Şu An Okunan
Hatır: Kayıp ve Kırık Parçalar

Hatır: Kayıp ve Kırık Parçalar

80. Venedik Film Festivali’nde Peter Sarsgaard’a En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandıran Hatır, geçmişin kayıp ve kırık parçalarını birleştirmeye çalışan iki insanı takip ediyor. Meksikalı yönetmen Michel Franco’nun imzasını taşıyan Hatır’ın, yönetmenin şimdiye kadarki işleri arasında hem karakterlerine hem de seyircisine en çok şefkat gösterdiği film olduğunu söylenebilir.

Michel Franco‘nun sinemasına baktığımız zaman, kimi zaman travmaların, trajedilerin kimi zaman da insanların birbirine yaptığı zalimliklerin ve zorbalıkların hesaplı bir biçimde hikâyenin içine işlendiğini ve seyircide etki uyandırmak adına ekstrem düzeylere çıkarıldığını görürüz. Yakın dönemde özellikle Yeni Düzen (Nuevo Orden, 2020) üst ve alt sınıfların indirgemeci, ırkçı sayılabilecek temsilleriyle büyük tepki çekmiş, hatta seyirci nezdinde yönetmenin sinemasına yönelik bir tür önyargının oluşmasına sebep olmuştu neredeyse. Franco, Gün Batımı (Sundown, 2022) filmiyle alt sınıf Meksikalıların karikatürize temsillerini devam ettirince, bu yıl Venedik Film Festivali seyircisi Hatır’ın (Memory, 2023) başına da “Eyvah, yine bir Michel Franco filmi izleyeceğiz” düşüncesiyle geçmişti. Ancak Franco’nun, Hatır‘ın anlatısı içinde de sık sık uyguladığı bir yaklaşımla beklentilerimizi boşa çıkardığını, şefkat duygusunu filmin temeline yerleştirerek kendi sinemasına yönelik algılarımızı ters köşeye yatırdığını söylemek mümkün.

Bir Adsız Alkolikler toplantısı sırasında açılan film, Sylvia (Jessica Chastain) isimli bir sosyal hizmet uzmanıyla tanıştırıyor bizi. Kısa sürede eski bir alkolik olduğunu anladığımız Sylvia’nın ilk bakışta kızıyla beraber iş, ev ve bu toplantılardan ibaret olan sakin bir hayat sürdüğünü gözlemliyoruz. Ancak yüzünden mesafeli ve tedirgin bakışları eksik olmayan Sylvia’yla ilgili yolunda gitmeyen bir şeyler var. Eve her girişinde mekanikleşmiş bir şekilde kapısını kilitleyen, kızını gözünü önünden ayırmayan Sylvia’nın, kendi iç dünyasında da insanlarla kurduğu ilişkilerde de, artık varoluşunun parçası hâline gelmiş bir huzursuzlukla yaşadığını hissetmeye başlıyoruz yavaş yavaş. 

Sosyal hayatı pek aktif olmayan Sylvia bir gün kız kardeşi Olivia’nın ısrarlarıyla ona liselerinin mezunlar buluşmasında eşlik etmeye karar veriyor. Gece devam ederken, kendi köşesine çekilen Sylvia bir anda karşısında, imalı gülümsemesiyle bakışlarını ondan ayırmayan gizemli bir adam buluyor. Rahatsızlığını beden diliyle her açıdan belli eden Sylvia hışımla mekândan çıksa da, adam peşinden ayrılmıyor, hatta evine kadar takip ediyor onu. Gece vakti tek başına sokakta yürüyen bir kadın ve onu ısrarla takip eden bir adamı izlemek, bu imgelerin gerçekteki karşılıklarına fazlasıyla aşina olan biz seyirciler için son derece asap bozucu bir deneyim. Yine de Franco’nun mesafeli ve nötr olarak nitelendirebileceğimiz kamera açıları ve hâlâ kim olduğunu bilmediğimiz adamın tuhaf beden dili, burada tahmin ettiğimizden son derece farklı bir durum söz konusu olduğunu ima ediyor bize sanki. Nitekim, sabaha kadar Sylvia’nın apartmanın girişinde bekleyen adamın Saul adlı bir erken demans hastası olduğunu öğreniyoruz. Ancak bu noktaya kadar seyirci açısından Saul (Peter Sarsgaard) ve Sylvia arasında nasıl bir bağ olduğunu, Saul’un Sylvia’yı neden takip ettiğini anlamak pek de mümkün değil. Zira Franco, seyircisine karakterlerin birbirleriyle ilgili bilmedikleri herhangi bir bilgi vermekten imtina ediyor. Biz de onlara çıkmaz sokakların, yanıltıcı yolların ve engellerin eksik olmadığı tanıma/hatırlama yolculuğunda eşlik ediyoruz böylelikle. 

Sylvia, Saul’u tekrar görmeye gittiğinde sitemli bir biçimde, gözlerinden ateşler püskürterek “Beni gerçekten hatırlamıyor musun?” diyerek sesleniyor ona. Saul’un gözlerindeyse belirsizlik ve şaşkın bir merak var sadece. Oysa Sylvia, Saul’u çok iyi hatırlıyor. Onun için Saul, lisede kendisine zorla içki içiren, tecavüz eden öğrencilerden bir tanesi. Saul’unsa bir bulabilse belki pişmanlık duyacağı, belki inkâr etmeyi seçeceği belki de sebebini açıklamaya çalışacağı o anlar yok zihninde. Sylvia’ya verebildiği tek cevap çaresiz bir “Hatırlamıyorum.” Ancak kız kardeşi Olivia ona, Saul’un Woodburry Lisesi’ne kendisi okuldan ayrıldığı yıl başladığını söyleyince hakikatin sesi ve esas sahibi olarak bellediğimiz Sylvia’nın, aslında Saul’la benzer bir zihinsel çıkmazın içinde olduğunu görüyoruz.

Yapbozun Parçaları

Franco, ellerinde geçmişlerinden yalnızca zarar görmüş parçalar kalmış iki insanın bir bütünlüğe ulaşma çabalarını aktarıyor bizlere. Ellerindeki yapbozların kayıp parçalarını birbirlerininkilerle tamamlamaya çalışan iki yaralı insanın hikâyesi bu. Ve bu çabalarının en dokunaklı yanı da, umdukları bütünlük hâline asla ulaşamayacaklarını bilmelerine rağmen denemeye devam etmeleri. Hastalık, bakım ve bu deneyimler sonucunda iki insan arasında gelişen fiziksel ve duygusal yakınlık temalarını Franco, Kronik (Chronic, 2015) filminde de ele almıştı. Hatır’ı benzer temaları işleyen diğer filmlerden ayıran en önemli özellik, demansı herkesin beklediği nihai son (zihnin fonksiyonlarını tamamen yitirdiği bilinçsizlik hâli) doğrultusunda değil, bu sürecin bizzat içindeki git gelli, noksan ama yine de anlam ifade eden deneyimler üzerinden incelemesi. Sylvia, Saul’la vakit geçirmek için bir film açtığında, Saul’un aklında hiçbir şey kalmamasına rağmen, Sylvia’nın yanında durarak bu ânı onunla paylaşmak istemesi veya Saul’un Procol Harum’un ‘A Whiter Shade of Pale’ şarkısındaki org bölümünü aklına kazımak istercesine tekrar tekrar dinlemesi gibi ince detayların bu deneyimlerin özünü layığıyla yakaladığını söylemek mümkün. 

Hatır’da Franco’nun filmin son çeyreğine kadar pek üzerine eğilmediği, yalnızca dolaylı yollardan işaret ettiği diğer tema ise Sylvia’nın küçükken maruz kaldığı ve ileride alkolik olmasına sebep olan cinsel tacizler. Ancak Franco’nun demans konusunu ele alırken benimsediği incelikli yaklaşımın izlerine Sylvia’nın geçmişteki travmalarını incelerken pek rastlamadığımızı da belirtmek gerek. Sylvia’nın kendi gençliğindeki hataları kızının yapmaması için onun üzerinde kurduğu baskıların ve -özellikle filmin dramatik tonuna hiç uymayan- Sylvia ile annesinin yüzleşme sahnesinin yeterince derinleştirilmeden yalnızca senaryonun ilerleyişini sağlayan birer unsura indirgendiğini hissetmemek elde değil. 

Franco’nun başarılı senaryo inşası ve hikâye anlatımıyla anılan bir yönetmen olmadığını biliyoruz. Hatır‘da da bu zayıf noktasını, karakterlerin kendi geçmişleri ve insanlarla kurduğu ilişkileri zihinlerinde konumlandırırken ortaya çıkan kusurlu hatıralara bir göndermeymişçesine anlatının yapısına özgü bir nitelik hâline getirerek maskelediğini söyleyebiliriz. Franco’nun yönetmen olarak zayıflıklarını dengeleyen bir diğer unsursa başrollerdeki Jessica Chastain ve Peter Sarsgaard’ın etkileyici performansları. Chastain ve Sarsgaard, Sylvia ve Saul’un kendi dünyaları içindeki yalnızlıkları kadar birbirlerinde buldukları huzuru ve sevgiyi de ölçülü performanslarıyla bizlere aktarmayı başarıyorlar. İki karakteri beraber izlediğimiz sahnelerde aralarındaki kimyanın, Franco’nun yönetmen olarak kendine has zaaflarını göz ardı etmemizi sağlayacak kadar yoğun ve içten olduğu kesin. Hatır, derinliklerine daldığı iki zihin gibi kusurlu ve eksikleri olan bir film belki, ama o kusurların ötesindeki duygulara ve deneyimlere bir şans verilmesini de hak ediyor. Tıpkı Saul ve Sylvia’nın birbirine verdiği gibi.


Hatır, Başka Sinema salonlarında vizyonda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.