Şu An Okunan
Sessizlik: Yabancı Dilde Kelimeler

Sessizlik: Yabancı Dilde Kelimeler

Sessizlik, Tystnaden

Ingmar Bergman’ın “Tanrının Sessizliği Üçlemesi”nin son filmi Sessizlik, sinema tarihinde görünür izler bırakmış bir başyapıt. Çoğunlukla inançsızlığa doğru bir yolculuk olarak görülen üçlemenin son parçası gücünü ketumluğundan alan, dile dökülemeyecek olanı sorgulayan bir film.


Bu yazı, Altyazı’nın Temmuz-Ağustos 2018 tarihli 185. sayısında yayımlanmıştır.


Sessizlik (Tystnaden, 1963), jeneriğin üzerine düşen tik-tak sesleriyle açılır. Zaman, bir tehdit gibi açar filmi. Bir tren kompartımanında üç kişi yolculuk etmektedir. Uyuyan bir çocuk, askılı bluzuyla ter içinde bir kadın ve üzerinde kalın ceketiyle durgun uyuyan bir diğer kadın. Çocuk uyanır ve gözlerini ovuşturur. Kameraya bakarak tekrar ovuşturur, sonra tren camından dışarı bakarken bir kez daha. Manzara yerini bir dizi tanka bırakır. Bu iki kız kardeş (Ester ile Anna) ve Anna’nın oğlu Johan, İsveç’e doğru yaptıkları yolculuklarına tuhaf bir şehirde mecburi bir mola verirler. Sokaklarında tankların gezindiği bu şehrin adı Timoka’dır. Bu hayalî şehrin, yönetmen Bergman tarafından konan adı, Estonca ‘celladına teslim olmak’ anlamına gelmektedir. Hayalî bir zamanmekânda geçen filmdeki şehrin sakinlerinin konuştuğu dil de yine uydurma bir dildir. Keza, adı üzerinde, Sessizlik’te konuşma çok da yoktur zaten; konuşulduğu zamanlarda da dil çoğunlukla işlevsizdir. Sessizlik sanki dil öncesi bir evrende geçer. Tensel olanın baskın olduğu, dile dökülemeyenlerin hâkim olduğu bir dünyadır Sessizlik’inki.

Filmin sessizliği sadece sözün eksikliğinden kaynaklı değildir elbette; olay örgüsü konusunda da son derece ketumdur Bergman. Kan kusan ve ölümcül bir hastalığı olan Ester’in hastalığının ne olduğunu bilmeyiz. Ester ile kız kardeşi Anna’nın gerilimli ilişkilerinin nedenlerini bilmediğimiz gibi, ilişkilerinin doğasına dair de neredeyse hiçbir bilgimiz yoktur. Belki de bu yüzden seyirci olarak konumumuz en çok sürekli gözlerini ovuşturarak etrafa bakan Johan’ınkine yakındır. Johan gibi merak dolu gözlerle bakarız, Sven Nykvist’in muazzam siyah-beyaz görüntü yönetiminin sağladığı rüyamsı ama bir o kadar da katı bu dünyaya.

Sessizlik, Tystnaden

Sessizlik, Bergman’ın Aynadaki Gibi (Såsom i en Spegel, 1961) ve Kış Işığı (Nattvardsgästerna, 1963) ile beraber inanç teması üzerine kurduğu üçlemesinin son filmi olarak anılır. Bu üçleme, inançsızlığa doğru bir yolculuk gibi görülür çoğu zaman. Sessizlik’e gelindiğinde Tanrı fikri artık tükenmiştir. Filmin dünyasına –Tanrı fikriyle ifade edilsin ya da edilmesin– bir tür tükenmişlik, inançsızlık, iletişimsizlik, varoluşsal bir acı hâkimdir. Ester ölmeye, Anna yaşamaya çalışırken aynı derece zorlanmaktadır sanki. Her ikisi de taşıyamayacakları kadar yoğun duyguların, dokunsan kırılacak hâle gelmiş bedenleridir âdeta. Duygusal kırılganlıkları onlar üzerinde büyük hasar bırakmış, onları katatonik hâle getirmiştir. Bergman’ın hikâye konusundaki ketumluğu bu türden bir varoluşsal acıya, dile dökülemeyecek olana yapmak istediği vurgudandır. Sinemadan çok sanki ancak müziğin ‘yoktan’ var edebildiği bir duygusal yoğunluğu Bergman imgelerle ve jestlerle yaratmayı başarır. Komodinin üzerinden alınan bir bilezik ya da beyaz otel çarşaflarına tutunulan bir an, ancak müziğin yaratabileceği yoğunlukta bir duygusal ağırlık bırakır perdede.

Seyirci olarak bu yükün altında ezilip gitmememizin tek sebebi ise Johan’dır. Tıpkı tren kompartımanından olduğu gibi, otel odasından da kovulan bu küçük çocuk, bu duygusal yüklerden azade ortalıkta dolanmaktadır. Otel odasında bir aşağı bir yukarı yürüyen annesini yer hizasından izlerken, ona şöyle der: “Ne garip, ayakların sanki tek başlarına seni oradan oraya taşıyorlar.” Henüz bütünlüklü bir beden algısı dahi oluşmamış olan bu küçük çocuk, manzaralara, tanklara, tanımadığı bir adamla otel odasında sevişen annesine, otel duvarına asılı koskoca bir tabloya, bir oda dolusu cüceye ya da dilini bilmediği dev garsona aynı merakla bakar. Yaşananlar henüz yabancı bir dilde, bilmediği kelimeler gibidir onun için. Ve sanki bu sayede, filmin gerçekten hareket edebilen, gezinebilen tek karakteri Johan’dır. Filmin sonunda, ölüm döşeğindeki Ester’den ona kalan miras bu türden bir ‘bilinmeyen dildeki kelimeler’dir; Bergman sinemasına has bir duygusal yoğunluk/ağırlık.

Sessizlik, sinema tarihine çok görünür izler bırakmış bir başyapıt. Dile dökülebilecek az şey var aslında Sessizlik’te, oysa zihinlere ve sinema tarihine kazınmış onlarca imge. David Lynch’in cücelerinden İkiz Tepeler’in (Twin Peaks, 1990-1991) esrarengiz otel görevlisine, Stanley Kubrick’in Cinnet’inde (The Shining, 1980) koridorda gezinen çocuğa, Sessizlik’in imge dünyasının ne kadar çok başyapıt doğurmuş olduğuna bugünden bakmak müthiş bir şey.


Sessizlik, MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.