Şu An Okunan
2022’nin Özgür Sinema Gündemi

2022’nin Özgür Sinema Gündemi

2022 yılının son ayında Türkiye’de sinemacıların özgürlük alanını tehdit eden birçok gelişme yaşandı. Bir yandan bu gelişmeleri aktarırken, bir yandan da yılın öne çıkan vakalarını hatırlıyoruz. Hapis cezaları, festivallerde hareketlilik, suskunluğun sonu…


Bu yazı, Altyazı Fasikül’deki ‘Özgür Sinema Bülteni: 2022’ye Bakış’ yazısıyla eşzamanlı olarak yayınlanmıştır.


Çekilmemiş, çekilmiş ya da çekilmekte olan belgesellerin, sinemacılık faaliyetinin, tarihe not düşme ya da eşlik etme refleksinin suçla örtüştürüldüğü, görüntü-ses arşivlerinin içinden suç çıkarmak için didik didik arandığı bir yılı geride bıraktık. Gezi Direnişi, LGBTİ+ mücadelesi, homofobi, Diyarbakır’daki çatışmalı süreç, zorunlu göç ya da kalıcı kış saati uygulaması… Geçmiş, gelecek ya da şimdi. Hemen her türlü toplumsal olayın kaydının, kayıt düşüncesinin ya da projeksiyonunun kriminalize edilebildiği, sansüre gerekçe sayılabildiği, yargının en temelsiz iddianamelerden dahi suç üretebildiği bir yılı geri bıraktık.

Yeni Yıla Hapiste Giren Sinemacılar

2022 hapsedilen sinemacılarla anılan bir yıl olacak. Gezi Davası’nda yargılanan yapımcı Çiğdem Mater ve uzun yıllar sinemayla uğraştıktan sonra hak savunuculuğuna yoğunlaşan belgeselci Mine Özerden, yeni yıla girdiğimizde hapisteki sekizinci aylarını tamamlamış olacaklar. Göçizder Derneği davasında savunması engellenenler arasında olduğu için duruşması 4-5 Ocak 2023’e ertelenen kurgucu Erhan Örs de yeni yıla hapiste girecek. Eğer bu tarihte tahliye edilirse belgesel kurgusu yapmaktan yedi ay tutuklu kalmış olacak.

Çiğdem Mater çekmediği bir belgeselden hüküm giyip 18 yıl hapse mahkûm edildi, Mine Özerden neyle suçlandığını dahi bilmiyordu, aynı cezayı aldı. Erhan Örs kurgusunu yaptığı bir belgesel suça delil gösterilerek tutuklu yargılanıyor. Sibel Tekin, kalıcı kış saati uygulamasıyla ilgili çekim yaparken kamerasının kadrajına infaz memurlarının servis aracı girdiği gerekçesiyle gözaltına alınıp tutuklandı. “Ankara’nın belleği” olarak tanınan, özellikle de 10 Ekim katliamının hafızasını diri tutma yönündeki eylemlerin kaydının tutulmasında önemli rol oynayan Tekin’in bu gerekçeyle tutuklanması, akla Emniyet Genel Müdürlüğü’nün eylemler sırasında polislerin kayda alınmasını engellemeye yönelik genelgesini de getirdi. Nisan 2021 tarihli bu genelge, polislerin görüntülerini ya da seslerini kaydeden kişilere müdahale edilmesini, haklarında adli işlem yapılmasını kolaylaştırıyordu. Genelge, Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) açtığı dava sonucunda Mayıs 2022’de Danıştay tarafından kesin olarak durduruldu, ancak Tekin’in benzer gerekçelerle tutuklanmasının gösterdiği üzere belgeselci ve gazetecilerin kayıt almasına yönelik baskılar fiilî anlamda devam ediyor.

Sibel Tekin
Kalıcı kış saati uygulaması nedeniyle gün aydınlanmadan işe giden insanları konu alan Karanlıkta Başlayan Hayat belgeseli için Ankara’nın Tuzluçayır semtinde çekim yapan Sibel Tekin, 16 Aralık’ta polis baskınıyla gözaltına alındı, 17 Aralık’taysa “örgüt üyeliği” şüphesiyle tutuklandı. Ankara Başsavcılığının yakalama kararında, infaz koruma memurlarının servis aracı ile yoldaki polis noktasının görüntülere girmesi gerekçe gösterildi. “Ankara’nın belleği” olarak bilinen Tekin, Altyazı Fasikül’ün İçeriden Dışarıya video serisi için de Heykel filmine imza atmıştı.

2022’yi kapatırken, 17 Aralık Cumartesi günü yapılan bu tutuklama ile birlikte, hapisteki sinemacı sayısı dörde çıktı. 2022’nin son aylarında karara varılan ve kamuoyuna çok az yansıyan bir dava daha var. Ben Uçtum Sen Kaldın (2012) belgeselinin görüntü yönetmenliğini yapan Özay Şahin, dokuz yıllık yargılamanın ardından, “yardım-yataklık”tan Kasım 2022’de 25 ay hapis cezası aldı ve kararı istinaf mahkemesine taşıdı. Yine sene sonunda karara ulaşılan bir davada, Kasım 2021’de Kadıköy’de aracını durduran polis memuru tarafından vurulan set işçisi Çetin Kaya’nın katiline, savcı mütalaasında “kasten öldürme”den hüküm verilmesini talep etmişken, “iyi hâl” indirimi uygulayarak 25 yıl hapis cezası verildi. 2022’nin son günlerinde, Gezi Davası’nda verilen kararlara yapılan itirazın istinaf mahkemesi tarafından altı satırlık bir gerekçe ile reddedildiğini de öğrendik.

Çiğdem Mater örneğinde, Saraybosna Film Festivali’nde film projeleri ile ilgili toplantılar yapmak, Erhan Örs örneğinde çalıştığı film yapımlarıyla ilgili para transferleri, Sibel Tekin örneğinde kameranın kayıt tuşuna basmak, yani sinemacılıkla ilgili akla gelebilecek hemen her şey, hiçbir gizlilik içinde yapılmayan sinema pratikleri gözaltından yedi aylık tutukluluğa, 18 yıllık hapse kadar uzanan cezalara gerekçe yapılabiliyor. Bu açıdan 2022, sinemada ifade özgürlüğünden de öte, bir meslek olarak, pratik olarak sinemacılığın doğrudan kendisinin saldırı altında olduğu bir yıl olarak anılacak. Bir eşik noktası bu.

Çetin Kaya
Set işçisi Çetin Kaya, 29 Kasım 2021 tarihinde arabasıyla seyir hâlindeyken, polis tarafından durduruldu. Tanık ifadelerine göre polis önce kafasına vurdu, ardından iki el ateş ederek Kaya’yı öldürdü. 28 Aralık 2022’de Anadolu 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde karara varılan davada, savcı “kasten öldürme” suçundan hüküm verilmesini talep ederken, mahkeme polis memuru Selçuk Ergen’e iyi hâl indirimi uygulayarak 25 yıl hapis cezası verdi. Kaya ailesinin avukatı Özgür Urfa, “Sokak ortasında yargısız infazın iyi hâli olmaz” diyerek karara itiraz edeceklerini belirtti.

Suskunluğun Sonu

Ara başlıktaki çift anlamlılık bilinçli. Zira 2022, sinemacılar açısından hem pandeminin gölgesinde büyük oranda suskun ve eylemsiz geçen bir dönemin getirdiği vahim sonuçlara, hem de suskunluğun bitişine işaret ediyor. Sinemacılar, 2014 yılının Altın Portakal’ındaki Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek… ve 2015 yılının İstanbul Film Festivali’ndeki Bakur sansürüne karşı stratejik ayrılıklara rağmen ortak tepki göstermiş, yeri geldiğinde yürüyüş ve forum düzenleme gibi eylemlilikler içine de girmişlerdi. Bu süreçlerin ardından kurulan Sansüre Karşı ve Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisinin kriminalize edilmesine tepki olarak kurulan Barış İçin Sinemacılar gibi inisiyatiflerin giderek dağılması ve pandemi sürecindeki tepki biçiminin imza metinleriyle sınırlanması gibi faktörler sonucu farklı meslek gruplarından sinemacıların bir araya gelip iradelerini ortaya koymalarına giderek daha az tanıklık ettik.

Bakur davası etrafında, Çayan’ın Arkadaşları ekibinin dirayetiyle her şeye rağmen bir birliktelik oluşturulmuştu; filmin yönetmenleri Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’na verilen hapis cezaları, istinaf tarafından Şubat 2022’de bozuldu ve dava tekrar görülmeye başlandı. Ancak sinemacılar, yine aynı süreçte Veysi Altay, Dicle Anter, Kutbettin Cebe ve Kazım Öz gibi isimlerin, film afişi, belgesel yapımı, film gösterimi, örgüt üyeliği gibi nedenlerden yargılanmalarına, davaların önemli bir kısmında verilen hapis cezalarına ya da peş peşe gelen cumhurbaşkanına hakaret davalarına karşı örgütlü bir karşı çıkış sergilemediler. Gezi Direnişi sürecinde Sinemacılar Çadırı’nda aktif olan sinemacılar, iki kadın meslektaşlarının yargılandığı Gezi Davası’na tepki gösterseler de seslerini örgütlü biçimde yükseltmediler. Ancak davanın sonucuyla birlikte farklı bir görüntü oluştu. Gezi Direnişi davası, iki sinemacı, Çiğdem Mater ve Mine Özerden’in yanı sıra Emek Sineması’nın yıkımına karşı verilen mücadelenin sembol isimleri Mücella Yapıcı ve Can Atalay’ın 18 yıl, belgesel sinemaya katkılarıyla tanınan Osman Kavala’nınsa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almasıyla sonuçlanınca, sinemacılar özellikle de festivallerde etkin olmaya başladı. Nisan ayının sonunda verilen bu hukuksuz kararın ardından, özellikle de Çiğdem Mater ve Mine Özerden için birçok etkinlikte sinemacıların inisiyatifiyle eylemler yapıldı. Bu hareketlilikte kuşkusuz “Gezi 7’lisi”ne yaşatılan sınır tanımaz hukuksuzluğa karşı gösterilen tepkilerin yanı sıra, kadın sinemacılar arasındaki dayanışma ve örgütlülüğün son yıllarda feminist hareket ile birlikte güç kazanmasının da payı vardı. Zira, Mater, Özerden ve Yapıcı’yı Bakırköy Cezaevi’nde ilk ziyaret edenler de Susma Bitsin’in çağrısıyla kadın sinemacılar oldu: “Siz çekilmemiş bir filmi cezalandırdınız ama biz filmlerimizi yapmaktan ve doğru bildiğimizi haykırmaktan vazgeçmiyoruz.”

Tutuklu yargılanan ve aylarca cezaevinde kalan kurgucu Erhan Örs’ü üyesi olduğu Kurgucular Dayanışması ve Sinema-TV Sendikası, imza kampanyaları ve dava takibiyle yalnız bırakmadı. Esasında tıpkı Çiğdem Mater gibi, Erhan Örs’ün filmleri de kendisi hapisteyken sinema perdelerindeydi; İzmir Kısa Film Festivali’nde en iyi üçüncü ulusal kurmaca film seçilen Adres’in (2022) yönetmeni Aram Dildar da ödülünü Erhan Örs’e ithaf etti. Sene sonunda tutuklanan Sibel Tekin’e yönelik destekse, belgeselcilerin aktif katılımıyla birlikte oldukça yüksek bir seviyeye ulaştı; imza metinleri ve açıklamalardan da öte, basın toplantıları ve video/fotoğraf paylaşımlarıyla da sürmekte.

Erhan Örs
Kurgucu Erhan Örs’ün de yargılandığı Göçizder davasının 15 Aralık 2022 tarihinde görülen ikinci duruşmasında savunmaları alınan Songül Köse ve Kamile Kandal ile sağlık sorunları olan Veysi Yıldız ve İlyas Erdem tahliye edildi. Avukatlarının mahkeme başkanı tarafından salondan çıkarılması üzerine savunmalarını yapamayan, aralarında Erhan Örs’ün de bulunduğu 12 kişinin tutuklulukları devam ediyor. Sonraki duruşma 4-5 Ocak’ta, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde.

Şeffaflaşma, Birliktelik ve Kazanımlar

Enflasyon, alım gücünün daralması ve yoksullaşma ile anılacak bir yıl olan 2022’de sinema-TV sektörü bileşenlerinin ekonomik karar süreçlerinde daha şeffaf bir tavır sergilediklerine tanıklık ettik; önceden gözden ırak bir şekilde yürütülen süreçler belli bir ölçüde de olsa sosyal medya aracılığıyla kamuoyuyla paylaşıldı. Pandemi sürecini iyi değerlendirerek çevrimiçi buluşmaları sürdüren mesleki yapılar, özellikle kendi iş alanlarını ilgilendiren konularda daha fazla varlık göstermeye başladı. 2022’de Sinema-TV Sendikası şemsiyesi altında faaliyetlerini sürdüren Reji Asistanları Platformu, Kamera Asistanları Derneği ve Kurgucular Dayanışması gibi yapıların kalıcılık kazanma yönünde adımlar attığı söylenebilir. Zira yılın sinema dünyasının gündemine oturan ilk açıklaması da bu gibi yapıları şemsiyesi altında toplayan Sinema-TV Sendikası’ndan geldi. Asgari ücrette yapılan yüzde 50 artış ve hayat pahalılığı karşısında, söz konusu meslek birimleri “minimum yüzde 35 oranında ücret iyileştirme” yönünde karar aldıklarını bildiriyor ve Sinema-TV Sendikası’nın sosyal medya hesaplarından tek tek kendi meslek birimlerine ilişkin taban ücreti tavsiyelerini paylaşıyorlardı. Yöntem olarak çokça tartışılsa da, şeffaflık yönündeki bu çıkışın sinema-TV çalışanlarının enflasyon karşısında ücretlerinin artırılmasını hızlandırdığını ve diğer sektörlerde de yansımaları olduğunu söyleyebiliriz.

Sinema Emekçileri Sendikası SİNESEN de yine yılın ilk aylarında, setlerdeki hak ihlallerine dair aldıkları şikayetlerin arttığını duyurdu ve hukuki destek toplantıları düzenlemeye başladı. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda SİNESEN, Oyuncular Sendikası, Sinema-TV Sendikası’nın #BirlikteDeğiştireceğiz şiarıyla birlikte yürümesi de, bugüne kadar gerçekleşmemiş bir “yan yana”lığa işaret ederek emek mücadelesi adına umut veren bir jest olarak 2022’nin hanesine yazılıyordu. Ekonomik krizin ağırlığını iyiden iyiye hissettirdiği 2022’de diğer iş alanlarındaki hak ihlalleri konusunda sinema dünyasına yönelik dayanışma çağrıları da yapılmaya başlandı. Yılın sonuna doğru işten atılan Eczacıbaşı Esan maden işçileri, İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve İstanbul Modern’in Eczacıbaşı Holding tarafından finanse edildiğini hatırlatıp sanatçılara dayanışma çağrısı yaptı. Bu çağrıya önce büyük oranda sessiz kalan sinemacılar, ardından geniş katılımlı bir imza kampanyasıyla kazanım yolunda işçilere destek oldu.

Sinema, TV ve tiyatro alanlarından kadınların kurduğu bir dayanışma platformu olan Susma Bitsin’in faaliyetlerini sürdürerek bu sektörlerdeki cinsel taciz, cinsel saldırı ve mobbing davalarının takipçisi olması, sinema meslek örgütlerinin cinsiyet eşitliğini geçmişten daha fazla gündeme almalarını beraberinde getirdi diyebiliriz. Sinema-TV Sendikası’nın 2022 yazında yayınladığı Setlerde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Şiddet Araştırması sonuçlarında, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler için güvenli alan oluşturulması ve bu konuda sendika içi eğitim verilmesi gerekliliğinden bahsediliyordu. 2022’de Susma Bitsin’in takipçisi olduğu davalar arasında hukuk alanında iki önemli kazanım da elde edildi. Oyuncu Nazife Aksoy’a cinsel saldırıda bulunmaktan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncusu Uğur Arda Aydın’ın cezası istinaf mahkemesi tarafından onandı. Yılı kapatırken biten bir başka davada ise prodüksiyon amiri Ercan Koçer’in, yönetmen yardımcısı Pınar Toy’a cinsel içerikli mesajlar gönderdiği gerekçesiyle cinsel taciz suçunun nitelikli hâlinden cezalandırılmasına karar verildi.

Gezi Davası tutuklularından Çiğdem Mater, 59. Altın Portakal Film Festivali’nde sinema sektöründeki kadın emeğinin görünürlüğüne dikkat çekmek için bu yıl dördüncü kez verilen Cahide Sonku Ödülü’ne layık görüldü.

Festivallerde Hareketlilik

Bilindiği üzere, Türkiye’deki büyük film festivallerin tümü, orta ölçekli ve küçük festivallerin de önemli bir bölümü Kültür Bakanlığı’ndan finansal destek aldığı için festivallerin çoğu sinemacıların yaşadığı hak ihlalleri karşısında sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Yıllardır gözlemlenen ve baskıcı politikalara zemin hazırlayan bu durum, sinemacıların sinemacılık faaliyetlerinden dolayı 18 yıl hapis cezası almasına dahi sessiz kalınmasıyla en vahim yüzünü göstermiş oldu: 2016 yılında yapımcısı olduğu Toz Bezi filmini gösteren Uluslararası Berlin Film Festivali (Berlinale) Mater’in serbest bırakılmasını talep ederken, Türkiye’deki büyük film festivalleri büyük oranda sessiz kaldı: Mater’in birçok filmini göstermiş olan İstanbul Film Festivali, Antalya Altın Portakal, Adana Altın Koza ve Ankara Film Festivali konu hakkında resmî bir açıklama yapmadılar. Sadece Kuirfest, Documentarist, İşçi Filmleri Festivali gibi bağımsız festivaller ses çıkardılar. Ancak büyük festivaller de, geçtiğimiz beş yılın aksine bu kez kendilerini süreçten bağımsız tutamayacaklardı; zira bu festivallerde Çiğdem Mater’in yapımcılığını üstlendiği filmler gösterilmekte, sinemacı meslektaşları ödüller almaktaydı. Hükmün hemen birkaç gün sonrası, Mater’in yapımcılarından olduğu Yaban filminin galası 41. İstanbul Film Festivali’ndeydi ve filmin yürütücü yapımcısı Emine Yıldırım sosyal medya hesabından tepki gösteriyordu: “Çiğdem’e sıfır desteğe öfkeleniyorum.”

Sonrasında yapılan 33. Ankara Film Festivali ile 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, Çiğdem Mater’in yapımcılarından olduğu Kurak Günler (2022) ve Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yaban (2022) gösteriliyordu. Bu festivallerde, özellikle de Altın Portakal’da güçlü bir birliktelik ortaya koyan sinemacılar, hapis cezalarına karşı protestoları bu filmlerin gösterimlerinden de öte tüm festival süreçlerine yaymayı başardılar. Özellikle de Altın Portakal’da Çiğdem Mater ve Mine Özerden için ulusal yarışma filmlerinin gösterildiği salonda boş koltuk bırakılması sayesinde isimleri anılmadan yapılan gösterim neredeyse olmadı.

10. Boğaziçi Film Festivali’nde ise belki de son yılların en büyük festival skandalı yaşandı ve boyutları devlet kademelerine kadar uzandı. En İyi Yönetmen ödülünü, 90’larda devlet şiddeti vakalarında kendisine ve arkadaşlarına yardımcı olduğunu söylediği Şebnem Korur Fincancı’ya adayan Özcan Alper, salondaki oyuncu Burak Haktanır’ın konuşmasına müdahaleleri ve Boğaziçi Film Festivali’nin bu müdahaleyi destekleyen bir açıklama yapması sonucu hedef tahtasına yerleştirildi. Henüz bir ay önce 29. Adana Altın Koza Film Festivali’nde ulusal yarışma jürisi başkanlığı yapan Özcan Alper, sosyal medyada tehdit ve hakaret dalgasıyla karşı karşıya kalıyordu. En İyi Film ödülü konuşmasında Haktanır’ın saldırgan tavrını eleştiren yönetmen Selcen Ergun ve söz konusu filmlerin ekipleri de tehdit ve hakaretlere maruz kaldı. Daha önceki yıllarda pek görmediğimiz ilginç bir gelişme, bu olayın ardından Boğaziçi Film Festivali’nin programından sorumlu ekibin önemli bir kısmının istifa etmesiydi. İstifaların bir kısmında, saldırıya uğrayan yönetmenlere festival tarafından sahip çıkılmaması eleştirilirken, dolayısıyla ifade özgürlüğünden yana bir tavır sergilenirken, bir kısmının da “krizi yönetememiş olmak”la ilişkili olduğu anlaşılıyordu. Fakat her şekilde, Boğaziçi Film Festivali vakası, önümüzdeki süreçte siyasi iktidara yakın duran sinemacıların ve festival ekiplerinin de sinemacıların özgürlük alanlarına dair tartışmalarından kendilerini muaf tutamayacaklarına dair ipucu veriyordu. Tüm bu yaşananların ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Sinema Genel Müdürlüğü, şiddete maruz bırakılan sinemacıları görmezden gelirken, tehditlerini sosyal medyadan da devam ettiren Burak Haktanır’a arka çıktı. Haktanır’ın Sinema Genel Müdürlüğü’nde ağırlanması, devlet organlarının muhalif sinemacılara yönelik tehditkâr tavırları “mükâfatlandırıcı” yaklaşımını açıkça ortaya koymaktaydı.

Yönetmen Emin Alper, 8 Aralık günü Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kurak Günler filmi için kendilerine verdiği desteği senaryoda yapılan değişiklikler gerekçesiyle geri istediğini duyurdu. Yapılan değişikliklerden bakanlığın haberdar olduğunu, senaryonun son hâlinin de kendilerine iletildiğini dile getiren Alper yandaş medyada çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi. Bakanlığın sansür olarak nitelenen bu kararının ardından sinemacılar, özerk bir Ulusal Sinema Merkezi ve destekleme sisteminin kurulması yönünde geniş katılımlı bir çağrı yaptı. Sinemalarda 9 Aralık’ta vizyona giren filmse an itibariyle 200 bine yakın seyirci rakamına ulaştı.

Özerklik Talebi ve Üniversitelerde Sansür

Boğaziçi Film Festivali olayının ardından bir ay geçmişti ki aynı Sinema Genel Müdürlüğü, Kurak Günler’e vermiş olduğu yapım desteğinin iade edilmesini istedi. Kararda iktidara yakın medyanın film hakkında yaptığı asılsız haberlerin etkili olduğunu belirten yapımcıların dayanışma çağrısıyla seyirci, sinema salonlarını doldurarak filme yönelik desteğini ortaya koydu. Birçoğu sivil inisiyatiflerle gerçekleştirilen “askıda bilet” uygulaması sayesinde Kurak Günler’e destek hızla kitleselleşti. LGBTİ+ aktivistlerinin, homofobiyi mevzu edinen filme yönelik sansürün nedeninin ifşa edilmesi doğrultusundaki talepleri de olayın daha geniş bir siyasal düzlemde görülmesini sağladı. Tüm bunların ve etrafındaki tartışmaların, Kurak Günler vakasını, sektör içi bir mesele olmaktan çıkarıp tam bir toplumsal olaya dönüştürdüğünü söyleyebiliriz.

Yıllardır yapım desteklerinde dönen sansürün çeşitli biçimlerine maruz kalan sinemacılar da bu siyasallaşmayı iyi değerlendirerek özerk bir sinema kurumunun oluşturulmasının aciliyetine vurgu yapan bir açıklama yaptılar. Eğer sinemacılar, uzun zamandır görülmüş en büyük sinemacı ve meslek örgütü desteğini alan bu talebi seçim süreci ve sonrasında da sahiplenmeye devam ederlerse, 2023’te gerçekleşmesi muhtemel herhangi bir siyasi dönüşümde devletten özerk bir sinema kurumunun hayata geçirilmesine yönelik bir tartışma ortamı oluşturulabilir. Öte yandan, yine yıl sonunda Resmî Gazete’de yayınlanan ‘Eğlence Vergisi Oranlarına İlişkin Cumhurbaşkanı Kararı’, film projelerine verilen kamu desteğinin mevcut yarı bağımsız yapısının da yitirilebileceğine dair kaygıları beraberinde getiriyor. Zira, 2004’ten bu yana sinema filmlerine yönelik desteğin ana kaynağını, rüsum (eğlence vergisi) oluşturuyordu. Cumhurbaşkanı kararıyla rüsum vergisinin sıfırlanması, yapımcı Yamaç Okur’un Twitter hesabından dile getirdiği üzere, destek kaynağının artık sektörün kendi yarattığı gelirden değil, genel devlet bütçesinden karşılanacak olmasına işaret ediyor. Sinema salonlarını eğlence vergisinden muaf tutarken, yapımcıları devlete daha fazla bağımlı kılacağı öngörülen bu karar bolca tartışma uyandıracağa benziyor.

Özellikle TV ve dijital mecralarda film sansürü ve yasaklamaların tüm hızıyla devam ettiği ve festivallerde otosansürün normalleştiği son beş yıllık süreçte, 2022’ye dair ek bir söz söylenecekse, o da üniversitelerdeki sansür ve baskı uygulamalarının şiddet kazanması olmalı. Bu konu, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Mithat Alam Film Merkezi’ne yönelik kayyım yönetiminin müdahalelerinin de ötesinde bir boyuta sahip. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV bölümü öğrencileri, rektör Handan İnci’nin kararları sebebiyle Sinema-TV Merkezi’nin bulunduğu Balmumcu kampüsüne giremediklerinden bahsediyor. Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) gibi birçok kurumda, özellikle LGBTİ+ içeriğine sahip filmlerin gösterimleri engelleniyor. Hatırlanacağı üzere, 2018 yılında yönetmen Emin Alper, barış imzacısı olduğu için Yıldız Teknik Üniversitesi’ne alınmamıştı. Bugünse festivallerde yapılan konuşmalardan tutun, akademik özerklik için yapılan eylemlere katılmaya, Can Candan, Özcan Vardar, Yamaç Okur ve daha birçok sinemacının üniversitelerinde ders vermelerine, hatta kampüse mezun olarak girmelerine dahi engel olmak için gerekçe hâline getirilebiliyor. Her biri hukuki süreçleri beraberinde getiren bu keyfî uygulamaların yankıları, sadece kampüs içiyle de sınırlı değil. Datça Kaymakamlığı’nın Onur Haftası kapsamında ilçe genelinde düzenlenmek istenen tüm eylem ve etkinliklere otuz gün yasak getirdiğini, Oscar adayı Kaçış (Flee, 2021) ve Can Candan’ın Benim Çocuğum (2013) filmlerinin bu sebeple Datça’da gösterilemediğini hatırlayalım. Siyasi çalkantılarla geçecek bir yıl olacağa benzeyen 2023’te sinemacılar özgürlük alanlarını genişletecekse bu ancak sektör, festival, belgesel, kurmaca, üniversite, emek, eylem, siyaset gibi alanlar arasındaki bağları kuvvetlendirerek mümkün olacak gibi görünüyor.


Bu yazı, Altyazı Fasikül’deki ‘Özgür Sinema Bülteni: 2022’ye Bakış’ yazısıyla eşzamanlı olarak yayınlanmıştır.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.