Şu An Okunan
2022’de Adını Sıkça Duyacağınız 7 Sundance Filmi

2022’de Adını Sıkça Duyacağınız 7 Sundance Filmi

Cha Cha Real Smooth

Bu yıl 20-30 Ocak tarihleri arasında tamamen çevrimiçi düzenlenen Sundance Film Festivali’nde dikkatleri üzerine çeken ve önümüzdeki dönemde adını sık sık duyacağımız filmlerden bir seçki.


You Won’t Be Alone

You Won’t Be Alone

“Neredeyse izlemeyeceğiniz bir filmin programın en iyisi çıkması şoku”nu yaşamadan Sundance Film Festivali’ni kapamak yazık olurdu. Bu yıl o film, You Won’t Be Alone. Makedonyalı yönetmen Goran Stolevski’nin ilk filmi, Noomi Rapace’lı tipik bir köy korkusu gibi görünürken hayatın anlamını eşeleyen, şiirsel bir yolculuk sunuyor seyirciye. Stolevski kendiliğinden, Terrence Malick’in yeniden anlam ifade eden versiyonu olmakla beraber, hiçbir yönetmene öykünmeyen bir dil kurduğu için bu karşılaştırmayı da hak etmiyor aslında. Yerel öğelerle beslediği cadı hikâyesinde dehşetin en çıplak hâline de yer var, en doğrudan hayatta olma deneyimine de. Tam anlamıyla hipnotize edici. Sinemada izlense, çıktıktan sonra birkaç gün kendinize gelemeyeceğiniz türden.


Cha Cha Real Smooth

Cha Cha Real Smooth

Seyirci dostu filmlerin seyirciye dokunmayı bilme meziyetiyle başarı kazandıkları, gişe ve bolca kuru alkış getiren ama pek de ciddiye alınmayan bu başarının ancak ikinci seviye bir takdir rüzgârı estirdiği bilgisi, Cha Cha Real Smooth söz konusu olunca gözümüzün önünde tuzla buz oluyor. Takip edilecekler listesine hemen eklenmesi gereken yirmi beş yaşındaki Cooper Raiff’in yazıp yönettiği ve başrolünde oynadığı film, bir eve dönüş filminin veya büyüme öyküsünün yörüngesinde aşkı, aileyi, anneliği, dostluğu, abiliği ve yoldaşlığı müthiş bir samimiyetle, gerçek duygulardan kopmadan, banliyönün romantizmine ters düşmekten korkmadan ve en önemlisi seyirciye istediğini vermeden anlatıyor. Raiff, tuhaf bir şekilde bunca şeyi yapmayı çok kolaymış gibi gösteriyor. Cha Cha Real Smooth’la kafasının dikine giden filmlerin de seyirci dostu olabildiği, bâkir bir alana giriyoruz. Şimdiden 2022’nin en iyilerinden biri olacağı aşikâr.


Fresh

Fresh

Normal People’la yıldızı parlayan Daisy Edgar-Jones’un bir parça üzerine yapışmış gibi duran romantik dram kraliçeliğini yerle bir etmek için fırsat kolladığı fark ediliyor. Fresh bu anlamda kâğıt kesiği gibi bir hamle. Herhangi bir sürprizini ele vermeden anlatmak gerekirse, ani tür değişimlerini çok seven Sundance izleyicisinin ağzına layık tuhaflıkta olduğunu kabul edebiliriz. Ancak asıl hikâyenin başlamasıyla heyecanını adım adım kaybediyor ve son hızla flört geriliminden hafif çatlak bir B-filmine doğru ilerliyor. Bu esnada yapay hamlelerle dönemin hassasiyetlerini yüklenmeyi de ihmal etmiyor. Festivallerin gece yarısı programlarında ekrana patlamış mısır atan seyircileri fazlasıyla eğlendirebilir ama iki saate yakın süresiyle büyüsünü çabuk kaybettiğinden, zamanla yarışan dijital Sundance izleyicisinin dişinin kovuğuna yetmiyor. Yine de seyir zevkinizi umursuyorsanız, hakkında hiçbir şey okumadan izlemenizde yarar var. Fresh, Edgar-Jones’un da etkisiyle yıl içinde tür filmi severlerin radarına girip kendi kitlesini oluşturacaktır.


Good Luck to You, Leo Grande

Good Luck to You, Leo Grande

Sinemada hiç anlatılmayan hikâyelerden birini içtenlik ve cesaretle işleyen Good Luck to You, Leo Grande’ı ilk izleme sebebiniz, elli yaş üstü kadın cinselliğini ikinci bahar önermelerine bulaşmadan işlemesi olmalı ki bunun ne kadar değerli bir parantez olduğunu biliyoruz. Kocasıyla yaptığı seksten hayatı boyunca zevk almamış dul ve muhafazakâr bir kadının genç bir seks işçisinin yardımıyla kendini ve cinselliğini bulma hikâyesi, özellikle senaryo bağlamında zorlu bir iş gibi görünüyor. Ama yönetmen Sophie Hyde senarist Katy Brand’le birlikte, Emma Thompson’ın canlandırdığı Nancy’nin dünyasını seyircinin merhametine hiç seslenmeden en mahrem sorguları yüklenerek ele alıyor. Sonuçta bir otel odası ve iki karakterden oluşan film, sıkıştırılmış cinsel tabulara ayna tutan, dile getirilmeyeni haykıran bir manifestoya dönüşüyor. Altmış iki yaşındaki Thompson, oyunculuğunda hem duygusal hem de fiziksel anlamda cesur ve nadir rastlanan bir açılım yakalıyor. Şüphesiz, kariyerinin en iyi performanslarından biri. 


We Need to Talk About Cosby

We Need to Talk About Cosby

Kendini “Bill Cosby’in çocuğu” olarak tanıtan yönetmen W. Kamau Bell, henüz kimsenin yeltenmediği şeyi yapıyor; son yılların en şaşırtıcı ifşasının öznesi olan seri cinsel saldırı suçlusu Bill Cosby’nin yarattığı toplumsal ve bireysel hasarı dört bölümlük bir belgeselde anlatıyor. Cosby’ye hayran olarak büyüyen bir neslin yaşadığı hayal kırıklığına suçun yarattığı dehşetten daha çok yer ayıran Bell, “Onun gibi bir adam bunu nasıl yapar?” sorusunun etrafında fazla oyalanıyor doğrusu. Ama bu soru başka bir tartışmayı başlatacak kadar anlamlı aslında: Şöhret kültürünün ayrıcalıklı erkek dünyası neleri örtbas edecek kadar dokunulmaz? Toplum tarafından el üstünde tutulmanın özgürlük sınırı nereye kadar uzanıyor? Bugün de gündemde olan tecavüz kültürü 60’lardakine ne kadar uzak, ne kadar yakın? Yıllarca sarsılmaz aile babası imajının ekmeğini yiyen, politik doğrucu, eğitimli ve büyük gurur kaynağı olan siyah kahramanın işlediği bu suç yığını, kolektif varsayımlarımızın tehlikesine dair neler söylüyor? We Need to Talk About Cosby, söylediklerinden çok açtığı tartışmalarla ses getirecek gibi görünüyor. Diğer yandan şu dönemde böyle bir belgeselde Cosby’nin sanatçı yönüne dair uzun uzun güzellemeler dinlemek, önceliklerimiz arasında olmamalı.


Speak No Evil

Speak No Evil

Festivalin geceyarısı programında yer alan Danimarka filmi Speak No Evil’ın (Gæsterne) yönetmeni Christian Tafdrup’un toplumsal hicivden korku malzemesi çıkarmak gibi harika bir fikri var. Böyle tanımlayınca akla hemen Michael Haneke geliyor. Tafdrup’un filmini izleyen basın mensupları da genelde Haneke’nin adını zikretti. Belki asap bozuculukta yarıştırabilirsiniz ama Haneke filmlerinden farklı olarak Speak No Evil’da içine düşülen durum kaçınılmaz değil. Zaten filmin tüm mesajı da burada saklı. Başka filmlerde türlü talihsizlikler sonucu kendilerini ıssız bir evde yardıma muhtaç hâlde bulan aile, Speak No Evil’da tamamen kendi isteğiyle, gündelik nezaket ve davete icabet pratiklerinde gösterdiği içgüdüsel ısrar sebebiyle içinden çıkılmaz bir durumda. İnsan ilişkilerinde tatsızlıktan köşe bucak kaçmak için, vermeye mecbur olduğumuzu düşündüğümüz tüm zoraki onayların mezarından çıktığı gün, bugün. Perili ev yok, hayalet çocuk yok, delirmiş baba yok, sadece saf psikolojik işkence ve verilen yanlış kararlar var. Gerçek hayatta başımıza gelmesi en muhtemel korku senaryosu olduğu için, bu yıl Speak No Evil’dan daha sinir bozucu bir korku filmi izlemeyeceksiniz.


Navalny

Gelecek yıl Akademi’nin En İyi Belgesel adayları arasında görmeniz muhtemel Navalny, heyecanlı bir ajan gerilimine taş çıkartacak bir hikâye ve anlatıma sahip. Rusya’da Putin’e karşı en iddialı muhalefeti yürüten Alexei Navalny’nin 2020’de hükümet tarafından zehirlenmesinin ardındaki gerçekleri aktaran belgesel, nadir rastlanan bir ayrıcalığa sahip: Kendine yönelik cinayet girişimini aydınlatmaya çalışan bir siyasi lider. Kayıt altında çok tuhaf anlara ve diyaloglara sahip bu film, Putin’le Navalny arasındaki savaşı bir yanda sempatik iyilerin diğer yanda soğukkanlı kötülerin olduğu bir çerçevede anlatıyor. Navalny hakkında hiçbir şey bilmeyen izleyicilerin bile kalbini kazanmak konusunda eli çok güçlü filmin. Her şeyin ötesinde tarihî bir belge olarak fazlasıyla değerli. Tamamlayıcı olması açısından, Navalny’nin kendi YouTube kanalında yayınladığı Putin’s Palace adlı belgeseli izlemek faydalı olabilir.


Ayrıca Eren Odabaşı’nın kaleme aldığı Sundance Günlükleri’nin tamamını okumak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.