Şu An Okunan
Berlinale Günlükleri 2024 #1: A Different Man, Keyke Mahboobe Man, Dahomey, Crossing

Berlinale Günlükleri 2024 #1: A Different Man, Keyke Mahboobe Man, Dahomey, Crossing

74. Berlin Film Festivali, 15 Şubat akşamı politik tartışmaların gölgesinde başladı. Ana Yarışma’da Aaron Schimberg imzalı A Different Man, Maryam Moghadam ve Behtash Sanaeeha’nın yönettiği Keyke Mahboobe Man ve Mati Diop’un Dahomey’si ilk günlerin dikkat çeken filmleri arasında yer alırken, Panorama bölümünün açılışını Levan Akin imzalı Crossing yaptı.

Büyük festivallerin hepsi kaçınılmaz olarak dünyanın politik gündeminin aynası işlevi görür ama bu yılki Berlinale için bu durumun biraz daha fazla geçerli olduğu kesin. Bir yandan İsrail’in 7 Ekim sonrası Gazze Şeridi’nde giriştiği katliam ve bu konunun Almanya’daki konuşulma (ya da konuşulamama) biçimi, diğer yanda aşırı sağın yükselişinin büyük endişe yarattığı bir dönemde sağ popülist AfD’nin üyelerinin festivalin açılış törenine davet edildiğinin ortaya çıkmasıyla yaşanan skandal, bu yılki Berlinale’yi daha başlamadan hararetli tartışmaların odağına yerleştirdi. Aşırı sağa karşı görece hızlı bir tavır almayı başardı Berlinale yönetimi; festivalin başlamasına günler kala, söz konusu AfD mensuplarına gönderilen davetiyelerin “geri çekildiği” açıklandı ve açılış töreninin hemen öncesinde de “Demokrasiyi Savunuyoruz” vurgulu bir eylem yapıldı. Gelgelelim Filistin konusunda, bırakın daha önce başka ülkelere (örneğin Ukrayna’ya) verilen kayıtsız şartsız desteğin bir benzerini sunmayı, ne yazık ki bir ateşkes çağrısı bile yapılmadı ve resmî açıklamalarda genel bir “Ortadoğu’daki insani kriz” söyleminin ötesine geçilemedi. Almanya’nın karanlık tarihi ve güncel resmî ideolojisi, Filistin halkının yaşam hakkını savunan her türlü ifadenin anti-semitizmle yaftalanmasına olanak tanıyor ne yazık ki. Her şeye rağmen, festival çalışanlarının ve sinemacıların çeşitli açıklamalarla konuyu gündeme getirdiğini, festival boyunca ateşkes çağrısının düzenli eylemlerle yinelendiğini, ayrıca belirli filmlerin gösterimlerinde de diyalog alanlarının bir şekilde yaratıldığını vurgulayalım. Tüm bunlar, Filistin’e desteğin festivalin ikinci yarısında daha kuvvetli bir sesle duyurulabilmesini sağlayacak mı, ateşkes ilan edilmesi yönünde bir baskı aracına dönüştürülebilecek mi, göreceğiz.

A Different Man

Berlinale’nin Ana Yarışma’sında ilk günlerde izleyici karşısına çıkan filmlerden biri, prömiyerini geçtiğimiz ay Sundance Film Festivali’nde yapan Aaron Schimberg imzalı A Different Man’di. Başrollerini Sebastian Stan, Renate Reinsve ve Adam Pearson’ın paylaştığı film, suratındaki ciddi deformasyon nedeniyle bir hilkat garibesi olarak görülen ve sadece belirli tür eğitim filmlerinde rol bulabilen New Yorklu oyuncu Edward’ın deneysel bir tedavi sonrası bir anda “normal” bir yüze sahip olmasını ve bunun hayatında yarattığı dönüşümü konu alıyor. İlk bakışta ister istemez David Lynch’in Fil Adam’ını (Elephant Man, 1980) akla getiren filmin, daha genel anlamda Lynch sineması tekinsizliğinden izler taşıdığını, bedensel değişimi perdeye getirme biçimi açısından da body horror türünden beslendiğini söyleyebiliriz. Geçirdiği beklenmedik değişimin ardından Edward yepyeni bir hayata adım atıp başarılı bir emlakçı oluyor, kendine yepyeni bir çevre ediniyor ve kadınlarla hiç alışık olmadığı ilişkiler kuruyor ama sonuçta oyunculuk kariyerinde umduğu o atılımı bir türlü gerçekleştiremiyor. Edward kendi hikâyesinden ilhamla bir oyun kaleme alan komşusu Ingrid’in karşısına yeni kimliğiyle çıktığında işler yoluna girecek gibi görünse de, fiziksel olarak kendisinin eski hâlini andıran bir başka oyuncunun, Oswald’ın çıkagelmesi, hem Edward’ın hayatını hem de öykünün akışını beklenmedik bir yöne çeviriyor. Yönetmen Aaron Schimberg, radikal fiziksel değişimin kahramanın hayatındaki yarattığı etkilere kâh dokunaklı kâh absürd derece komik bir bakış getirmiş. Ayrıca yer yer toplumsal konvansiyonlara ya da politik doğruculuğa dil çıkarmaktan da geri durmuyor. Ne var ki tüm bu oyunbazlığının ardında, filmin kimlik ve benlik meselesine ya da bu konulardaki olası etik tartışmalara dair derinlikli bir sözünün olmaması, A Different Man’in özellikle sonlara doğru iyice tökezlemesine ve sağlam bir etki bırakmaktan uzak kalmasına yol açıyor.

Keyke Mahboobe Man

Maryam Moghadam ve Behtash Sanaeeha’nın ortaklaşa yönettikleri Keyke Mahboobe Man (My Favourite Cake), günümüz İran’ına yaşlı kuşağın perspektifinden bakan bir dram. Üç yıl önce Beyaz İnek İçin Balad’la (Ghasideyeh gave sefid, 2021) da Berlinale’de yarışan Moghadam ve Sanaeeha, bu kez odak noktasına yalnız yaşayan, yetmiş yaşlarında dul bir kadını yerleştiriyorlar. Uzakta oturan arkadaşlarıyla sık görüşemeyen, çocukları ve torunları yurtdışında olduğu için onlarla da ancak görüntülü konuşmalarla hasret giderebilen Mahin, mecbur bırakıldığı bu yalnızlığa bir gün başkaldırır ve emekliler lokantasında gözüne kestirdiği, kendi gibi dul, sempatik taksi şoförü Faramarz’ı evine davet eder. Elbette basit bir jestten ibaret değildir bu; toplumsal konvansiyonlara isyan niteliğinde bir harekettir. İkili evde baş başa geçirdikleri gece boyunca aslında sadece en basit, en temel insani ihtiyaçlarını doyurmaya çalışır: Birlikte oturup sohbet etmek, birkaç kadeh içki içip biraz dans etmek, el emeği göz nuru bir pastanın tadına bakmak ve kimbilir, her şey yolunda giderse yıllar sonra ilk defa sevişmek. Filmin en dokunaklı yönü de, insan olmanın temelinde yatan bu arzuların, zevklerin İran toplumunda ancak radikal bir başkaldırı sonucu ulaşılabilir şeyler olduğunun altını çizmesi. Büyük kısmı iki başkarakteri arasında geçen film elbette başrol oyuncuları Lily Farhadpour ve Esmail Mehrabi’nin samimi, incelikli performanslarına çok şey borçlu. Ayrıca kameranın karakterlerle birlikte dans ettiği sahne gibi kimi etkileyici sinemasal anlar da mevcut. Buna karşılık anlatı yapısının bir noktadan sonra öngörülebilir bir hâl aldığını, siyasi baskı altında mutluluk arayışının beyhude olduğunun biraz sertçe vurgulandığını belirtmek gerek. İzleyiciyi iyimser bir hayalden söküp İran’ın gerçekliğine çekme işlevi gören karamsar finalin ardından, ülkelerinden seyahat izni alamadıkları için festivale katılamayan yönetmenlere ayrılmış boş koltuklar dakikalarca ayakta alkışlandı filmin prömiyerinde.

Dahomey

Ana yarışmada ilk günlerin en büyük merakla beklenen filmlerinden biri de, Mati Diop’un 67 dakikalık Dahomey’siydi. 2019’da Atlantics’le yönetmenlik kariyerine parlak bir başlangıç yapan Diop, ikinci filminde sömürgecilik tarihine bu kez belgesel aracılığıyla bakıyor. Filmin hareket noktası, 2021 yılında Fransa’nın, Afrika ülkelerinden 19. yüzyıl sonunda çalınmış kültürel mirasın sembolik bir miktarını geri vermeye karar vermesi. Binlerce eser arasında topu topu 26 tanesinin (aralarında ahşap heykeller, büstler var) Paris’teki bir müzeden Benin’e yolculuğunu takip ederek başlayan film, ikinci bölümündeyse Benin’de bir üniversitenin öğrencilerinin kültürel kimlik, gelenek, sömürgecilik gibi kavramlar etrafında yaptıkları hararetli tartışmaları ekrana getiriyor. Dahomey’nin ilginç yönü, üst ses aracılığıyla söz konusu eserlerden birini âdeta bir karaktere dönüştürmesi ve böylece izleyicinin sömürgecilik tarihiyle kuracağı ilişkiye somut bir karşılık icat etmesi. Diop’un atmosfer kurma becerisi, özellikle de son derece sıradan, gündelik görüntülere elektronik müzik eşliğinde esrarengiz bir nitelik kazandırma yeteneği Atlantics’te olduğu gibi burada da filmin güçlü yanlarından biri. Nihayetinde sömürgecilik tarihine bakışımızı yeniden tanımlayacak bir film değil Dahomey ama yine de etkileyici bir iz bırakmayı başarıyor.

Crossing

Ana Yarışma’yı bir kenara bırakıp diğer bölümlere dönersek, festivalin yine heyecanla beklenen filmlerinden biri, Levan Akin’in Panorama bölümünün açılışını yapan filmi Crossing’di. Ve Sonra Dans Ettik’in (And Then We Danced, 2019) yakaladığı büyük başarının ardından ne yapacağı merak edilen Akin Crossing’de, yıllar önce Gürcistan’dan kaçıp İstanbul’a iltica etmiş trans yeğenini bulmayı kendine görev edinen 60 yaşlarındaki Lia ile onun peşine takılan yirmi yaşlarındaki işsiz güçsüz Achi’nin İstanbul yolculuğunu takip ediyor. Bir yandan arayışın, hayal kırıklığının, yasın öyküsünü anlatan film bir yandan da İstanbul’un kuir camiasındaki dayanışmaya dair bir anlatı kuruyor. Yönetmenin Pembe Hayat Derneği’yle yaptığı işbirliği, İstanbul’un kuir camiasını içeriden bir bakışla anlatma çabası, trans bir kadın olan Deniz Dumanlı’yı başrole taşıması hep takdire şayan hamleler ama filmin çok fazla meseleyi aynı anda ele almaya çalışırken biraz elinin ayağının dolaştığını, bazı senaryo tercihlerinin hiç işlemediğini, ayrıca İstanbul’a yönelen bakışın da biraz egzotizme kaçtığını belirtmek gerek. Yine yalnız bireyler arasındaki küçük temas anlarını yakalayan, dayanışmanın gücüne dair olumlu hisler bırakan bir film Crossing. Akin’in filmi, önümüzdeki dönemde Türkiye’de izleyiciyle buluştuktan sonra daha fazla konuşulup tartışılacaktır zaten.


Berlinale Günlükleri’nin tamamına ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.