Soğukkanlılıkla: Kaskatı Bir Tragedya
Truman Capote’nin “kurmaca olmayan romanı”ndan uyarlanan Richard Brooks imzalı Soğukkanlılıkla, “İdeal Amerika”yı alaşağı eden bir suç filmi klasiğidir.
Edebiyatla az biraz ilgilenen biri, adını koyamadığı yalnızlıkların peşinden giderse kısa zamanda karşısında Truman Capote’yi bulacaktır. Nitekim tatmin de olacaktır, zira son derece etkileyici, sarsıcı ve bir o kadar da zarif bir dili vardır Capote’nin. Güçlü mizansenler kurarak yalnız insanların hikâyelerini, üzerine çok düşünülmüş ama hiçbir zaman bu yönüyle parlamayan, sade diyaloglarla anlatır. Dünya edebiyatının önde gelen yazarları arasında kendine özgün bir yer açabilmesini, edebiyat, tiyatro ve sinema alanlarında etkili eserler verebilmesini sağlayan da budur.
1959 yılında, Kansas’ın Holcomb kasabasında vahşice katledilen Clutter ailesinin haberi peşinden bir yazar içgüdüsüyle giden Capote, yazar ve çocukluk arkadaşı Harper Lee’yle beraber birçok röportaj yapmış ve kitabı üzerinde altı yıl boyunca titizlikle çalışmıştı. Öyle ki yazarın suçu ve suçlu psikolojisini ustalıkla ele alan çalışması, dâhil edildiği non-fiction janrının ilk ve en iyi örneği kabul ediliyor hâlâ.
1965 yılında yayımlanan ve konusunun yanı sıra usta işi kurgusu ve titizliğiyle de hayranlık uyandıran ‘Soğukkanlılıkla’, sinemaya uyarlanmaya fazlasıyla müsaitti. Romanın ele aldığı süreç, tragedyanın kaskatı yapısını doğası gereği bünyesinde barındırıyor ve bu özelliğiyle de, kurmacanın kıskanabileceği soğuk bir gerçeklikle “İdeal Amerika”yı alaşağı ediyordu. Tüm bunlarla beraber Yeni Hollywood, Klasik Hollywood’un üslup ve konu bakımından tektipleştiren derisini üzerinden atarken roman, sanki daha sinemaya uyarlanmadan bu akım içinde de başarılı bir örnek olarak yer alabileceğinin sinyallerini veriyordu. Nitekim öyle de oldu, zira kitabı teknik açıdan harfi harfine takip etmek bile akımın en karakteristik özelliklerini anlatıya bahşediyordu.
Capote her ne kadar filmin, romanın ulaştığı derinliğe ulaşabilmesi için dokuz saatlik bir süreye ihtiyacı olduğunu düşünse de, yönetmen Richard Brooks sinemanın avantajlarını ve dezavantajlarını iyi ölçüp biçmiş, 1967 yapımı Soğukkanlılıkla’da (In Cold Blood) kimi zaman romandan ve yazarın tercihlerinden farklı bir yol izlemişti: Neticede Capote’nin elinde uzun, neden sonuç ilişkilerinin nakış gibi işlendiği sayfalar varsa, Brooks’un elinde de karakterleri ilmek ilmek dokuyan flashbackler vardı.
Siyah ile Beyaz Arasında
Özünde iç içe geçmiş, çözümsüz ve yıkıcı zıtlıkların ayrıntılı bir dökümü olan ‘Soğukkanlılıkla’, sinemaya uyarlanırken çoğu renkten feragat ederek tabiatın en büyük tezat temsiline teslim eder kendini; siyah ve beyaza. Bir tarafta ideal Clutter ailesi: Sevecen, nazik bir baba; hastalığın getirisi zayıflığa rağmen merhametli bir anne; küçük “dahi” oğlan ve kusursuzluğuyla göz dolduran kız; âdeta kasabanın ve klasik anlatıların en beyaz, saf cephesi. Diğer tarafta ise hapishane geçmişinden ders almayan, hayata en kestirme ve en zalim tarafından ulaşmaya çalışan ve ortak bir amaçla yola çıkmalarına rağmen tamamen iki zıt kutbu oluşturan bir ikili: Düşünülebilecek en karanlık taraf. Dolayısıyla Brooks siyah-beyaz tercihiyle –yaşam gereği– iç içe geçen ama her daim ciddi bir kontrast yaratanların peşinden gidiyor; okurun başka renklere dalıp gitmesini engellemek istercesine.
Brooks –çoğunlukla– Capote’nin mükemmelen işleyen kurgusundan ödün vermiyor, katillerin kurbanlarına adım adım yaklaşma sürecini paralel kurguyla iç içe geçirerek okura “soğukkanlı” bir seyir deneyimi yaşatıyor. Ama bir yandan da kitabın ritminden uzaklaşmayı tercih ederek karakterleri dinamik kesmelerle birbirine bağlıyor. Soğukkanlılıkla böylece, romanın kimi yerlerde elde edemediği gerilimi de başarıyla elde ediyor.
Roman beyazperdeye uyarlanırken –tabii ki– gücünden bir şeyler kaybediyor. 135 dakikalık süresi gereği ne Clutter ailesi, ne Dick ne de soruşturmada görevlendirilmiş dedektifler derinlik kazanabiliyor. Brooks bunun yerine –Capote’nin de tercih ettiği üzere– Perry’ye odaklanıyor. Karakterin edilgen mizacını çocukluk travmaları, geçirdiği motor kazası ve hiçbir zaman ulaşamadığı “olmak istediği” ben üzerinden temellendirirken, Dick için oldukça yüzeysel bir portre çiziyor. Öyle ki Dick’in elinden, geçirdiği trafik kazasının fizyolojik ve nörolojik kusurlarını da alıyor: Gerçek hayatta ancak gülerek toparlanabilen tekinsiz yüzü yerine her daim iyi görünen, tertemiz, şeytan tüylü bir yüzle tanıtıyor Dick’i seyirciye. Böylece Dick yalnızca Perry’yi manipüle etmek ve Perry’nin kendisine bahşedemediği “karizmatik” rolü ona bahşetmek için var oluyor anlatıda.
Richard ve Perry’nin yakalanmasıyla beraber film, ikilinin idamına kadar dış sesin eline geçiyor. Bu noktada film, kitabın da taşıdığı ‘tarihi belge’ niteliğini kazanmış oluyor. Perry’nin rahibin odasında geçirdiği son dakikaları, akıldan çıkmayacak bir şekilde görselleştiriliyor: Yağmurla yıkanan camın önünde hayatı boyunca mücadele ettiği baba-oğul çatışmasının “son damla”sını aktarırken, kusursuz bir şekilde ikiye bölünüyor Perry’nin yüzü: Bir yanı karanlıkta, diğer yanı ise sicim gibi akan damlaların aydınlatmak ve arındırmak için çok geç kaldığı bir iç yüzde.
Soğukkanlılıkla, romandan en iddialı kopuşu finalde yaşıyor. Capote infazlardan sonra anlatısını son derece yumuşak ve belki de biraz umutla bitirirken Brooks soğuk ve özensiz idam “köşe”sinde sonlandırıyor filmi. Yönetmen, Perry’nin rüyalarında onu şiddet uygulayan rahibelerden koruyan ve göklere çıkaran “sarı kuş”un Perry’yi, otoritenin başka bir temsilinin elinden artık kurtaramayacağını tüm acımasızlığıyla aktarıyor izleyiciye.
François Villon’un ‘Asılmışlar Baladı’ndan bir alıntıyla başlıyor roman:
Bizden sonra yaşayacak sevgili insan kardeşlerim,
Yüreğiniz titremesin bizi hatırlayınca.
Unutmayın, bize duyduğunuz acımanın
Çok daha fazlasını beslemektedir Tanrı bizim için.
Richard Brooks ise Capote’ye itiraz etmenin estetik mücadelesini veriyor Soğukkanlılıkla boyunca: Hayır, görüyorsunuz; çok da fazlasını beslemiyor.
Akdeniz Üniversitesi’nde Gazetecilik eğitimi aldı. Gazetecilik eğitimi süresince edebiyat ve sinemayla ilgilendi. Yeditepe Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat yüksek lisans eğitimine devam ediyor ve çeşitli mecralar için edebiyat incelemeleri kaleme alıyor.