Şu An Okunan
Anaokulu Öğretmeni: Şiirsiz Hayat

Anaokulu Öğretmeni: Şiirsiz Hayat

Anaokulu Öğretmeni

Anaokulu Öğretmeni kırk yaşlarındaki bir öğretmenin beş yaşındaki, şiire yatkın öğrencisi Jimmy’yle kurduğu takıntılı ilişkiyi konu alıyor. Sara Colangelo’ya Sundance’te En İyi Yönetmen ödülü kazandıran ve başrolünü Maggie Gyllenhaal’un üstlendiği film sanatın gündelik yaşamdaki yeri üzerine düşündüren incelikli bir anlatıya sahip.


Bu yazı Kasım-Aralık 2018 tarihli 188. sayısında yayımlanmıştır.


Korkunç bir maden kazasıyla sarsılan yoksul bir madenci kasabasında geçen Küçük Kazalar’la (Little Accidents, 2014) olumlu eleştiriler alan ABD’li yönetmen Sara Colangelo’ya Sundance’te En İyi Yönetmen ödülü kazandıran ikinci uzun metrajı Anaokulu Öğretmeni (The Kindergarten Teacher, 2018), sınıfındaki minik öğrencilerden birinin olağanüstü şiir yeteneği karşısında büyülenen bir anaokulu öğretmeninin hikâyesini anlatıyor. Lisa, beş yaşındaki öğrencisi Jimmy’nin Mozart gibi bir dâhi çocuk olduğuna hükmedip onun dehasını beslemeyi kendisine vazife ediniyor. Colangelo, Anaokulu Öğretmeni’ni İsrailli yönetmen Nadav Lapid’in aynı adlı filminden uyarlamış. Lapid’in filminin çıkış noktası kendi çocukluğuna dayanıyor, zira filmin küçük dâhisine ait şiirleri beş yaşlarındayken bizzat kendisi yazmış. Colangelo, Lapid’in filmini günümüzde sanata biçilen değeri sorgulayan bir mesel olarak gördüğü için uyarlamaya karar verdiğini söylüyor.1 Bir kadın karakterin bakış açısından anlatılması, hikâyeyi Colangelo’nun gözünde daha da ilgi çekici kılmış. Colangelo’nun Anaokulu Öğretmeni, orijinaline sadık bir uyarlama. Colangelo hikâyeyi Tel Aviv’den New York’a taşıyıp İsrail kültürüne has referanslardan arındırmak dışında fazlaca değişiklik yapmamış. Orijinal filmdeki anaokulu öğretmeni Nira, duygularını ele vermeyen donuk gülümsemesiyle âdeta kapalı bir kutu gibiydi. Halbuki Lisa, daha ete kemiğe bürünmüş ve kolay özdeşim kurulabilir bir karakter. Kuşkusuz bunda en büyük pay, aynı zamanda filmin yapımcılığını da üstlenen başrol oyuncusu Maggie Gyllenhaal’a ait.

Lisa’nın Özlemi

Kocası ve üniversite çağındaki iki çocuğuyla birlikte New York’un Staten Adası’ndaki banliyölerden birinde yaşayan kırklı yaşlarındaki Lisa, yirmi yıldır anaokulu öğretmenliği yapıyor. Lisa’nın hayatı çocuklara alfabeyi öğretmekle, bardaklarına meyve suyu doldurmakla, sınıftaki çiçekleri sulamakla geçiyor. Filmin açılış sahnesinde öğrencilerini beklerken cüceler ülkesine düşmüş Gulliver misali minicik bir çocuk sandalyesinde oturan Lisa’nın, hayatından bezmiş bir hali var. Üstelik Lisa ne bütün itirazlarına rağmen orduya katılmakta direten oğluyla ne de cep telefonundan başını kaldırmayan kızıyla doğru dürüst iletişim kurabiliyor. Lisa’nın tek tesellisi, haftada bir katıldığı şiir atölyesi. Edebiyattan pek anlamayan iyi niyetli kocası onu cesaretlendirse de Lisa’nın şiire yeteneği olmadığı aşikâr. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın çiçeklerden ve kelebeklerden bahseden klişelerle dolu basmakalıp şiirlerden öte bir şey yazamıyor. Beş yaşındaki Jimmy’nin yazdığı şiirler Lisa’nınkilerden katbekat daha iyi. En azından Lisa’nın şiir öğretmeninin verdiği tepkiden çıkarttığımız sonuç bu. Öyle ki Lisa, Jimmy’nin şiirlerini sanki kendisi yazmış gibi derste okuyunca şiir öğretmeninin ilgi odağı hâline geliveriyor. Sonunda Lisa gerçeği açıklıyor açıklamasına ama kafamızdaki soru işaretleri silinmiyor gene de. Lisa’nın Jimmy’nin şiirlerini kendisine mal etmekteki amacı onların edebî değerlerini ölçmek miydi, yoksa bir süreliğine de olsa Jimmy’nin yeteneğinden nemalanmak mı? Lisa, sırf özgeci dürtülerle Jimmy’nin yeteneğini geliştirmek için mi uğraşıyor sahiden? Yahut küçük bir çocuğu kullanarak hayatındaki boşluğu doldurmaya mı çalışıyor? Yoksa her ikisi de mi? Ancak asıl niyeti ne olursa olsun, filmin başından beri özdeşim kurmaya teşvik edildiğimiz Lisa’nın tarafını tutmaktan vazgeçmiyoruz.

Anaokulu Öğretmeni

Öte yandan Lisa’nın diğer çocuklarla birlikte öğle uykusuna yatan Jimmy’yi şiirden söz etmek için uykusundan kaldırıp durmasında, olur olmaz saatlerde telefonla aramasında rahatsız edici bir yön de var. Lisa, yalanlar uydurup Jimmy’yi babasından gizlice bir şiir okuma gecesine götürdüğünde Lisa’nın artık ipin ucunu iyice kaçırdığını hissediyoruz. Zamanla Jimmy’ye ilgisi bir saplantıya dönüşüyor, hem de uğrunda yasaları çiğnemeyi bile göze aldığı bir saplantıya. Tıpkı Antik Yunan trajedilerinin, trajik kusurları yüzünden yıkıma sürüklenen kahramanları gibi Lisa da adım adım geri dönülmez bir yola giriyor. Lisa’nın trajik kusuru, tekdüze hayatında eksikliğini hissettiği şeylere, yani yaratıcılığa, şiire ve sanata duyduğu özlem. Öylesine güçlü bir özlem ki bu sonunda Lisa işini, saygınlığını, konforlu hayatını, kısacası sahip olduğu her şeyi bu uğurda tehlikeye atıyor.

Ahir Zaman Dâhisi

Henüz beş yaşındayken ilk bestesini yapan, ilk senfonisini sekiz yaşındayken yazan Mozart gibi bir dâhi günümüzde dünyaya gelse ne olurdu? Bu ahir zaman dâhisinin sıradan bir küçük burjuva ailede doğduğunu farz edelim. Babası ne üç yaşındayken ona enstrüman çalmayı öğretecek ne de onu dönemin önde gelen sanatçılarıyla tanışması için Avrupa turuna çıkaracaktı. Müzikle tanışması epey gecikecekti hâliyle. Ne zaman senfoni bestelemek için odasına kapanacak olsa babası, oğluna boş meşgalelerle uğraşmak yerine doğru dürüst bir iş bulmasını salık verecekti. Kuşkusuz sırf oğlunun iyiliği için yapacaktı bunu. Bu olağanüstü yetenekli müzik dehası yolundan dönmeyecekti gene de. Ne var ki klasik müzik karın doyurmadığından çok geçmeden piyasaya hitap eden pop şarkıları bestelemeye başlayacaktı. Velhasıl hayatı boyunca tek bir ölümsüz eser dahi üretemeyecekti muhtemelen.

“Yetenek o kadar ender rastlanan bir şey ki… Ama içinde yaşadığımız kültür onu yok etmek için elinden geleni yapıyor” diyen Lisa, filmin ana meselesini de açıkça ortaya koyuyor aslında. Anaokulu Öğretmeni, Mozart gibi ilk eserlerini daha beş yaşındayken veren Jimmy’nin olağanüstü yeteneğinin yok olmaya mahkûm olduğunu ima ediyor. Oysa gerçekten de eşi görülmedik bir şiir yeteneği var Jimmy’nin: Âdeta transa girmişçesine ileri geri yürürken şiirler kendiliğinden, bir çırpıda ağzından dökülüyor. İngiliz Romantizminin babası William Wordsworth, şiiri “güçlü duyguların kendiliğinden taşması” diye tanımlar. Jimmy’nin şiirlerini trans halinde, doğaçlama söylemesi, Wordsworth’ün şiir tanımını akla getiriyor. Besbelli ki Jimmy, doğuştan bir şair. Romantik şairler hayal gücüne ilahi bir anlam atfedip şaire bir nevi peygamber rolü biçerler. Jimmy de aşktan ve Tanrı’dan bahseden, boyunu aşan büyük laflarla dolu şiirlerini sanki öte âlemden aldığı ilhamla yazıyor. Daha doğrusu henüz yazmayı bilmediği için söze döküyor sadece. Dolayısıyla Jimmy’nin yanında söylediklerine devamlı kulak kabartıp şiirlerini kâğıda geçirecek birinin bulunması şart. Aksi takdirde şiirleri kaybolup gitmeye mahkûm. Kim bilir nice benzersiz şiirin bu nedenle heba olup gittiğini düşünmek kahrediyor Lisa’yı. Ne var ki Lisa derdini ne Jimmy’nin aktris olma hayalleri kuran bakıcısına ne de oğluna vakit ayıramayacak kadar işiyle meşgul babasına anlatabiliyor. Görünen o ki Jimmy’nin dehasını Lisa’dan başka takdir eden kimse yok. Ne de olsa artık “kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.”2

Anaokulu Öğretmeni

Jimmy’nin hâli vakti yerinde bir bar sahibi olan babası, oğlunun şiirle ilgilenmek yerine beysbol antrenmanına gitmesini tercih ediyor. Beysbol gibi sporların erkek çocukları için daha uygun olduğunu düşünüyor anlaşılan. Kısacası Jimmy’nin babasının oğlunun içindeki cevhere değer falan verdiği yok. Jimmy’nin sonunun gençken yazı çizi işleriyle uğraşan, şimdi de bir gazetede düzeltmenlik yapmak zorunda kalan beş parasız amcası gibi olmasını istemiyor. Dolayısıyla Jimmy’yi şiir gecesine götürmek isteyen Lisa’yı “oğlumun normal bir hayatı olmasını istiyorum” diyerek tersliyor. Anlaşılan o ki babasının, oğlu için koyduğu hedef onun “normal”, yani kapitalist toplumun normlarından sapmayan, başka bir deyişle para kazanmaya bakan, işini bilen biri olması. Kısacası sanatın ve kültürün metalaştığı, sığlığın hâkim olduğu, insanların birörnekleştiği bir çağda Romantik şairlerin yere göğe sığdıramadığı yaratıcılığa, hayal gücüne, bireyselliğe, dolayısıyla Jimmy gibi dâhilere artık yer yok. Sonunda Jimmy de kaçınılmaz olarak yaratıcılığı körelmiş, duyguları, düşünceleri, arzuları toplum tarafından şekillendirilmiş “tek boyutlu bir insan”3 olup çıkacak. Lisa’nın Jimmy’ye “birkaç yıl sonra sen de benim gibi bir gölgeye dönüşeceksin” demesi bu yüzden. Nihayetinde film Lisa’nın haklı çıkacağını ima eden bir sahneyle sona eriyor. Görünen o ki Lisa yanında olmayınca Jimmy “aklıma bir şiir geldi” dediğinde artık ona kulak verecek kimseyi bulamayacak.


NOTLAR

1 Erik Luers, “The Kindergarten Teacher: How Sara Colangelo transformed an Israeli film into a Sundance-winning remake”, erişim 19 Ekim 2018, <bit.ly/2nk24Fo>.

2 Gülten Akın’ın ‘İlkyaz’ adlı şiirinden.

3 Herbert Marcuse, Tek Boyutlu İnsan (İstanbul: İdea Yayınları, 1986). 


Anaokulu Öğretmeni 9 Kasım 2021 tarihinden itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.