Şu An Okunan
Tantura: Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum

Tantura: Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum

Tantura

Yönetmenliğini Alon Schwarz’ın üstlendiği Tantura, 1948 yılında binlerce Filistinlinin hayatını etkilemiş Tantura Katliamı’nın izini süren bir arşiv belgeseli. İsrail devletinin kuruluş aşamasında işlediği suçları araştıran belgesel, günümüzde yaşananlara dair yansıttıklarıyla önem kazanıyor.

Tantura, Kundura Sinema’nın ‘Belgesel Film Kuşağı’ programı kapsamında 2 Haziran’da Beykoz Kundura’da seyirciyle buluşuyor.

Alon Schwarz’ın 2022 yapımı filmi Tantura, 1948 yılında, İsrail’in kuruluş döneminde, yüz binlerce Filistinlinin yerinden edildiği, 15 binden fazla sivilin öldürüldüğü, ağırlıklı nüfusu Araplardan oluşan beş yüzün üzerinde yerleşim yerinin boşaltıldığı ‘Nakba’ (felaket) sırasında, Akdeniz kıyısındaki Arap köyü Tantura’da yaşananlara günümüzden bakan bir arşiv belgeseli. İlk olarak Sundance Film Festivali’nde izleyici karşısına çıkan belgeselde Schwarz, anlatısını Teddy Katz adında İsrailli bir araştırmacının 1990’lı yıllarda kaleme aldığı yüksek lisans tezi üzerine kuruyor. Katz’ın 1948’de Tantura köyünün halkına karşı işlenen suçların failleriyle ve yaşananların tanıklarıyla yaptığı sözlü tarih çalışması etrafında şekillendirdiği bu tez, aslında başlangıçta Hayfa Üniversitesi tarafından kabul edilmiş. Ne var ki bir süre sonra bir İsrail gazetesinin konuyu kamuoyunun gündemine taşıması sonucu uzun ve tartışmalı bir hukuki süreç başlamış, İsrail düşmanlığıyla suçlanan Katz ve ailesi de yoğun bir baskıya maruz kalmış. Belgeselde Alon Schwarz, Katz’ın yanı sıra bugün halen hayatta olan kimi tanıklara bir kez daha mikrofon uzatıyor, yazılıp silinmiş bir tarihi yeniden yazmaya, bastırılmış hafızayı diriltmeye gayret ediyor.

Biçimsel olarak Tantura, özellikle son yıllarda popülerlik kazanan bir belgesel geleneğinin izinden gidiyor: Yakın tarihte yaşanmış, farklı şekillerde yorumlanmaya açık karanlık bir olay; tanıklara ulaşarak ve imha edilmiş kanıtları ortaya çıkararak bu karanlığı aydınlatmayı hedefleyen bir araştırmacı gazetecilik çalışması; sürpriz bulgularla izleyiciyi şaşırtan, âdeta bir gerilim filmi izliyormuş duygusu yaratan bir kurgu… Ne var ki Tantura özelinde, bu anlatı yapısının ve estetik anlayışın ne kadar isabetli bir tercih olduğu tartışmaya açık; zira yönetmenin filmin en başından itibaren izleyicinin önüne koyduğu belgeler, paramiliter Alexandroni Tugayı’nın işlediği suçları doğrudan kanıtlamasa da, yaşananın bir katliam olduğuna dair çok kuvvetli bir intiba uyandırıyor. Kısacası ortada bir savaş suçunun olup olmadığı sorusunun yanıtı filmin en başından itibaren apaçık ortada. Schwarz’ın yaptığı röportajlarda, faillerin büyük bölümü Katz’ın tez çalışması için alınmış ses kayıtlarındaki ifadelerini inkâr ediyor, “Hayır, asla böyle bir katliam söz konusu olmadı” diyor. Ama seksenli, doksanlı yaşlarındaki bu eski askerlerin kamera karşısındaki hâl ve tavırları, ses tonları, mimikleri çoğu zaman onları ele veriyor. Aynı şekilde, onlarla birlikte kadraja giren aile fertlerinin mahcubiyetinde, kameradan kaçırdıkları gözlerinde de çok bariz işaretler var. Yönetmenin niyeti olayın kendisini aydınlatmak belki ama belgeselin esas ilgi çekici yönü, gerçeği ortaya çıkarma çabasından ziyade söz konusu inkâr mekanizmasının nasıl işlediğine, kolektif suçluluk duygusuyla baş edebilmek için bir toplumun başvurduğu bilinçli ve bilinçsiz yöntemlere dair düşünme olanağı sunması.

Bilinç Yarılması

Faillerin günümüzdeki anlatılarında öne çıkan argümanı, “Katliam olmadı, silahsız siviller öldürülmedi, nihayetinde savaştaydık ve ölenler de savaşta öldürüldü” şeklinde özetlemek mümkün. Oysa filmin verdiği tarihsel arka plan, İsrail devletinin kuruluş sürecinde Tantura’nın stratejik bir köy olduğunu, İsrail’in kurucu lideri David Ben-Gurion’un (tabii ki başka pek çok yerleşim yeriyle birlikte) özellikle buradaki halkı ne pahasına olursa olsun sürmeyi elzem gördüğünü, dahası, sonraki yıllarda da kendini temize çıkarmaya çalışan İsrail devletinin o döneme dair tarihsel belgeleri açıklarken nasıl seçici davrandığını ortaya koyuyor. Tüm bunların üzerine, katliamda tüm yakınlarını kaybetmiş insanlardan halen hayatta olanlarının ifadeleri de belgeselde kendine yer buluyor.

Tantura’daki katliamdan sorumlu tutulan Alexandroni Tugayı’nın üyeleriyle yapılan röportajlarda, akıllara Joshua Oppenheimer’ın Öldürme Eylemi (The Act of Killing, 2012) belgeselini getiren anlar da mevcut. O filmde, yıllar önce işledikleri suçları gururla, ayrıntılarıyla anlatan katiller gibi, Tantura’da da karşımıza “Kaç kişiyi öldürdün?” sorusunu “Bilmem, saymadım” diye yanıtlarken kahkahalara boğulan bir adam çıkabiliyor örneğin. Bir diğeri, silah arkadaşlarının işlediği cinayetleri anlatırken yüzünde tuhaf, neredeyse nostaljik denilebilecek bir gülümseme beliriyor. On yıllardır süregelen psikolojik bir bastırma mekanizmasının nasıl işlediğine, mağduru gibi failini de travmatize eden şiddet eylemlerinin bıraktığı ince ama keskin izlere şahit oluyoruz bu röportajlarda. Bir ulusun devletleşmesi uğruna her türlü şiddeti meşru görmüş, kadınlara cinsel şiddet uygulamış, çocukları katletmiş, yüzlerce insanı toplu mezarlara gömmüş faillerin kabullenme ile inkâr arasında gidip gelen hâllerinde dehşet verici bir bilinç yarılması var.

Halkla İlişkiler

Alon Schwarz görüştüğü insanların bireysel anlatılarından fışkıran bu yarılma hâlini mercek altına alırken, elbette bunu mümkün –dahası kaçınılmaz– kılan devlet politikasını da görmezden gelmiyor. İsrail’in kurucusu ve ilk başbakanı Ben-Gurion’un, daha katliamın planlanma aşamasından itibaren tüm dünyada, Arapların topraklarını kendi istekleriyle terk ettiği izlenimini uyandırmak için yoğun bir çaba harcadığına tanık oluyoruz mesela. Hatta Batı ülkelerinden davet edilen basın mensuplarının, zorla yerinden edilmeleri “masum bir göç hareketi” olarak kayda geçirmek üzere işgal altındaki Filistin topraklarına davet edildiklerini öğreniyoruz. Yetmiş beş yıldır sistematik olarak işlenen sayısız suça, bir halkın kendi ülkesinde mülteci hâline getirilmesine rağmen İsrail’in dünya kamuoyunun önemli bir bölümünde “yalnızca topraklarını ve vatandaşlarını korumaya çalışan” bir ülke imajını bugün hâlâ koruyabilmesinin, daha 1940’lı yıllarda başlayan bu ısrarlı halkla ilişkiler çalışmasının sonucu olduğu çok açık.

Tarihyazımını tekeli altına almaya gayret eden bu halkla ilişkiler girişiminin kolları yalnızca basına uzanmıyor tabii ki: 2000’lerin başında Teddy Katz’a açılan hakaret davası sırasında 140 saatlik ses kayıtlarının bir dakikasını bile dinlemediğini bugün çekinmeden itiraf eden hâkim Drora Pilpel yargının; yüksek lisans tezinin kütüphanelerden kaldırılıp imha edilmesi akademinin; tarih profesörü Yoav Gelber’in “Ben tanıklıklara inanmam. Folklor açısından bir işlevleri olabilir ama tarih bilimi açısından hiçbir değerleri yoktur” sözü de bilim insanlarının suç ortaklığını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Böyle bir ruh hâlini mümkün kılmak için inkâr politikasının toplumun tüm kurumlarına, tüm katmanlarına sirayet etmesi elzem. Kendini “solcu bir Siyonist” olarak tanımlayan Schwarz’ın İsrail’in karşısında konumlanmamakla birlikte, röportajlarında sık sık vurguladığı konulardan biri de bu basit gerçek: İsrail devletinin halkına kendi tarihi hakkında sürekli yalan söylemesi. Bir belgesel olarak Tantura da yalanlar üzerine kurulmuş bu tarih anlatısının altını oymayı, bu sayede de insanların (ama özellikle de İsrailli Yahudilerin) bu coğrafyanın tarihine bakışlarını değiştirmeyi hedefliyor.

Filmin bir yerinde bir araştırmacı, “Bütün bunlardan sonra nasıl yeniden normal bir insan olabilirsin? İnsan kendisiyle nasıl barışır?” sorularını soruyor. Tantura’nın 90 dakika boyunca ekrana getirdiklerinde, bu sorunun olası yanıtlarından pek çoğunu bulmak mümkün: “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyerek. Hatırlayanları susturarak. Tarihle yüzleşme çabasını bir suç hâline getirerek. Kurbanları fail, failleri kurban hâline getirerek. 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısından bu yana İsrail’in Gazze Şeridi’nde 35 binden fazla insanı tüm dünyanın gözleri önünde katletmesini mümkün kılan da bu değil mi? Barışın hüküm sürdüğü bir geleceği inşa etmek için geçmişle yüzleşmek elbette şart ama ne yazık ki güncelin yakıcılığında, her gün çocuklar ve bebekler ölürken öncelikler ister istemez değişiyor.


Tantura, Kundura Sinema’nın ‘Belgesel Film Kuşağı’ programı kapsamında 2 Haziran’da Beykoz Kundura’da seyirciyle buluşuyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.