62. Viennale İzlenimleri: Yenilikçi Biyografik Filmler
17-29 Ekim 2024 tarihleri arasında 62. kez düzenlenen Viennale, zengin bir programla dünya sinemasının son bir yılından öne çıkan örnekleri seyirciyle buluşturdu. Seçkisinde ortak temalara sahip filmlere de yer veren ve yaratıcı programcılığı önemseyen Viennale’de izlediğim filmlerden üçü biyografik film türüne farklı yaklaşımlar içeriyordu.
Uzun yıllardır Avusturya’nın en önemli film etkinliği olma özelliğini sürdüren Viyana Uluslararası Film Festivali (Viennale) bir seyirci festivali. Odak noktasında bir yarışma değil, dünya sinemasının son bir yılının özeti işlevi görecek geniş bir seçki ve retrospektifler yer alıyor. Uzun metraj, kısa metraj, kurmaca, belgesel veya deneysel sinema arasında ayrım yapmayan festival; seyirciye sunduğu zengin içerik kadar, görece popüler yapımlarla seyirciden çaba bekleyen filmleri programında bir araya getirmesiyle de biliniyor. Örneğin Yandaki Oda (The Room Next Door, 2024) gibi festival “hit”leri kadar, documenta 14 üzerine toplam süresi 14 saati aşan bir belgesel de (Dimitris Athiridis’in yönettiği exergue – on documenta 14, 2024) Viennale programında yer alabiliyor. Büyük ölçüde bu programcılık anlayışı sayesinde festivalin yıllar içinde ağırladığı sayısız önemli konuk var. Festivalin bu yılki tanıtım filmini çeken Radu Jude başta olmak üzere; Tsai Ming Liang, Bruno Dumont, Miguel Gomes, Alain Guiraudie, Patricia Mazuy, Denis Lavant, Joshua Oppenheimer, Luca Guadagnino, Albert Serra gibi isimler 62. Viennale’nin konukları arasındaydı.
Her ne kadar festivalin bir yarışması olmasa da Viennale’de bağımsız jürilerin verdiği ödüller var. Bunlardan birisi de Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu’nun verdiği FIPRESCI ödülü. Ben de FIPRESCI jürisindeki görevim nedeniyle bu yılki Viennale’yi yerinde takip etme fırsatı buldum. Programdaki ilk ve ikinci uzun metraj filmler arasından festivalin yaptığı bir seçkiyi değerlendirdik ve Matthew Rankin’in yönettiği Evrensel Dil’i (Universal Language, 2024) ödüllendirdik.
Viennale’yi değerlendireceğim bu yazıya hazırlanırken aklıma gelen ilk tema ise biyografik filmler oldu. Festivalde izlediğim filmlerden özellikle üçü bu alanda yaratıcı ve dikkate değer çabalar içermekteydi. Belgesel ve kurmaca arasındaki sınırın zaman zaman iyice belirsizleştiği günümüz sinemasında, biyografik filmlere dair klasik yaklaşımlar da büyük ölçüde tüketildi desek yalan olmaz. Bazen arşivlerin veya buluntu görüntülerin de yardımıyla yönetmenler hayat hikâyeleri anlatmanın farklı yollarını arıyor.
Görsel sanatçı ve yönetmen Madeleine Hunt-Ehrlich, ilk uzun metrajlı filmi The Ballad of Suzanne Césaire’i (2024) bir “post-biyografik film” (post-biopic) olarak tanımlıyor. Filmin merkezinde Afro-Karayipli yazar Suzanne Césaire yer alıyor. Feminist ve anti-kolonyal bir aktivist olduğu gibi Afro-Sürrealizm akımının da öncüleri arasında sayılan Césaire’in, belki tarihten silinmiş olmasa bile hak ettiği kadar tanınmaması filmin öncelikli meselesi. Césaire’i canlandıracak bir oyuncuya hayat veren Zita Hanrot, “hatırlanmak istemeyen bir sanatçı hakkında bir film yapıyoruz” dediğinde filmin yapısı da büyük ölçüde şekilleniyor. Yönetmenin niyeti klasik bir anlatı etrafında şekillenen bilgilendirici bir biyografik film yapmak değil, Césaire’in yazdığı metinlerin çağrıştırdıkları üzerine yaratıcı ve serbest bir biçimsel deneme. Verdiği bir röportajda Amerikan sinemasında cesaretin gerektiğinden fazla içeriğe odaklı hâle gelmesinden yakınan Madeleine Hunt-Ehrlich, gerçekten cesur filmlerin biçimsel denemelerden çıktığına inandığını söylüyor. Césaire’in metinlerinin doğruda ilişkili olduğu konuları biçimsel çağrışımlarla ele alan bu filmin, biyografik film türüne özgün bir yaklaşım içerdiği şüphesiz.
Maxime Jean-Baptiste’in yönettiği Listen to the Voices (Kouté vwa, 2024) ise kurmaca ve belgeselin iç içe geçtiği bir yapıya sahip. Film, 13 yaşındaki Melrick’in yaz tatilinde Paris’ten Fransız Guyanası’na, anneannesini ziyarete gelmesini konu alıyor. Bu yaz tatili boyunca Melrick kendi aile tarihinde de bir yolculuğa çıkıyor. Zira Cayenne’de anneannesinin yaşadığı bölgede, yıllar önce bir çete kavgasında öldürülen dayısı âdeta bir halk kahramanı. Melrick, dayısını anmak için düzenlenen bir törene hazırlanırken, pek çok farklı kişiden onun hayat hikâyesinden kesitler dinliyor. Filmi ilginç kılan unsursa; bu insanların hepsinin kendisini canlandırması. Hatta bahsedilen dayı, filmin yönetmeni Jean-Baptiste’in de kuzeni. Listen to the Voices, başkarakter Melrick’in çok genç yaşta trajik şekilde ölen dayısının yaşamından parçaları bir araya getirmeye çalıştığı bir yap boz. Film bu oyuncaklı yapısı sayesinde sömürgecilik, göçmenlik, yerini, yurdunu ve hikâyesini kaybetme gibi temaları da yaratıcı şekilde işliyor.
Alex Ross Perry’nin yönettiği Pavements (2024) ise gerçekten şaşırtıcı bir belgesel. 90’ların ünlü Amerikalı indie grubu Pavement’ın önceki yıl tekrar bir araya gelmesini konu alıyor gibi gözüken film, giderek kurmacaya da meyleden melez bir hâle bürünüyor. Pavement üzerine (sahte) bir biyografik filmin çekim sürecini belgesele dâhil eden Perry, seyirci beklentileriyle sürekli oynuyor. Yıllar içerisinde kendi mitolojisini yaratmış grubun hikâyesi, gerçek ve kurmacanın iç içe geçtiği mizahi bir yapıya da son derece müsait. Müzisyenleri anlatan klasik biyografik filmleri, özellikle de Bohemian Rhapsody’yi (2018) tiye alan sahneleriyse Pavements’ın en keyifli anları.
Başka örneklere, mesela yılın en çok konuşulan filmlerinden ve yine Viennale programında yer alan Brady Corbet imzalı The Brutalist’e (2024) kadar genişletilebilecek bu tema, günümüz sinemasının anlatı ve anlatım konusundaki yaratıcı arayışlarının büyük ölçüde kurmaca ve belgesel arasındaki gri alandan geldiğini bize hatırlatıyor. Söz konusu alanda biyografik film türüne farklı yaklaşımlar da özellikle öne çıkıyor.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde gazetecilik eğitimi alırken, 2000 yılında, Sinema Dergisi'nin kadrosuna editör göreviyle dâhil oldu ve profesyonel sinema yazarlığına başladı. 2009-2013 yılları arasında yazı işleri müdürlüğünü üstlendiği Sinema Dergisi'nde 13 yıl boyunca düzenli yazmaya devam etti. Bugün sinema yazılarına Altyazı ve Milliyet Sanat'ta devam ediyor.