate Blanchett ve Brendan Fraser’ın Oscar şansları üzerine yoğunlaşmış olsa da, beklenmedik biçimde seçkinin en sevilen filmlerinden birine dönüşen Argentina 1985’in de yadsınamayacak bir Oscar potansiyeli var. Ustalıkla çekilmiş bu tarihi drama, Arjantin’deki askeri diktatörlüğün çöküşünden sonra insanlık suçları işlemiş generalleri yargılamakla görevlendirilen sivil mahkemenin gerçek hikâyesini anlatıyor. Ricardo Darín’in canlandırdığı savcı Julio; genç ve tecrübesiz bir ekibin yardımıyla, beş aydan kısa sürede yüzlerce şahidin ifadelerini topluyor ve tüm tehditlere rağmen adaletin peşinde koşuyor. Mahkemede verilen kaçırılma ve işkence ifadelerinden ya da savcının kapanış konuşmasından etkilenmemek neredeyse imkansız. Ama son derece konvansiyonel bir sinema diline sahip bu seyirci dostu filmin bence esas ilginç yönü, ilk bir saatinde savcının bu işi üstlenme konusundaki gönülsüzlüğüne ve ailesiyle ilişkisine geniş yer ayırması. Yönetmen Santiago Mitre, savcıyı cesur bir ulusal kahramandan ziyade, zorlu bir işe isteksizce sürüklenen tanıdık bir aile babası olarak çiziyor. Hatta bu ağır ve önemli hikâyeye beklenmedik ölçüde mizah eklemeyi, izleyiciyi sık sık güldürmeyi seçiyor. Amazon Stüdyoları’nın desteğiyle çekilen film, Arjantin tarafından yarışa dahil edilmesi durumunda En İyi Uluslarası Film dalında Oscar’ın en büyük favorilerinden biri olacaktır. Her zamanki gibi başarılı bir performans veren ve yetenekli gençlerle dolu geniş kadrodan destek alan Ricardo Darín’in ismi de ödül sezonunda ön plana çıkabilir. 

Festivalin şu ana kadar en beğendiğim filmlerinden ikisi, aile ve ebeveynlik kavramlarına farklı pencerelerden bakıyor. Bunların ilki Rebecca Zlotowski imzalı Other People’s Children, sevgilisinin eski eşinden olan kızıyla yakınlaşan bir kadının öyküsünü anlatıyor. Filmin ana karakteri Rachel’ın Leila isimli çocukla kurduğu bağ, çocuğun babası olan Ali’ye duyduğu aşktan çok daha güçlü. Zlotowski kendiliğinden organik biçimde gelişen bu hassas ama değerli ilişkiyi incelikle ele alıyor. Trende bir kadın Leila’yı Rachel’a benzetince bir düzeltme değil, sadece hafif bir gülümseme görüyoruz örneğin. Küçük kızı judo dersinden almaya gelen Rachel’ın çocuklarına atıştırmalık yiyecekler getiren diğer kadınlara benzemeye çalıştığını fark ediyoruz. Hikâye büyük iniş çıkışlar içermiyor ama bu tarz küçük anların kümülatif etkisi çok sarsıcı ve dokunaklı. Yaşı ilerleyen Rachel’ın çocuk sahibi olma şansı giderek azalıyor, bu açıdan da Ali ve Leila’dan ayrılmak Rachel için yalnızlık anlamını taşıyor. Özenle yazılmış ve çok iyi oynanmış bu film; çocuk sahibi olmama durumunu (ya da seçimini) bir eksiklik olarak göstermeden, herhangi bir melodramatik aşırılığa başvurmadan, Rachel’ın yaşamından acı-tatlı parçalar sunuyor. Daha vasat bir filmde muhtemelen yapılacağı üzere Leila’nın annesi Alice’i bir engele ya da rakibe dönüştürmüyor, Rachel’ın çocuk sahibi olmayışını bir hata veya trajedi olarak betimlemiyor. Gündelik detaylar üzerinden anneliği, yalnızlığı, sevilme ve bir başkasının hayatına dokunma arzusunu ele alıyor. Bana Fransız sinemasının kıymeti az bilinen ustalarından Claude Sautet’nin filmlerini anımsatan Other People’s Children, çok karmaşık duyguları etkileyici bir doğallıkla izleyiciye sezdiren başrol oyuncusu Virginie Efira’ya ödül getirebilir. 

Other People’s Children

Koji Fukada’nın yönettiği Love Life da sıradışı bir ailenin ayrılık ve kayıpla yüzleşme sürecini çok etkileyici şekilde betimliyor. Other People’s Children’ı anımsatır biçimde, ilişkilerinde zorluk yaşayan bir çift ve birinin önceki ilişkisinden olan çocuğu söz konusu. Hikâyenin ana karakterleri Taeko ve Jiro isimli bir çift, ancak Taeko’nun Koreli eski eşinden Keita isimli bir oğlu olduğu için Jiro’nun ailesi çiftin evliliğini pek onaylamıyor. Love Life bir kutlama partisinin renkli hazırlıklarıyla başlıyor ama bu huzurlu ve neşeli açılış bölümü aslında oldukça yanıltıcı. Ağır temalarla ilgilenen bu filmi, hikâyede önemli rol oynayan bir trajediyi açık etmeden değerlendirmek neredeyse imkansız. Ancak Fukada’nın kederi paylaşmak ve kayıpla baş etmek üzerine düşündürücü bir metinden yola çıktığını söyleyebiliriz. Giderek daha vurucu hale gelen öykü, karakterleri farklı yönlere savuruyor ve birbirini seven insanların dahi büyük bir krizle karşılaştıklarında nasıl birbirlerinden uzaklaşabileceklerini gösteriyor. 

Fukada’nın sessizlikten beslenen, filmin uzun bölümlerinde işaret dilinden faydalanan, en dramatik sahnelerde uzun planları tercih eden olgun üslubu da filmin etkisini arttırıyor. Love Life en temel tanımıyla aile olmak ve acıyı paylaşmak hakkında bir film. Ama en önemlisi, Fukada, benzer temalarla ilgilenen çoğu melodramın manipülatif duygusallığından uzak duruyor ve filmle izleyici arasına çok iyi kalibre edilmiş bir mesafe koyuyor. Filmin sonlarına doğru hikaye Kore’ye taşındığında Taeko’nun baş ettiği sürüklenme duygusu neredeyse tüketici bir boyuta ulaşıyor, ama birbirlerinden uzaklara savrulan karakterleri takip etmesine rağmen Love Life hiçbir sahnede dağınık veya amaçsız hale gelmiyor. Göz yaşartıcı bir aile dramı bekleyen izleyicileri tatmin etmeyecek olsa da, bu hüzünlü ve düşündürücü filmin Fukada’nın daha geniş kitlelerce tanınmasını sağlayacağını öngörebiliriz.

Venedik’te Altın Aslan yarışı, Joanna Hogg, Florian Zeller ve Jafar Panahi gibi önemli yönetmenlerin merakla beklenen filmleriyle sürecek. Festival günlüklerinin daha sonraki bölümlerinde yarışma dışından kayda değer keşiflere ve ödül tahminlerine de yer vermeye çalışacağız. 


79. Venedik Film Festivali’ni takip eden Eren Odabaşı ve Öykü Sofuoğlu’nun festival izlenimleri Altyazı’da. Günlüklerin tamamına ulaşmak için tıklayın: ‘Venedik Günlükleri 2022

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.