Brady Corbet ile The Brutalist Üzerine Söyleşi: ‘Bir Film Yönetmenine Aittir’

Yılın yönetmenlik harikası The Brutalist vizyona girmişken, yönetmen Brady Corbet ile yaptığımız mini röportajda “yönetmenin kendi başına karar alma özgürlüğü”nü ve filmin ortaya çıkış sürecinde yaşadığı zorlukları konuştuk.
Venedik Film Festivali’nin ardından son olarak Altın Küre Ödülleri’nde En İyi Yönetmen ödülünü kucaklayan Brady Corbet, uğruna uzun yıllardır canını dişine takarak çalıştığı The Brutalist için yaptığı her konuşmada “yönetmenin kendi başına karar alma özgürlüğü”nü savunuyor. Anaakım Hollywood sinemasında neden sürekli olarak aynı filmleri izlediğimiz sorusu üzerine düşünürken, Corbet’in ortaya attığı bu konuya temas etmeden geçemeyiz, çünkü filmler için finansal kaynak sağlayan stüdyolar ve platformların düdüğü çaldığı bir sektörde yönetmenin bir memurdan fazlası olabildiği örnekler gerçekten de gittikçe azalıyor. Corbet yedi yıl boyunca değirmenlere kılıç sallarken, bir filmin hangi aralıktaki bütçeyi hak ettiği, tam olarak hangi tip izleyiciyi salonlara ya da ekran başına çekebileceği ve en önemlisi ortalama altı seyirci tarafından ne kadar anlaşılabileceği gibi soruların cevabını veren “komiteler”le savaşmak zorunda kalmış. Filmini kendi vizyonunun sınırları içinde tutabilmek için maddi ve manevi fedakârlıklar yapmış. Filminin 215 dakikalık süresini, 70mm formatında gösterim tercihini, unutulmaya yüz tutmuş VistaVision estetiğini ve kim bilir daha neleri tüm kariyeri pahasına savunmuş.
Sonuçta ortaya çıkan film, geçmişte bu savaştan sağ çıkamayan, izleyemediğimiz tüm filmlerin yasını tutturacak kadar büyüleyici. 10 milyon doların altındaki, kuş kadar bütçesiyle kendi Yurttaş Kane’ini (Citizen Kane, 1941) çeken Brady Corbet, filmleri için para ararken bol bol boş nasihat dinleyen tüm yönetmenlere cesaret verdiği gibi, bu süreçte potansiyeli küçümsenen seyircinin de sektöre had bildirmesine vesile oluyor.
The Brutalist’le ilgili, uzun süredir kimsenin söylediğini duymadığım bir cümlenin sıklıkla kurulduğuna şahit oluyorum: “Artık böyle filmler çekilmiyor”. Evet, gerçekten de öyle. Ama bunu biraz ironik buluyorum doğrusu. Aslında “artık kimseye böyle filmler çektirmiyorlar” gibi geliyor bana.
Evet, bu doğru. (Kahkahalar)
Stüdyolar, platformlar, musluğun başında her kim varsa. Peki bu büyük Amerikan epiğini bu kadar düşük bir bütçeyle, istediğiniz şartlarda çekmek psikolojik olarak size neye mal oldu? Ve yeni filminizi izlemek için yedi yıl daha beklemek zorunda kalacak mıyız? Umarım kalmayız.
Umarım. Bunu tahmin etmek zor. The Brutalist’in iyi karşılanması belki bir sonraki filmin yapımını kolaylaştırır ama emin olamıyorum. Birçok şeye bağlı. Yeniden bir film çekmeye hazır olduğumda ekonominin ne durumda olacağına bağlı. Gelecek yılın sonunda başlamayı planladığım bir projem hazır bekliyor. O tarihte gerçekten çekimlere başlayabilecek miyiz, göreceğiz. Film çekmek psikolojik olarak çok külfetli bir iş. Fiziksel olarak da. Aynı anda iki maratona girmek gibi.
Bu filmin yapım sonrası süreci 22 ay sürdü. İki film birden çekmek gibiydi. Üç buçuk saatlik bir film çıkarmamam için üzerimde inanılmaz bir baskı da vardı ama filmin en iyi versiyonunun bu olduğunu düşünüyordum. Bir filmin yaratım sürecinde henüz ilk aşamalardaysam; geri bildirimleri, yorumları, fikirleri seve seve dinlerim. Ama nihayetinde şunu anlamak önemli: Bir film bir kişinin vizyonuna göre çekilir, bir komitenin vizyonuna göre değil. Örneğin benim için yemek konusu da böyledir. Bir restorana gittiğimde 40 kişi tarafından hazırlanmış bir yemek yemek istemem. Şefin hazırladığı yemeği yemek isterim. (Kahkahalar) Sistemin ancak bu şekilde işlediğini düşünüyorum.
Eşimin ya da arkadaşlarımın filmlerinde ikinci birim yönetmeni olarak çalışırken tamamen onların istediği şekilde ilerliyorum. Onların felsefesine, tarzına ve içeriğine hizmet etmek için çalışıyorum. Ne yazık ki tam da bunu kaybediyoruz gibi geliyor. Özellikle her şeyin standartlaşmaya başladığı Amerikan sinemasında. Tek bir bakış açısı gereken konularda 40-50 kişinin bakış açısı araya giriyor.
Şu anda Hollywood’da 7-8 büyük stüdyo var, değil mi? Bu da her şey 7-8 kişinin süzgecinden geçiyor demek.
Evet. Belli bir bütçenin üzerinde film çektiren sadece 25-30 yapım şirketi var. Bu bütçe de 5-30 milyon dolar arasında değişiyor. Böyle bir proje için para toplamaya çalıştığınızda çok dar bir oyun alanınız olduğunu görüyorsunuz.
Sizin gibi yönetmenlere de seyircilere de büyük haksızlık.
Umuyorum ki bu film sadece benim kariyerim için değil, ekosistem için de kayda değer bir etki yaratacak. Bu filmin, seyircinin aslında ne izlemek istediğine dair tabuları yıkan bir veri sunacağını düşünüyorum. İnsanlar 70mm gösterimlerine girebilmek için tüm gün kuyrukta bekliyor. Belli ki böyle bir deneyim için büyük bir iştah var. Umuyorum ki bu, filmlere maddi kaynak sağlayan zümreye önemli bir mesaj gönderiyordur. Bu etkinin bir istisna olarak görülmemesi için elimizden geleni yapıyoruz.

Uzun yıllardır hem basılı hem de dijital yayınlarda sinema üzerine yazıyor. Film eleştirmenliğiyle sevgi-nefret ilişkisi yaşıyor. 2002’de bir dergide yayımlanan ilk kısacık yazısından sonra ipin ucunu kaçırdı. O dergi Altyazı’ydı.