Rastgele Bir Film
1974 tarihli ‘Les Ordres’ Ekim 1970’te Quebec Kurtuluş Cephesi üyelerinin bir bakan ve bir İngiliz diplomatını kaçırmasıyla başlayan ve ‘Ekim Krizi’ olarak anılan döneme tanıklık ediyor.
‘Dehşet Yolcuları’ (1953) Orta Amerika’da bir Amerikan petrol şirketi yakınında, hapishaneyi andıran, açlığın ve hastalığın kol gezdiği bir kasabada, karın tokluğuna iş bekleyen Avrupalı göçmen erkeklerin hikâyesini anlatır.
Michael Powell ve Emeric Pressburger imzalı ‘Aşk ve Ölüm’ (1946), 1945 yılında Almanya’ya yapılan taarruzda uçağı hasar gören bir İngiliz pilotun hikâyesini anlatır.
Jerzy Skolimowski’nin 1981 yılında yalnızca bir buçuk haftada yazıp tamamladığı ‘Kaçak İşçiler’ Altın Palmiye’den En İyi Senaryo ödülüyle dönmüştü.
Sinema tarihi bakımından ‘Toni’yi ilginç kılan, daha sonraları İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ne dönüşecek toplumsal gerçekçi estetiğin nüvelerini taşıması.
O akıldan çıkmayan Nicolas Roeg filmlerinden biri…
The Smiling Madame Beudet (1922) erken dönem Fransız avangard sinemasının en önemli, feminist sinemanın ise ilk örneklerinden.
Yavuz Özkan’ın 1978 tarihli filmi ‘Maden’deki karikatürize kötü patron tiplemesinin hiç de gerçekdışı olmadığını Soma’daki faciada gördük
Kör Talih (1987), Krzysztof Kieslowski’nin tüm filmografisinde sıklıkla karşımıza çıkan kader, rastlantı, özgür irade kavramlarının en saf haliyle ele alındığı bir film.
Kid Auto Races at Venice (1914), Charlie Chaplin’in Şarlo tiplemesinin perdede ilk kez arz-ı endam ettiği film.
Douglas Sirk melodramlarından esinlenerek çektiği ‘Polyester’de John Waters, banliyöde yaşayan Amerikalıların hayat biçimini kendine özgü üslubuyla hicvediyor.
Fritz Lang’ın “talihsiz bir macera” olarak nitelediği ‘Secret Beyond the Door’, sık sık Hitchcock’un ‘Rebecca’sının (1940) başarısız bir versiyonu olarak anılır.
Vittorio De Sica’nın Giorgio Bassani’nin romanından uyarladığı ‘Finzi-Contini’lerin Bahçesi’ buğulu görüntülere, sepyamsı renklere ve yer yer Visconti filmerindeki operamsı hissi de hatırlatan bir oyunculuk tarzına sahip.
Avangard sinemanın klasiklerinden Entr’acte, sinemanın plastiğini, grafik gücünü sonuna kadar kullanır. İmgelerin kelimenin düz anlamıyla havada uçuştuğu film, tüm gücüyle ‘anlam’a direnir.
Exotica’da, geçmişe saplanıp kalan, sürekli bir döngü içinde adeta bir girdabın dibine doğru çekilmekte olan karakterler kendilerini geçmişlerine hapsetmiştir. Atom Egoyan, mazinin zindanından çıkmayı başaramadıkça asla özgür olamayacağımızı haykırmaktadır sanki.
Nefret, sinema tarihinin belki de politik açıdan en açık sözlü ve en labirentimsi ‘film içinde film’ örneği.
Agnès Varda’nın Toplayıcılar’ı (Les glaneurs et la glaneuse, 2000) “toplayıcı” (glaneur) kelimesinin etimolojisini araştırarak başlıyor. Toplamak ne demektir? Kimler toplama ihtiyacı hisseder? Varda, toplayıcı kelimesini neoliberal tüketim çağının bir parçası olarak tanımlıyor. Sözlüklerle başladığı işi kamerasıyla tamamlıyor.