Geçen Yaz: ‘97 Yazına Tek Bilet
Atiye ve Yarına Tek Bilet’ten sonra Ozan Açıktan’ın Netflix kanatları altında kotardığı üçüncü proje olan Geçen Yaz, 1997 yılının Bodrum’unda bir yazlık sitede büyüme sancıları yaşayan bir delikanlının “yaz aşkı”na ortak ediyor bizi. Açıktan, süslü sözcüklerden, büyük dönüm noktalarından uzak bir senaryoyla X kuşağının en masum yıllarına nostaljik bir bakış atıyor.
Geçen Yaz büyük beklentiler, süslü sözcükler, kritik kırılma noktaları bekleyen bir izleyiciyi hayal kırıklığına uğratacak türde bir film. Bu olumsuz bir yargı değil; finale doğru bir iki olay hariç film boyunca çok büyük olaylar patlamıyor. Patlamasını beklediğimiz kimi anlarda da öyle… Ozan Açıktan bizi bir yaz aşkının akışında tutunmaya çalışan bir gencin peşinde nostaljik bir tatile çıkartıyor. Israrla klişelerden uzak duruyor, Deniz’in ruh hâline ve çevresiyle kurduğu ilişkiye odaklanıyor. Bu da, Geçen Yaz’ı, gösterdiklerinden ziyade hissettirdikleriyle heyecanlandıran bir film yapıyor.
Ergen Bakışının Hassas Dengesi
Filmin belki de en ilgi çekici anları Deniz’in nesneleri sürekli gelişigüzel dizmesi. Gelişigüzel derken, hepsi sahnenin dinamiğine cuk oturuyor, onun o sahnedeki ruh hâlinin karşılığına dönüşüyor. Örneğin ablası Ebru annesine kayalıklara gideceklerini söyleyince, annesi “Cambazlık yani!” diyor. O sırada Deniz’i masadaki çatal bıçak ve pet şişe kapağını şekerliğin kapağının üstünde dengelerken yakalıyoruz. Daha sonra Aslı’yla ilişkilerinin yavaş yavaş şekillendiği bir disko gecesinin ertesinde mandalları uç uca ekliyor. Aslı’yla ilişkisini olgunlaştırmaya çalıştığı yine bir canlı müzik gecesinin sonunda shot bardaklarını üstü üste diziyor. Eve geç geldiği başka bir gecenin sabahında annesinden fırça yerken üst üste koyduğu küp şekerler devriliyor. Aynı sahnede bu sefer babası kendisini savununca çay kaşığını fincanın kenarında dengeliyor. Burak ve Aslı’nın işi ilerlettiği gece arabanın kaportasına dallardan yaptığı büyük bir “boynuz” koyuyor. Babasının teknede hayat üzerine okuduğu tirat esnasında oltanın üzerinde bıçağı dengeliyor. Sonlara doğru bu dizme işi biraz azıtıyor ve bir montaj sekansı esnasında da kutuları dizdiğini görüyoruz falan… Sanki ergenlikteki hayata bakış açımızın hassas bir teraziye benzediğini, kimi zaman hayal kırıklığı kimi zaman denge getirdiğini söylüyor Açıktan.
90’ların ağzıyla söylersek, “harbi” bir çocuk Deniz. Ablasının arkadaşlarıyla takılmaya başlayınca, Aslı’yla aralarında adı bir türlü konulamayan bir yakınlaşmanın fitili ateşleniyor. Aslı’dan gelen sinyaller nasıl olursa olsun, delikanlı cesaretini kaybetmemeye çalışıyor. Öyle veya böyle, her ergen gibi Deniz de hem fiziksel hem ruhsal defolarını saklıyor. Vücudu mu yandı, ayağı mı kesildi, asla bozuntuya vermiyor. Heyecanlandığında veya bozulduğunda da öyle… Genç adamın ayak yarası kabuk bağlamak üzereyken ise gönül yarasının açılmaya başladığına tanık oluyoruz.
Kimyası Tutmuş Bir Ekip
Sami Berat Marçalı’nın senaryosu yaz aşklarının uçuculuğunun ergenken ruhumuzda tıpkı rüzgârın uçurduğu bir hamburger kâğıdı veya kafaya dikilen bir gazozun boğazı yakması gibi bir tat bıraktığını tüm nostaljik atmosferiyle (“Okay Dusty!”) aktarırken, Açıktan en büyük desteğini başrolde iyi bir kimya yakalayan oyuncularının yanında, görüntü yönetmeni Maciek Sobieraj ve müziklerin bestecileri Oğuz Kaplangı ve Serkan Çeliköz’den alıyor.
Filmin görüntüleri hikâyeyi destekleyecek hamlelerle ilerliyor. Bütün o parlak sepya kadrajlar 90’lar atmosferine hizmet ederken, örneğin birkaç yerde Tanrının gözü açısından da bakıyoruz Deniz ve Aslı’ya. Yalnızca havuz ve denizde kullanılan bu tepe çekimler, ikisinin gönül ayrılığı yaşadıkları anlara isabet ediyor.
Film kimi anlarıyla bir Kechiche, bir Rohmer tadı yakalasa da, bu hissiyatın tüm filme yayıldığını söylemek güç. Açıktan’ın önceki filmlerinde talihsiz tesadüfler hikâyenin ilerlemesinde büyük bir rol oynuyordu, Marçalı’nın senaryosu burada bundan kaçınıyor.
Kişisel olarak, ana karakter Deniz’i ve Ozan Açıktan’ın bu film için keşfi olan başroldeki Fatih Şahin’i çok sevdiğimi belirtmem gerekiyor. Belki de, Açıktan’ın kuşağından biri olarak, Deniz’le yoğun bir empati kurduğum, kabuğunu kırmaya çalışan gayretli bir yavru kaplumbağayı andıran bu gencin hâletiruhiyesi bana çok tanıdık geldiği için…
Sinema, FİLM+, Empire Türkiye, Radikal Cumartesi, Digiturk, Milliyet Sanat ve Altyazı'da yazıları yayınlandı. Muhabir, editör ve yönetici olarak çalıştı. Hâlen serbest sinema yazarı olarak ilk günkü heyecan ve hevesle filmler üzerine kalem oynatmaya devam ediyor.