Şu An Okunan
Saint Laurent: İzinsiz, Dağınık ve Kirli

Saint Laurent: İzinsiz, Dağınık ve Kirli

Saint Laurent

Moda efsanesi Yves Saint Laurent’ın hayat hikâyesini aktaran Bertrand Bonello imzalı Saint Laurent, bildik biyografik filmlerden daha farklı bir üslup taşıyor. Bonello, bu ikonik karakteri büyük bir hayal kırıklığının pençesinden kurtulamayan bir karakter olarak ele alıyor.


Bu yazı, Altyazı’nın Haziran 2015 tarihli 151. sayısında yayımlanmıştır.


“Hiç yoktan hikâye var etmek, bir çöle gelip sıfırdan bir ev inşa etmeye benzer. Burada ise daha farklı bir durum var. Önünüze koskoca bir dağ çıkıyor ve ondan bir ev oymanız gerekiyor.” Yeni filminde moda efsanesi Yves Saint Laurent’ın hayat hikâyesini aktaran Bertrand Bonello’nun biyografik filmlere dair bu tespiti kâğıt üstünde pek de zihin açıcı durmuyor belki. Ancak Bonello’nun, normal standartlarda gayet bayat kaçabilecek bu akıl yürütmesiyle ne demek istediğini anlayabilmek için Saint Laurent’ı (2014) izlemek gerekiyor. Hem yönetmenin filmografisinin geri kalanındaki tavrını Yves Saint Laurent’ın hayat hikâyesine nasıl enjekte ettiğini takip etme fırsatı sunmasından hem de yapım koşullarından dolayı. Saint Laurent bildik biyografik filmlerden daha farklı bir deneyimin peşinde. Yine bu sene içinde gösterime giren başka bir Yves Saint Laurent biyografisi olan Jalil Lespert imzalı Yves Saint Laurent, bu filmlerin alışılagelmiş standartlarına canı gönülden bağlanırken (kayıtsız kalınamayacak büyük bir yeteneğin ortaya çıkışı, adım adım gelen şöhret, bu şöhretle başa çıkamama hâlleri ve çöküş) Bonello’nun Saint Laurent’ı odağındaki kişinin hayat damarını bulup bunun bizim için neden önemli olması gerektiği üzerinde duruyor. Modacının sadece zirvede olduğu yılları perdeye getiren bu ikinci Yves Saint Laurent hikâyesinde kahramanımız, yeteneğinin büyüklüğüne bakıp karşısında saygıda kusur etmeyeceğimiz bir ‘yaralı ruh’ değil sadece… Haute couture dünyasını alaşağı ederken kadınların kendilerine dair fikirlerinde de bir sarsıntıyı tetikleyenler arasına girmiş bir isim… Bütçeleri Yves Saint Laurent almaya yetmeyecekleri de ilgilendirecek bir pop kültür figürü… Ve bedenini, zihnini harap ettiği hayatıyla tam da Bertrand Bonello’luk bir kahraman…

Saint Laurent

Gaspard Ulliel’nin büyük bir hayal kırıklığının pençesinden kurtulamayan bir karakter olarak canlandırdığı Yves Saint Laurent, gerçek hayatında da çok sevdiği Marcel Proust’a bir referansla çıkıyor karşımıza ilk olarak. Modacı, Proust’un karakteri Swann’ın ismini vererek kayıt yaptırdığı otelin odasında neredeyse intihara meyilli bir hâlde telefonunu açıyor, karşı taraftaki gazeteciye kaldırıldığı hastaneyi, doktorların zalimliğini, uyuşturucuyla ilişkisini, kısacası anlatmaması gereken her şeyi anlatıyor. Ve Proust etkisi filmin geri kalanında da karşımıza çıkıyor. Keskin bir dille ifade edilmese de Cezayir’de geçirdiği günlerde, disko neonları altında ‘dandy’/haz düşkünü Jacques de Bascher’le (Louis Garrel) ilk karşılaşma ânında ve kâğıt mankenlere kıyafetler diktiği, annesine hayranlıkla baktığı çocukluk yıllarına yapılan geri dönüşlerde… Bonello’nun Yves Saint Laurent’ın hayat hikâyesine bu yaklaşımının çağrışımlara izin vermesi, filmi de Jalil Lespert’in anlatımında olduğu gibi “rafta duran Mondrian kitabını gördü ve ikonik Mondrian elbiseleri de böyle doğdu” gibi çiğ yaklaşımlardan koruyor.

Yves Saint Laurent’ın Zihninde

Tabii ki Saint Laurent’ın başlarında da tanıdık isimlerin, diyalogların orasına burasına öylesine serpiştirilmesi gibi bildik biyografik film defoları mevcut (“Sylvie Vartan için kostümleri bu ay yetiştirmemiz lazım. Ondan sonra da yeni Truffaut filminin kostümlerine başlayacağız”). Ancak filmin genelinde Saint Laurent’ın ilişkide olduğu ikonik isimler, onun hayatına etki ettikleri kadarıyla hikâyede yer bulabiliyorlar kendilerine. Misal Andy Warhol’un modacıya yazdığı mektup, Laurent’ın hezeyanlarına iyi bir giriş olduğu için filmde. Jacques de Bascher’in diğer sevgilisi Karl Lagerfeld, sadece bir anlığına arka planda, o da ancak Alman modacının o dönemdeki saçlı sakallı hâlini bilenlerin tanıyabileceği bir şekilde perdeye geliyor. Bonello, kahramanını bu gibi skandal anlatılardan, önemini tasdikleyen şöhret kliklerinden mümkün olduğunca koruyor. Onun, kendi kurumsallaşmış, markalaşmış ismine nasıl yabancılaştığının peşine düşüyor. Beslendiği noktalarla ürettiği şeyler arasındaki farkta niye kaybolduğu üzerine düşünüyor. Kendi bedenini ısrarla tüketiyor oluşunu, üstten bakan, ahlaki bir çerçeveye başvurmadan didikliyor. Kariyerinin başlarında Pornografi’de (Le Pornographe, 2001) Yeni Dalga’nın yüzü Jean-Pierre Léaud’yu idealleri üzerine bir bardak soğuk su içmiş 68 Kuşağı’ndan bir porno yönetmeni rolüne çıkartarak Fransız sinemasının geçmişiyle hesaplaşan Bonello, yeni filminde de toplumsal olanla kişisel olanın (halüsinasyonlara girene kadar kişisel) kesişim noktalarına bakıyor. Ve neyse ki bildik cevaplarla çıkagelmiyor.

Saint Laurent

Yves Saint Laurent belli ki Bonello için bir araç. Ancak bu durum, Bonello’nun Laurent’ı bir kukla gibi şu toplumsal olaydan bu olaya bir figüran olarak kullandığı anlamına da gelmemeli. Hatta Bonello, oyunbazlığı iyice ele aldığı sahnelerden birinde toplumsal vakaların belgesel görüntülerini YSL koleksiyonlarıyla yan yana getirerek bu beklentimizle dalga bile geçiyor. Zira uyuşturucu ve seksle örülü fildişi bir kulede yaşayan modacının gündelik hayatımıza nasıl dokunduğu, o dokunma ânında neler yaşandığı böyle katı şemalarla, düz mantıkla açıklanamayacak bir muamma. Bonello da belli ki bu muammanın farkına vararak Yves Saint Laurent’ın zihninde bir yolculuğa çıkıyor. Hatta kendi filmine mesafe alarak, hikâyenin yan karakterlerinden birini tam da bu imkânsızlık üzerine konuşturduğu absürd bir sahne çekerek meramını iyice belli ediyor. Tıpkı Todd Haynes’in Bob Dylan anti-biyografisi Beni Orada Arama’da (I’m Not There., 2007) olduğu gibi Saint Laurent’da da temsil krizi başrolde. Ve ironik bir biçimde film, kendi kendisinin bir temsil olduğunu kabul edip bu bilgiyi izleyiciyle paylaştıkça Yves Saint Laurent gerçeğine daha fazla yaklaşılıyor. Çünkü hem izleyici hem de yönetmen kendi bildiği Yves Saint Laurent’ı o sıkıcı biyografik film şemasına hapsetmekten kurtuluyor. Denk geldiğimiz bir parfüm şişesinden ya da 70’lerin bir moda dergisinden edindiğimiz YSL fikri ve ruhu, giriş-gelişme-sonuç çizgisinin çağrışımlara katiyen izin vermeyen sınırlarından böylece sızabiliyor. Dolayısıyla modacının uzun süreli partneri ve iş ortağı Pierre Bergé’nin himayesinde çekilen gayet steril Jalil Lespert filmi Yves Saint Laurent’dansa Bertrand Bonello’nun resmi izinsiz, daha dağınık ve “kirli” Saint Laurent’ı bu çığır açmış ismin hakkını çok daha fazla veriyor.


Saint Laurent, MUBI Türkiye’de yayında. MUBI’nin Altyazı okurlarına özel kampanyasıyla 30 gün boyunca MUBI’ye ücretsiz erişim sağlayabilirsiniz.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.