Şu An Okunan
Savaş Atı: Büyümeyen Çocuklar, Yolculuğa Çıkmayan Kahramanlar

Savaş Atı: Büyümeyen Çocuklar, Yolculuğa Çıkmayan Kahramanlar

76. Cannes Film Festivali’ne henüz veda etmişken, geçtiğimiz yılın Altın Kamera ödülünün kazananı Savaş Atı (War Pony, 2022) Türkiye seyircisiyle buluştu. Belirli Bir Bakış seçkisinde gösterilen film yalnızca konusuyla değil, alternatif yapım süreciyle de dikkat çekiyor.

Sanatçının ait olmadığı bir kültür, kimlik veya bir topluluk üzerine eser üretmesi her zaman tartışma yaratan bir konu olmuştur. Tarihsel anlamda Batımerkezci bir dünya kapsamında gelişen sinema da, bir anlamda hepsini ’öteki’ olarak adlandırarak tektipleştirdiğimiz temsillerden mahrum değildir. Elbette Batılı bir yönetmenin Afrika, Küresel Güney ya da herhangi bir azınlık topluluk üzerine film çekmesi ille de ırkçı ve ötekileştirici bir söylem üretecek diye bir kaide yoktur. Aksine, kaçınılmaz biçimde bünyesinde barındırdığı çelişkilere ve sınırlara dair farkındalık geliştiren filmler, hem kolektif olduğunu sık sık unuttuğumuz sinema pratiğine hem de temsil biçimlerine dair verimli bir düşünce egzersizine dönüşebilir. Geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera ödülüne layık görülen Savaş Atı, tam da bu tanımın özelliklerini taşıyan bir film. American Honey, Logan Lucky ve The Girlfriend Experience gibi yapımlardaki rolleriyle tanınan Riley Keough ve Gina Gammell tarafından yönetilen filmin çıkış noktası, Keough’nun American Honey setinde Amerikan yerlileri Franklin Sioux Bob ve Bill Reddy tanışmasına dayanıyor. American Honey’nin çekimleri bittikten sonra da dostluklarını devam ettiren üçlü, yanlarına Gina Gammell’ı atarak Sioux Bob ve Reddy’nin Pine Ridge Rezervasyonu’ndaki hayatlarından ilham alan ortak bir senaryoyla çıkagelmiş. Buna karşın, Yapımcıları arasında da bu bölgede doğup büyümüş sinemacıların (Willi White ve Pte Cante Win Poor Bear) yer aldığı filmin promosyonunda, yerel halkın prodüksiyon sürecine dahil olması önemli bir unsur olarak kullanıldığını hatırlatmakta fayda var. Tanıtım için sık sık değinilen bir diğer detaysa elbette Riley Keough’nun aktris kimliği ve Elvis’in torunu olması. Azınlık temsilleri açısından doğru bir yaklaşım benimseyen Savaş Atı’nın, bu yaklaşım üzerinden bir promosyon söylemi inşa etmek zorunda olması, yukarıda bahsettiğimiz çelişkilerin ve film endüstrisinin gerçeklerinin çarpıcı bir örneği aslında.

Kenarsız Karakter Portreleri

Pine Ridge’de yaşayan Lakota halkına odaklanan film, bu bölgede yaşayan Bill ve Matho isimli iki gencin hikâyesini takip ediyor. Matho, babası gibi ‘büyük adam’ (!). olma hevesiyle uyuşturucu kullanmakla kalmayıp, ticaretine de merak salan 12 yaşında bir çocuk sadece. 23 yaşındaki Bill ise çoktan iki çocuk babası olmuş, bir şekilde dikiş tutturmanın yollarını aramakta. Ve bu yollar arasında bahçesinde bulduğu poodle cinsi köpeği çiftleştirip cins köpek ticaretine atılmaktan, hindi çiftliği sahibi Tim’in birlikte olduğu yerli kadınlara şoförlük yapmaya uzanan yaratıcı seçenekler var. Film, Güney Dakota’da çekilmesi ve amatör oyuncularla çalışılması sebebiyle sık sık Chloé Zhao imzalı Ağabeylerimin Bana Öğrettiği Şarkılar (Songs My Brothers Taught Me, 2015) ve Binici (The Rider, 2017) ile ilişkilendirilse de Zhao’nun mekânlara yönelik daha stilize bir yaklaşım benimsediğini, Savaş Atı’nın ise insanlar arası etkileşimleri ve anlatı ritminin ön plana koyduğunu söylemek mümkün. Savaş Atı, mikro düzeydeki bazı kilit olaylar dışında, iki ana karakterinin yaşamlarına gözlemci bir bakış açısıyla yaklaşan, dolayısıyla da sonu iyi ya da kötü biten bir kahramanın yolculuğu anlatısı sunmaktan kaçınan bir film. Çocukların suç işlemesi, genç yaşta uyuşturucu bağımlılığı veya ebeveynlik gibi oldukça hassas konulara değinmesine rağmen bu olgulara dair herhangi bir yargıda bulunmaması oldukça değerli. Keough ve Gammell’e yaptığımız söyleşide öğrendiğimiz üzere Lakotalıların negatif bir temsille ilişkilendirilme gibi bir kaygıları yok. Kendi gerçekliklerinin yine kendileri tarafından anlatılmasından memnunlar. Ve bu gerçekliğin en dikkat çeken niteliklerinden biri de, özellikle genç jenerasyonun yerel kültürleri ve Amerikan tüketim kültürü arasında kalması. Duygusal ilişkilerin bile para bağlamında şekillenmesininin de (örneğin Bill’in çocuklarının anneleriyle veya Matho’nun babasıyla ilişkisi) bu duruma semptomatik bir örnek teşkil ettiğini görüyoruz. Filmin farklı yerlerinde iki gencin karşısında beliriveren bizonun ise, maddi ve manevi dünya arasında bir kırılması noktasına karşılık geldiğini ve bu anlarda karakterlerin kendi varoluşlarına dair, kısacık da sürse, bir tür farkındalık kazandıklarını düşünebiliriz. 

Matho ve Bill, filmin yalnızca çok ufak bir kısmında bir araya gelse de bu iki karakteri dolaylı olarak birbirine bağlayan unsurlardan biri de kaybetme deneyimi. Burada kaybetme kavramını hem sevdiğimiz birini yitirmek hem de hayatta başarısız olma olarak düşünebiliriz. Filmin sonunda karakterlerimizin hayatlarını baştan aşağı değiştiren, onları büyüten bir deneyim yaşamadığını söylemiştik – ki Savaş Atı’nı Amerikan bağımsız sinemasının favori türü olan coming-of-age filmlerinden ayırıp Larry Clark ve Harmony Korine sinemasına yakın bir noktada konumlandırılan özelliği de bu. Dolayısıyla filmin, kaybetme deneyimini kilit bir dönüşümün kaynağı olarak konumlandırmaksızın, yalnızca iki karakterin bu süreci farklı biçimlerle nasıl deneyimlediğiyle ilgilendiğini görüyoruz. Gelecekte Matho’nun uyuşturucu satmaya devam edip etmeyeceğini, Bill’in de sağda solda tehlikeli işlere bulaşıp bulaşmayacağını yahut başka kayıplar yaşayıp yaşamayacağını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz iki gencin bu hikâye çerçevesinde neler deneyimlediği. Savaş Atı, kenarları boş bırakılmış ve ne yönetmenin ne de biz seyircinin tamamlamaya hakkının olduğu karakter portreleri çiziyor esasında. Ve kurmaca bir gerçekliğe ait de olsa, bir insanın benliğini bütünüyle kavramanın imkânsızlığını ortaya koyuyor. 

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.