Şu An Okunan
Yuvarlak Masa Tartışması: Kültür Sermayesi ve Sansür – Bölüm III

Yuvarlak Masa Tartışması: Kültür Sermayesi ve Sansür – Bölüm III

EK: Bence kültür sermayesini başka bir yola getirme, başka bir çerçeveye sokma çabasında Grand Pera’da açılan ‘çakma’ Emek Sineması kilit bir rol oynayacak. Bu sinemanın nasıl işleyeceği ve nasıl işletileceği… Boğaziçi Film Festivali’nin büyüyeceği ve desteklenen bir alan hâline geleceği de konuşuluyor.

ŞA: Kültür sermayesinin el değiştirmesinden ziyade var olan sermayenin baskılanması ya da form değiştirmesi gibi bir durum var. Sinemada şöyle görünüyor bu iş.
Kamu kaynaklarının önce dengeli, sonra da kendilerine daha yakın olan insanlara aktarılması gibi bir durum söz konusu. Hem de bol keseden. Kod Adı: K.O.Z. (2015) gibi bir filmin başbakanlık tanıtma fonu tarafından büyük bir bütçeyle desteklenmesi, Kültür Bakanlığı desteğinin bizim hiç tanımadığımız, bilmediğimiz bir sürü şirkete aktarılması gibi. Kamu fonlarının mümkün olduğu kadar oraya aktarılması… Ama kültür sermayesinin aldığı formu belki sinema alanında değil görsel sanatlarda görmek lazım biraz. Akbank’ın, Salt’ın yaptığında, oralarda görmek lazım. Aksanat’ın Post-Peace sergisini iptal etmesi, Işıl Eğrikavuk’un videosu nedeniyle kamusal alanda 
sanat projesi YAMA’nın sansürlenmesi… Ya da Salt’ın 
sivil itaatsizlik diye bir etkinlik yapıp Gezi’den başka hiçbir şeyi koymaya cesaret edememesi. Sivil Cumalar’ı, Cumartesi Anneleri’ni, Bergama’yı es geçmesi, bugünün siyasal alanına en çok temas eden şeyleri bir tarafa bırakıp en popüler olanından sadece bir video koyup bunu böyle kamufle etmesi gibi. Güncel sanat alanında belki çok daha belirgin ve net hissediliyor bahsettiğimiz. Çünkü orada çok daha organik bir bağ var kültür sermayesiyle. Bankaların ağırlıklı olarak sahip olduğu alanlar buralar ve bankalar kendi üzerlerindeki siyasal baskıyı, ekonomik baskıyı ya da kendi dönüşümlerini bir şekilde o üretim alanlarına da yansıtıyorlar diye düşünüyorum.

Siyasal alan ekonomik olarak sinema alanını kontrol altına almaya çalışıyor çünkü elindeki tek silah ekonomi. Dramatik olan, sektörün buna kendini tabi hissetmesi. Bakanlık destekleri 2014-2016 yılları arasında bir kamu desteği, bir kamu sübvansiyonu olmaktan çıkartılıp bir tür ulufeye dönüştürüldü sektör açısından. Son Kültür Bakanlığı destekleri açıklandıktan sonra, akademisyenlerin metnine destek olarak imza atan sinemacıların büyük bir kısmının destek alamamasıyla özellikle genç kuşak yönetmen ve yapımcılarda bir daha film çekemeyeceğiz duygusu oluştu. Çünkü bugüne kadar büyük bir kısmının çektiği filmlerin ana sermayesi bakanlıktan alınan paralardı. Bu bir kopuşu da beraberinde getiriyor sanki. Adeta 2004 yılına kadar bu ülkede film çekilmemiş, film üretilmemiş, o dönem film üretme modelleri yaratılmamış gibi, 1990’larda film çekenler, bugün Türkiye sinemasının ustaları dediğimiz insanlar başka türlü modellerle o dönemin iyi filmlerini yaratmamışlar gibi… Asıl tehlikeli olan şey bu bağımlılık. Başka türlü film çekme modeli bilememek, başka türlü film çekme modeline kendini ikna edememek, üç beş yapımcı bir araya gelip bir tür kolektif film üretim modeli üzerine kafa yoramamak gibi ciddi sıkıntılar yaratıyor.

FY: Grand Pera’daki Emek Sineması taklidinin açılışıyla birlikte düşünürsek… Emek’in yıkım sürecindeki mücadelenin aslında ne kadar önemli olduğunu bugün bütün bu tartıştığımız meselelerle, kültür sermayesinin dönüşümüyle, Kürt filmlerinin ve politik belgesellerin kendilerine alan bulamamasıyla, Beyoğlu’nda bile gösterilecek salon bulamamasıyla ve dağıtımda yaşanan krizle çok daha iyi görüyoruz. Emek’te bir potansiyel vardı. Bu potansiyel de oranın bir kamu kurumuna dönüşmesi değil, orada bulunan oluşumların kendi inisiyatifleriyle otonom bir yapıda sürdürebilecekleri bir mekâna dönüşmesiydi. Gerçekten de bağımsız festivaller ve diğer sinema oluşumları burayı sahiplendiği noktada o mücadele kazanılsaydı öyle bir otonom alan, hem de bir kültür sembolü olan otonom bir alan oluşabilirdi. Bu ideal noktaydı. Şu anda ise en dip noktalardan birindeyiz: Kültür sermayesinin eline geçmiş bir alan. Hem de o geçmişi paketleyerek ortaya koyan, nostaljisini de sömüren ticari bir alan.

ŞA: Burada asıl mesele tam da bu çağın ve ekonomik modelin ruhuna uygun bir şekilde, bütün o sinema kültürünün ve birikiminin yeniden paketlenip satışa sunulması. Alıp almayacağımız şey burada buna düğümleniyor. Yoksa sinemaya gitmekle, gitmemekle ilgili bir şey değil. Bu estetik bir reddediş değil, ideolojik bir reddediş. Başka koşullarda o sinema yukarıya taşınsaydı, bunları belki tartışmıyor olabilir ve gidip orada film izliyor olabilirdik. Ama burada bütün o geçmişin bir paket hâline dönüştürülüp bize satılması gibi bir durum var. Burada alınması reddedilen şey bence bu olmak zorunda. Bu ideolojik 
bir tercih bu noktadan sonra. Bu paketi biz satın almayı reddediyoruz ya da reddetmeliyiz. Yoksa işin teknik tarafı teferruat.

EK: Grand Pera’daki kopya Emek paketini reddetmekle beraber, hâlâ Taksim’de AKM gibi bir soru varken belki orasıyla ilgili bir şey yapmak ve daha örgütlü bir şey yapmak lazım. Şu an Taksim’de son savunulacak yer o.

BB: Hani Emek Sineması mücadelesinde “Emek Bizim” denildi ya. Benim hep kafama takılan soru şu oluyor: İstanbul Film Festivali’nde “festival bizim” diye çıkacak bir seyirci grubu olacak mıydı mesela? Şu anda bu festival bu ülkede bu şartlarda yapılamıyor deyip, “festival bizim” diyecek miydi seyirci?

FY: Her ne kadar mücadele kaybedildi desek de Emek sembolik yapısından dolayı her zaman için insanları buluşturan bir mekân. Yokluğuyla bile sembolik değere sahip. Dolayısıyla Emek mevzusunu, Şenay’ın dediği
 gibi ideolojik bir yerden, politik bir yerden, bütün bu konuştuğumuz konular kapsamında değerlendirmek lazım. Mesele şu: Orayı kim yönetiyor? Bu sermaye, eleştirel filmleri kabul edecek mi? ‘Çakma’ Emek’in yanı başındaki sekiz salonda hangi filmler gösterilecek? O salonların kaçında Kod Adı: K.O.Z. gösterilecek mesela? Bu noktada bence en büyük zararı, Atilla Dorsay gibi, meseleyi salonun iyi yapılıp yapılmamasına indirgeyenler veriyor. Emek konusunun, festivallerin durumu, İstiklâl Caddesi’nin bir kültür alanı olmaktan çıkışı ve bağımsız, muhalif filmlerin dağıtım ağlarından dışlanması üzerinden konuşulmasının önüne geçip meseleyi teknik bir yere, kopya salonun metre hesaplarına indirgiyorlar.

BB: Emek Sineması tartışmaları bir yandan, kültür sermayesinin tartışılabilmesi anlamında bile bana çok önemli geliyor. Belki sermaye de büyük bir ikilemin içinde.
Belki sermayedarlar açısından da, devam eden siyasi hareketlerle bir bağlantı kurmak, bir uzlaşma sağlamak zorlaşmış olabilir. Artık kültür sanat endüstrisinde öncü olmak imajlarına bir katkı sunmuyor da olabilir diye düşünüyorum. Bu eskiden böyle değildi. Kültür endüstrisinde onların öncü rollerinin ya da o zamanki terimlerle “çağdaşlık” vurgusunu içeren eylemlerinin siyasi angajmanda bir değeri yok demek ki artık.

NOTLAR

1  Bianet, “Havuz Festivallerine Doğru mu?” son güncelleme: 22 Mayıs 2016, <goo.gl/gSVtWH>.

2  <www.siyahbant.org>.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.