Bond, Soğuk Savaş Kahramanı James Bond
Kundura Sinema, sinema tarihinin en meşhur ve en uzun soluklu karakterlerinden James Bond’un 60’ıncı yaşını ’60 Yaşında: Bond, James Bond’ adlı seçkiyle kutluyor. Restore edilmiş kopyalarıyla Türkiye’de ilk kez seyirciyle buluşacak James Bond klasikleri Aralık boyunca Kundura Sinema’da görülebilecek.
Sinema tarihindeki en uzun soluklu serinin kahramanı James Bond, başarısını hiç ölmemesine rağmen sürekli yeniden doğmasına borçlu. “Bu dünyada bazı şeyler asla değişmez ama bazı şeyler değişir” diyerek Niobe’ye olan duygularını ifade eden Morpheus, James Bond’un sinemasal yolculuğunu da özetliyor aslında. Bond filmlerinde gerçekten bazı şeyler asla değişmezken bazılarıysa sürekli değişir ve yarım asırdır seyirciler, nelerin değiştiğini ve nelerin aynı kaldığını görmek için salonlara akın eder. Bond’u canlandıran aktörler sürekli değişir lakin martinisini karıştırılmış değil çalkalanmış olarak içeceğini biliriz. Bazen Lotus Esprit’e biner, bazen Aston Martin’e veya Bentley’e fakat yine biliriz ki son teknoloji ürünü o araç, bir arabadan çok daha fazlasıdır. Bond’un namlunun ucunda göründüğü açılış jeneriğine eşlik eden şarkılar, birbirinden güzel Bond kızları, yakışıklı ajanımızın aşk maceraları, Moneypenny, Q, M, Spectre gibi Bond’u Bond yapan bütün unsurlar için geçerlidir bu durum. Bazı şeyler değişir, bazı şeylerse asla değişmez. Son film No Time to Die (2021), bu değişimlerin en büyüğünün habercisi olsa da Bond’un kendisi defalarca başkalaşım geçirdi. Bunlardan ilki kahramanımız henüz on yaşındayken, 70’lerde yaşandı.
Ian Fleming’in Bond’u, İkinci Dünya Savaşı’nı müteakiben eski büyük imparatorluğunu yitiren ve dünya liderliğini iki yeni aktöre bırakan İngiltere’nin, “henüz ölmediğini” anlatan bir kahramandır. İkinci Dünya Savaşı esnasında İngiliz donanması adına casusluk faaliyetleri yürüten ve kendi deneyimlerinden yola çıkarak Bond’u yaratan Ian Fleming, kahramanına kendisinden çok şey aktarmıştır ve bunlar, espiyonaj faaliyetleri esnasında edindiği tecrübelerden ibaret değildir. Banker bir büyükbabaya ve milletvekili bir babaya sahip Fleming, daha yirmili yaşlarındayken gazetecilik, bankacılık, borsa simsarlığı gibi işlere atılan, eğitimini İsviçre ve Almanya’da tamamlamış, ayrıcalıklı ve nüfuzlu birisidir. Savaştan sonra kışları Jamaika’da, yazları Britanya’da geçiren Fleming, İngiliz burjuvazisinin safkan bir temsilcisi olarak kendi zümresinin değerlerini ve dünyayı algılayış biçimini yarattığı kahramana da aktarmıştır. Bond’un giyim kuşamında, araba takıntısında, kumar tutkusunda Fleming’in ve İngiliz burjuvazisinin yansımaları vardır. Gençliğinde namlı bir playboy olan Fleming’in elinden çıkan Bond’un kadın avcısı olması tesadüf değildir. Bunun yanında Fleming, üzerinde güneş batmayan imparatorluklarının yavaş yavaş karanlığa büründüğüne şahit olan, “talihsiz” bir kuşağa mensuptur. 1953 yılında Casino Royale ile Bond serisini başlatırken Fleming, İngiltere’nin zirve günlerinin geride kaldığının bilinciyle ve nostaljik bir duyguyla hareket eder. Bir yandan ülke içinde The Blitz’in yaralarını sarmaya çalışan, diğer yandan büyük bir itibar kaybına uğrayacağı Süveyş Krizi ve Soğuk Savaş’la boğuşan İngiltere’nin onurunu kurtarma görevi, en büyük İngiliz James Bond’a düşecektir.
Bond, her şeyden önce bir Soğuk Savaş çocuğudur; edebi ve sinemasal olarak Soğuk Savaş döneminde doğmuş, büyümüş ve olgunlaşmıştır. Bond’un karakterini belirleyen şey “İngilizlik” iken, evrenini Soğuk Savaş ve iki kutuplu dünya düzeni şekillendirir. Bond’un Dr. No (1962) ile başlayan sinemasal macerası, Amerikanlaştırmayı da beraberinde getirir. Bir düşük edebiyat örneği olan Bond, kısa sürede, bir pop ikona dönüşür. Ana amacı seyirciyi eğlendirmek olan Bond filmleri, tipik avantür filmlerin yüksek bütçeli birer örnekleriyken, yavaş yavaş bir propaganda makinesine de evrilir. Propaganda, hiçbir zaman Bond filmlerinin esas amacı olmamıştır. Öncelikli hedefi ve ikisi arasındaki sınır nettir lakin özellikle ilk dönem filmlerinin tamamı, Soğuk Savaş’a ve dünyaya, Amerika’nın/Batı Bloğu’nun perspektifinden bakar. İlk dönemki filmlerin ortak temaları arasında, gerçek dünyadan süzülüp gelen casusluk faaliyetleri, uzay yarışı, nükleer savaş ve insanlığı bekleyen muhtemel yıkım yer alır. Bu temaların etrafına dizilen semboller, temsiller ve verilen mesajlar “Özgür Dünya” propagandasına hizmet ederken, tehlikenin kaynağı olarak Komünizm ve Doğu Bloku gösterilir. Filmlerin kültürel ve politik arka planı, iki kutuplu dünyaya göre tasarlanır ve iyiyle kötü, doğruyla yanlış net bir şekilde ayrılır. Bond, girdiği bütün maceralarda, Özgür Dünya’yı ve onun değerlerini savunur.
Siyasi Bir Ayna
Bond serisinin altıncı kitabı olmasına rağmen sinema yolculuğunu başlatma şerefine nail olan Dr. No (1962), Amerika’nın uzaya yollayacağı füzeyi düşürmeye çalışan bir örgütü anlatır. İstanbul’a, Kızıl Dünya’nın dibine konuşlanan Rusya’dan Sevgilerle’de (From Russia With Love, 1963) Bond’un ezeli düşmanı Spectre örgütü ve onun lideri Blofeld, iki kutbun sinir uçlarına dokunarak Rusya’yla İngiltere’yi birbirine düşürmeye çalışır. Spectre, Thunderball’da (1967) iki nükleer bomba ele geçirir, Amerika ve İngiltere silahlanma yarışının olası sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. İnsan İki Kere Yaşar‘da (You Only Live Twice, 1967), yine Spectre, Amerikan ve Sovyet uzay araçlarını, dünyanın yörüngesinden kaçırarak iki ülkeyi savaşın eşiğine getirir. Majestelerinin Gizli Servisinde‘de (On Her Majesty’s Secret Service, 1967), uzay ve nükleer savaş yerine bir diğer büyük tehlikeyi, biyolojik yıkımı masaya sürer. İki kutuplu düzeni doğrudan hikâyesinin merkezine yerleştirmeyen Goldfinger (1964) bile, nükleer silahı ve ekonomik yıkımı koz olarak kullanır…
Soğuk Savaş’ın en şiddetlendiği 1960’lı yıllarda çekilen Bond filmlerinin tamamı, gerçek dünyadan esinlenir ve hayatı perdeye taşır. Dünyayı ele geçirmeye çalışan gizli örgütler, nükleer çalışmalar, uzay yarışı, biyolojik silahlar, başka ülkelerde faaliyet gösteren ajanlar, son teknoloji ürünü aletler birbiri ardına sıralanır. Temalar kadar mekân seçimleri de dikkat çekicidir. 16 Ekim 1962’de başlayan ve iki hafta boyunca dünyayı diken üstünde tutan Küba Krizi’nden sadece 6 gün önce vizyona giren Dr. No, Küba’nın yanı başındaki Jamaika’da geçer. Küba Krizi’nin bir diğer ayağı olan Türkiye, krizden bir yıl sonra ikinci filme ev sahipliği yapar. İnsan İki Kere Yaşar‘da, bu defa Pasifik’e, bir diğer kesişim noktası olan Japonya’ya gider. Gerçek hayatta iki blok nerde birbirine temas ediyorsa, bir propaganda makinesi olan Bond filmleri de oraları mekân beller. Bu temaslar, iki blok arasında kalan ülkelere, kendilerini bekleyen olası tehlikelere dair verilmiş ufak birer mesaj ve uyarıdır.
Yumuşama Dönemi
1970’li yıllarda insanlık, başka bir dünya mümkün mü sorusunun peşine düşer ve iki blok arasında bir détente (yumuşama) dönemi başlar. Yirmi yıl boyunca birbiriyle çatışan iki blokun, nükleer tehdidin azaldığı ve birbirleriyle yakınlaştıkları, küresel savaş yerine vekalet savaşlarının yürütüldüğü bir sürecin içine girmesi, çağın ruhunu taşıyan Bond filmlerine de sirayet eder. Komünizm tehdidi baki olmasına rağmen artık öncelikli sorun değildir. Bu nedenle Bond filmlerinde temalardan kötü adamlara, mekanlardan temsillere kadar birçok değişim gerçekleşir. Tabii en büyük değişim, Bond’un kendisinde yaşanır, Sean Connery yerine Roger Moore geçer. Muzip ve eğlenceli tavırlarıyla Moore, détente dönemi için de uygun bir aura’ya sahiptir. 1970’li yılların Bond filmleri, gerçek dünyadaki trendlerden ziyade, sinemada moda olan akımları takip etmektedir. Moore’lu ilk film, Live and Let Die (1973), Bond’un CIA aracılığıyla müttefiklik ilişkisi kurduğu Amerika’nın öteki yüzüyle tanışmasını sağlar. Blaxploitation çağına da denk düşen film, vudu büyülerinden uyuşturucu maddelere, Harlem’den New Orleans’a kadar uzanarak siyahların dünyasını da perdeye taşır. Bond tarihinin en iyi kötü adam performanslarından birine imza atan Christopher Lee’nin yer aldığı Altın Tabancalı Adam (The Man with the Golden Gun, 1974), Bruce Lee ile zirveye çıkan dövüş sanatları filmlerinden esinlenmektedir, içinde bolca dövüş sahnesi vardır ve egzotik Uzak Doğu’yu mekân beller. Moore’un yer aldığı ilk iki filmde komünizmden, Özgür Dünya’dan, nükleer tehlikeden pek eser yoktur ama sonrasında bu temalar, ilginç bir yoldan ve farklı amaçlarla geri döner.
Beni Seven Casus
Détente döneminin zirve noktasını teşkil eden Beni Seven Casus (The Spy Who Loved Me, 1977), karşı karşıya konumlandırdığı iki kutbu, bu defa yan yana getirir. Balistik füze taşıyan Sovyet ve İngiliz denizaltıları kaybolmuştur ve bu sorunu çözmek için KGB ile MI6 birlikte hareket eder. Bond’un ortağı KGB ajanı Anya Amasova, 60’lı yıllardaki kötü Rus stereotiplerinin aksine, olumlu özelliklerle donatılmış bir karakterdir ve Rus görünürlüğü, Bond evreninde ilk defa pozitif bir temsile kavuşur. Sovyet General Gogol’un dediği gibi bu operasyon, Anglo-Sovyet iş birliğine dayalı yeni bir dönemi müjdelemektedir. Post-Star Wars döneminin trendlerinin peşine takılarak cümbür cemaat fezaya çıkan Moonraker (1979), eski korkuları, abartılı bir uzay operası formatında perdeye taşır. Filmde yer verilen uzay yarışı ve kitlesel yok oluş temaları, gerçek bir tehditten çok nostaljik bir eğlence öğesine benzemektedir. 70’li yıllardaki pozitif havaya rağmen, 1979 yılında Sovyetler’in Afganistan’a müdahale etmesi, işlerin kısa sürede terse dönmesine yol açar. 80’li yıllar, eski alışkanlıkların hortladığı, reel politiğin tekrar Bond evrenine döndüğü bir dönemin kapısını aralar. Soğuk Savaş çocuğu, Komünizm’in amansız düşmanı Bond, aslına rücu eder.
70’li yıllar, Soğuk Savaş’ın varlığına rağmen, Bond’un kara propagandadan uzaklaştığı bir döneme denk düşmektedir. Moore’un personası sayesinde Bond, kendi kendinin parodisine dönüşen, sinemasal trendlerin peşinde, eğlence yüklü bir seriye dönüşür. Bu süreçte Bond’u Bond yapan unsurlar hiç değişmezken, kendisi ve dünyaya bakış birkaç kez değişir. Nihayetinde Bond, ister kadın olsun ister siyah, ne kadar değişirse, o kadar aynı kalan bir kahramandır. Radikal değişimlere gebe yeni bir çağ ufukta belirmişken eski bir döneme, 70’lerin Bond’una dönüp bakmak, en hoş hazırlık olabilir.