Baştan Başa: Bedenin Sembolik Sınırları
Aylin Kuryel ile Fırat Yücel’in insan saçının Türkiye’den İsrail’e, Ortodoks Yahudi kadınların başlarına peruk olarak yerleşmekle son bulan yolculuğunu ele alan belgeseli Baştan Başa’da, meta fetişizmi ile dinî fetişizmin üst üste binişine yakından bakıyoruz.
Bedenin sembolik sınırlarını ihlal eden ayrılışlar arasında en olağanı, kozmetik ve de estetik saiklerle rengine, şekline, boyuna gündelik olarak müdahale edilen saçın ait olduğu baştan ayrılması olabilir. Aylin Kuryel ile Fırat Yücel’in Baştan Başa’sı, insan saçının Türkiye’den İsrail’e, Ortodoks Yahudi kadınların başlarına peruk olarak yerleşmekle son bulan yolculuğuna bakarken, bu olağanlığı tuhaflaştırıyor.
Baştan Başa’nın başlangıcında, satılmak üzere bir araya getirilmiş oldukları bohçadan çıkarılan saçlar, kesildikleri başların, bedenlerin kadrajda olmayışını, hazırlıksız yakalanan izleyicinin yüzüne çarpıyor. Ait oldukları bedeni bir nevi hayalet uzuv hâline getiriyor; sanki, ilk sahiplerinin uzatırken ve keserken saçların üzerinde biriken niyetleri, duyguları, geçen zamanı yüklenmiş olan saç telleri değil de kesilip atılmış olan, bedenlerin ta kendisidir. Bohçanın açılışıyla filmden dışarı sızan bu hissin kendisi de, tıpkı saçların ilk sahiplerinin bedenleri gibi negatif alanda hayaletvari varoluşunu hiç unutturmuyor.
Baştan Başa, arzunun (burada görme arzusunun) ve fantezinin bir nesneye veya vücut parçasına yönelmesi anlamında fetişist bir film; saçların bedenden ayrılmışlığını vurgulamayı önemsediği gibi, kadrajına aldığı bedenleri de parçalarına ayırıyor. İzleyeni konuşmakta olan kişinin yüzüne ya da ellerine, belli bir kısmına bakmak durumunda bırakıyor. Aniden ufak bir detaya ölçüsüzce yaklaşmasında, izleyenin bakışını ele geçirmiş olmakla eğlenen bir hâl var sanki. En nihayetinde gördüklerimizden çok görmediklerimizi düşündürmeyi istiyor gibi.
Saçların ait olduğu bedenler var bir yerlerde; peruk yapılmak üzere kesilen saçların ticaretinin neredeyse tüm taraflarını görüyoruz ve dinliyoruz, saçların kaynağı olan kadınlar hariç. Kadınlar arasındaki bu değiş tokuşun aracıları, saç kaynaklarını açıklamak istemiyorlar hâliyle. Satıcı kadınlar saçın kaç para ettiğini biliyorlar mı sorusu ise filmdeki yokluklarını biraz daha yakıcı kılıyor.
Görünmez Kılınan Emek
Kapitalizmin yapısı, emeği görünmez kılar; “tüketici”nin ürünü üreten elleri hiç görmemesi, görse de ürün pazara çıktığı anda göbek bağı gibi kesilen o ilişkiyi, satın alınan şey ile onu üreten eller arasındaki bağı bir türlü kuramaması prensibine bel bağlar.
Baştan Başa’da, meta fetişizmi ile dinî fetişizmin üst üste bindiği bir ana yakından bakıyoruz. Marx’ın billurlaştırdığı ve sonradan üzerine kapitalizm kendini güncelledikçe başka düşünceler de kurulan bu ilk fikrin olabilecek en dolaysız ifadelerinden biriyle karşılaşıyoruz filmde; baştan ayrılan saçın pazarda paraya dönüşmesi yani saçı ortaya çıkaran, doğrudan bedenden kaynaklanan emeği görünmez hâle getiren o “gizemli dönüşüm” ile Ortodoks Yahudi kadınların peruklarını dinî bir işlevin aracına dönüştürmeleri birbirine benzemiyor mu?
Türk simsardan saçları satın alan Coya’ya göre, “saçlarda tiksinti uyandıran bir şey var,” o bunu söylerken Nazilerin Yahudilerin saçlarını kesmesini hatırlıyor. Saçlarını satın aldığı kadınları başka türü bir zulmün kurbanı olarak görüyor olabilir mi? Biyopolitikanın sahasında, saçların devlet eliyle sistematik biçimde kesilmesi yoluyla insanın nesneleştirildiği bir tarihsel an ile kayıt dışı bir ekonominin metası olarak beden parçalarının, insani sermayeye dahil olması yan yana geliyor. Saçın metalaşması bedeni de ad aktarması (synecdoche) yoluyla metalaştırıyor sanki.
Saçlarda tiksinti uyandıran bir şey var sahiden. Saç, canlı mı ölü mü olduğu tartışılan bir nesne, bu kararsızlıktan ötürü tekinsiz. Ve aynı zamanda “abject”; Kristeva’nın deyişiyle; “kimliği, sistemi, düzeni ihlal ediyor, sınırları, konumları, kuralları hiçe sayıyor. Arada kalmış, muğlak, kompozit.” Bedenden ayrılan parçalara dönüp bir daha bakmak istemeyiz genelde. Tırnakların, saçların, dışkının, âdet kanının “bana” aitken, vücudumdan ayrıldıkları anda atığa, pisliğe, istenmeyen bir nesneye, aniden dönüşüvermeleri, bir uzvun kaybı gibi travmatik değil belki ama “ben olmayan” kategorisine hızla geçişlerinde tekinsiz bir taraf var.
Koşer Sertifikalı Türk Saçı
Gerçek saçlarla yapılan perukların doğal mı suni mi olduğuna karar vermek de en az kesilmiş saçları tam olarak cansız olarak kabul etmek kadar zor. Sınırda kalan her şey gibi saçın ve saçtan yapılan perukların da ne’liği, bir kabul ve inkâr sürecine tabi. Perukların Müslüman başlardan Yahudi başlara geçerken ihlal ettikleri sınırlar da İsrail tarafında birtakım dinî ayarlamalara, Türkiye tarafında ise bir vicdani muhasebeye tabi olarak düzenleniyor. İnançları gereği başlarını örtmek isteyen Ortodoks Yahudi kadınlar arasında koşer sertifikalı Türk saçları revaçta, Anadolulu tüccarlar da Baştan Başa’da duyduğumuz kadarıyla beden parçalarını alıp satıyor olmaktan rüyalarında saçlarla konuşacak kadar etkilenmekle birlikte, günaha girdiklerini düşünseler de ticaretin devamını gözetiyorlar.
Baştan Başa’da peruklarla ilişkisini dinlediğimiz Ortodoks Yahudi kadınlardan biri, perukların, Tanrı’ya gerektiği gibi hizmet etmesine fırsat verdiğini anlatıyor. İnancı gereği, Tanrı’nın yani Kral’ın kızı ya da “Bat Melech” olarak yaşayabilmesi için başını örtmesi gereken kadın, aslında saçların Anadolu’da yaşayan bir Müslüman kadından geldiğini biliyor olmalı; ama yine de, saçlar nereden geliyor sizce, sorusuna, ben bir Kral’ın kızıysam, (bunu mümkün kılan saçlar da) bir Kraliçe’den geliyor olmalı, diye yanıt veriyor.
Fetişist inkârın meşhur cümlesi, “Je sais, mais quand meme”, biliyorum, ama yine de… Nitekim, bu Kraliçe nerededir peki, sorusu yanıtsız kalıyor. Hemen ardından gelen, David Lynch’in yakın planlarını andıran, meşum bir an; izleyiciyi, kraliçeyi rüzgâr aldı götürdü dercesine uğuldayan rüzgârın kımıldattığı, henüz peruk olmamış saç tellerine çok yakından bakmaya zorlayan son kare. Filmin namevcut merkezi olan saçlarını kesen kadınların orada olmayışı, çok yakından bakılan diğer her şey gibi, son derece korkunç görünüyor.
1985'te İstanbul'da doğdu. Yayıncılık sektörünün çeşitli alanlarında çalıştı, çalışıyor. Sinema yazarı ve popüler kültür eleştirmeni olarak 2004'ten bu yana çeşitli matbu ve online mecralarda sinema ve popüler kültür eleştirileri yazıyor.