Şu An Okunan
Altın Portakal Günlükleri 2022 #5: LCV ve Karanlık Gece

Altın Portakal Günlükleri 2022 #5: LCV ve Karanlık Gece

Altın Portakal’da Ulusal Yarışma dün yapılan gösterimlerle sona erdi. Yarışmanın son gününde seyirciyle buluşan filmler İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı imzalı LCV ile Özcan Alper’in yeni filmi Karanlık Gece’ydi.

59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yavaş yavaş sona yaklaşılıyor. Dün yapılan gösterimlerle birlikte festivalin Ulusal Yarışması’nda da tüm filmler prömiyerlerini gerçekleştirmiş oldu. Cumartesi gecesi yapılacak ödül töreni heyecanla beklenirken seçkinin genel olarak tatmin edici filmler barındırdığını ve Ulusal Yarışma’daki her gösterimin neredeyse tamamen dolu salonlarda gerçekleştirildiğini not düşmek mümkün. Pek çok açıdan sektörü bir araya getiren ve önemli ölçüde bir aradalık hissini tekrar yaşatan Altın Portakal’da Gezi Davası kararı nedeniyle hapiste olan sinemacılar her prömiyer öncesinde anıldı ve yakın gelecekte tekrar aramızda olmaları umudu dile getirildi. 

Ulusal Yarışma’nın son gününde seyirciyle buluşan ilk film, yönetmenliğini İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı’nın yaptığı LCV (Lütfen Cevap Veriniz) oldu. İkiliyi geçtiğimiz Nisan ayındaki İstanbul Film Festivali’nde yarışma dışı gösterilen Donadona’nın (2022) yönetmenleri olarak tanıyoruz. LCV, tıpkı Donadona gibi gücünü “küçük”lüğünden almaya gayretli bir yapım. Tamamı tek mekânda, tek bir sekans olarak görülebilecek bir yapıda, üç oyuncuyla kurgulanmış. Cem Yiğit Üzümoğlu, Ushan Çakır ve Melisa Şenolsun’un başrolleri paylaştığı film, evlenmek üzere olan bir çiftin düğünün hemen öncesinde nikâh şahitlerinden birisi olan yakınlarıyla yaşadıkları diyaloglar üzerine kurulu. (Yazı, bu noktadan itibaren filmin sürpriz gelişmelerini açık ediyor.) Başta damadın yakın arkadaşı konumundaki Mert (Cem Yiğit Üzümoğlu) alkolün verdiği etkiyle, düğüne bir saat kala bu çiftle ilgili bildiği sırları bir bir dökmeye başlıyor ve düğüne engel olmaya çalışıyor. Çiftin buna geliştirdiği itirazlar ise yerini zamanla bir çözülme ve yüzleşme silsilesine bırakıyor. 

LCV temelde bu çözülme üzerinden yerleşik heteronormatif ilişki düzeninin ikiyüzlülüğüne ayna tutma düşüncesiyle yazılmış ve çekilmiş bir film, buna şüphe yok. Mert karakterinin damatla yedi yıllık bir ilişkisi olduğunu ve esas aldatılanın kendisi olduğunu söylemesiyle birlikte karakterlerle ilgili bilgiler etrafa saçılmaya başlarken anlatı tamamen Mert karakterinin yanında, onu daima haklı ve anlaşılır konumda tutmaya çalışıyor. Diğer karakterlerin homofobik yaklaşımlarına ânında en makul cevapları veren, onları homofobileriyle yüzleştiren, oldukça hazırcevap ve ‘haklı’ bir karakter var filmin merkezinde. LCV de bu ilginç kurulumu, yarattığı merak unsuruyla filmin başlarında ilginç kılmayı başarıyor. Ancak tamamı tek mekânda geçen ve üç oyuncuyla ilerleyen anlatı oda tiyatrosunu andıracak ölçüde net sınırlarda kaldıkça film, böyle bir yapıda ihtiyaç duyulan güçlü bir diyalog trafiği gerekliliğini karşılayamıyor ve etkisini kaybedip tekrara düşüyor, ilginçliğini yitiriyor. 

Ancak bunun da ötesinde, filmin anlatıyı ve diyalog trafiğini kurarken yaptığı tercihlerin ciddi problemler taşıdığını da vurgulamak gerek. Anlatı tamamen Mert’in haklılığında kalırken eşcinsel ilişkiye karşı verilecek klişe ve homofobik tepkiler Melisa Şenolsun’un canlandırdığı Ceren’in ağzından tekrarlanıyor. Başka bir ifadeyle bu homofobik ifadelerin taşıyıcılığını ısrarla Ceren karakteri üstleniyor. Mert toplumsal baskı yüzünden aşkını yaşayamayan, Semih (Ushan Çakır) farklı şekillerde yaşasa da benzer bir mağduriyet yaşayan karakterlerken konformizmin ve bilinçli homofobinin tarafında kalan her daim Ceren oluyor. Bir an olsun bu çizgiden kopmayan Ceren karakteri, filmdeki tek kadın karakter olarak son derece indirgenmiş, sığ bir görüntü çiziyor. Buna ek olarak LCV’nin yaşadığı problemlerden biri de bu çok kısıtlı ve gergin sürede açığa çıkan onlarca majör gelişmenin ne karakterlerin ruh hâlinde ne de diyaloglarda hissedilir bir karşılığının bulunmaması. Filmin sonuna varırken başından bu yana büyük bir dönüşüme rastlayamadığımız gibi bu biriktirilemeyen duygular filmin finalinde verilmeye çalışılan heteronormatif ilişkilerin ikiyüzlülüğüne dair eleştiri tonunun da biraz havada kalmasına neden oluyor. Bununla birlikte Antalya seyircisinin LCV’yi oldukça sevdiğini ve ciddi bir ilgiyle karşıladığını da not düşmek gerek. 

LCV (Lütfen Cevap Veriniz)

Altın Portakal’ın Ulusal Yarışma’sında seyirciyle buluşan son yapım ise Özcan Alper’in yeni filmi Karanlık Gece oldu. İlk uzun metrajı Sonbahar’dan (2008) bu yana Türkiye sinemasının önemli yönetmenleri arasında adı geçen ve yakın zamanda Netflix’te yayınlanan Âşıklar Bayramı’yla (2022) dikkatleri üzerine çeken Özcan Alper’in son filmi bir süredir merakla bekleniyordu. Buna ek olarak filmin Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu, Pınar Deniz, Taner Birsel ve Sibel Kekilli gibi isimleri barındıran görkemli oyuncu kadrosu da filme olan merakı katlayan unsurlardan biriydi. Özcan Alper’in yeni filmi aslında bu yarışmada yer alan Kurak Günler’e ve Kar ve Ayı’ya benzer biçimde bir taşra kasabasının şehirli bir yabancıyla karşılaşması ve ardından yaşanan gerilime dayalı bir anlatı izliyor. Berkay Ateş’in canlandırdığı, müzisyenlik yapan İshak karakterinin hasta annesini görmek üzere bir süredir uğramadığı kasabasına dönüşünü izlediğimiz film, zamanla İshak’ın geçmişte dâhil olduğu bir linç olayının peşine düşmesine ve yaşadığı vicdan muhakemesine dönüşüyor. 

Özcan Alper’in filmi temelde başkarakterinin geçmişi hatırlaması üzerinden belli bir olayı takip eden ve karakterin geçmişi üzerinden bugününü şekillendirmesini anlatan bir film. İshak’ın kasabaya dönüşüyle geçmişte kasabaya mühendis olarak atanan Ali’yi (Cem Yiğit Üzümoğlu – dün gösterilen iki yapımda da başarılı performanslarıyla dikkat çeken Üzümoğlu, günün öne çıkan isimlerindendi, şüphesiz ki) ve geçmişte yaşananları hatırlamasını izleyen film hafıza parçalarının peyderpey anlatıya dâhil edilmesiyle ilerleyen paralel bir senaryo kurgusuyla ilerliyor. Yavaş yavaş İshak’ın bu lincin bir parçası olduğunu, yaşadığı merakın aslında kendi vicdanının yansıması olduğunu izliyoruz. Temelde bir taşra kasabasının içine kapalı dünyasını, erkeklik performansı üzerinden kurulan baskıcı ortamının yakıcılığını açık eden film devamlı yükselen bir gerilimle hem baskıcı bir toplumun kodlarını deşifre ediyor hem de günümüz Türkiye’sine hâkim olan linç kültürünü doğrudan biçimde yansıtıyor. 

Karanlık Gece’nin temel tercihlerinden biri anlatının seyirci nezdinde şekillenmesini doğrudan etkileyen bir doğaya sahip. Zira Özcan Alper, anlatının elini daha ilk andan itibaren açık etmeyi tercih ediyor. Yani Ali karakterinin bir lince kurban gideceğini, İshak’ın bunun bir parçası olduğunu, Kadıköylü Ali’nin yaşam tarzı sebebiyle başına işler açacağını daha ilk andan anlıyoruz ve hem kurbanın hem failin baştan belli olduğu bir suç öyküsü izliyoruz. Bunun ülkenin politik atmosferini açık etmek ve müdanasız bir anlatı tercih etmek bakımından işlevsel olabileceği kesin. Öte yandan bu, filmin gerginliği devamlı artırmaya çalışan atmosferinin diri ve yüksek debili tutulmasının önünde bir engele de dönüşüyor. Devamlı filmin şimdiki zamanı ile geçmişi arasında gidip gelen senaryo kurgusu bilhassa filmin orta kısımlarında kendini tekrar ediyor ve tempoyu bir miktar düşürüyor. Buna rağmen sonuna kadar ilgi çekici kalmayı başaran ve geçmişle bugün arasında paralellikten öte gerçekçi bağlantılar kurmaya çalışan film, finaliyle de oldukça politik bir beyanı seyirciye aktarmayı başarıyor.

Güncel Türkiye sinemasının önde gelen iki yönetmeninin aynı yıl seyirciyle buluşan iki filminin konusundan anlatı tercihlerine pek çok konuda benzerlik taşımasının da bir haber değeri var elbette. Hem Karanlık Gece hem de Kurak Günler çok benzer temaları, benzer bir hikâye biçimi, benzer hisler ve benzer yan unsurlarla ele alıyor. İki filmin de açılışında kullanılan av görüntülü linç ve erkeklik müsameresi anlarından finallerindeki toplumsal histeriye, obruklardan homoerotik bağlamlara pek çok benzerlik taşıyan bu filmleri Türkiye’de bir süredir ayyuka çıkan toplumsal ayrışmanın bir görüntüsü olarak okumak mümkün pekâlâ. Zira Türkiye’de 2000’li yılların sinemasına yansıyan suskun, dertli ve pasif agresif taşra-kent çelişkisinden çok farklı bir sosyopolitik atmosfer yaşanıyor bir süredir. 2000’li yıllarda söz konusu olabilecek “taşranın boğuculuğu” artık günümüzde yerini taşranın “öldürücülüğü”ne bırakmış durumda. Kurak Günler ve Karanlık Gece’nin yanına Kar ve Ayı’yı da koyarak söylersek, artık taşranın dışa kapalı doğasıyla yüzleşen kentli karakterler yaşam hakkında varoluşsal dertlerle değil bizzat hayatta kalmanın kendisiyle ilgilenmek durumundalar. Bunun tamamen kentli karakterlerin gözünden yazılmış ve onları temize çeken anlatılarla, daima vicdanı temel bir mesele olarak kullanan biçimde sinemaya taşınması ise bir başka bağlam içerisinde tartışılmayı hak ediyor kesinlikle. Sinemanın toplumsal ve politik atmosferi yansıtma kabiliyeti bir yana, bu yansımaların izlerini takip etmeye çalışmak her daim kıymetli ve düşünmeye değer, buna şüphe yok.

Ulusal Yarışma’da ödüller 8 Ekim Cumartesi gecesi düzenlenecek törenle sahiplerini bulacak. Jürinin seçimleri merakla beklenirken tören gecesinde Kurak Günler, Ayna Ayna ve Karanlık Gece’nin öne çıkan yapımlar olacağı konusunda pek çok kişi hemfikir durumda.


Berke Göl ve Ekrem Buğra Büte’nin Altın Portakal izlenimleri festival boyunca altyazi.net‘te. Günlüklerin tamamı için: ‘Altın Portakal Günlükleri 2022′

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.