Şu An Okunan
Her Şey Her Yerde Aynı Anda: Dikkatim Tamamen Üzerinde

Her Şey Her Yerde Aynı Anda: Dikkatim Tamamen Üzerinde

Her Şey Her Yerde Aynı Anda

Swiss Army Man’le (2016) tanınan yönetmenler Daniel Kwan ve Daniel Scheinert’ın son filmi Her Şey Her Yerde Aynı Anda, South by Southwest Festivali’ndeki gösteriminin ardından şimdiden bir kült olma yolunda ilerliyor. Bugünün temposuna yetişmeye çalışırken kaosun hâkim olduğu bir çoklu evren anlatısı kuran film, her şeyiyle bir “hızlı sinema” örneği. 

“Her şeyin, her yerde, aynı anda var olmasının; hiçbir şeyin, hiçbir yerde, hiçbir zaman var olmamış olmasıyla aynı şey olması”. Bu cümlenin görkemi karşısında şaşkına dönmüş bir film Her Şey Her Yerde Aynı Anda. Yönetmenler Daniel Kwan ve Daniel Scheinert, hiçbir şeye benzemeyen ve her şeye benzeyen bu filmde sadece bir çoklu evren anlatısı kurmakla kalmıyor, aynı zamanda bu evreni sinemanın diline çevirmenin yollarını arıyor. Film, hikâye, kadraj, karakterler ve evren gözümüzün önünde durmaksızın parçalara bölünüp çoğalıyor. Her bir ânı büyük bir ustalıkla yönetilmiş, her karesi titizlikle tasarlanmış bu tuhaf film, bize bir kerede anlayamayacağımız ama algılayabileceğimiz bir film evreni sunuyor. Eğer bize bir tefekkür alanı açan, durmayı ve dalıp gitmeyi öğütleyen bir yavaş sinema varsa, elbette ki bunun bir karşı kuvveti olmalı: Her Şey Her Yerde Aynı Anda, her şeyiyle bir hızlı sinema örneği. Ancak ve ancak dikkatin en büyük sermaye olduğu, her şeye, her yerde, aynı anda baktığımız günümüz görsel dünyasında doğabilecek bir hiper film.

Elbette bu çoklu, dikkati dağınık ve odaksız dünyayı bir arada tutan ve izlenebilir kılan çok basit bir hikâye var. Film, ABD’de kocasıyla birlikte bir çamaşırhane işleten Evelyn isimli bir Çinli-Amerikalı kadın ile kızı Joy arasındaki çatışmaya odaklanıyor. Kızının lezbiyen olduğunu Çin’den gelen babasına söylemeye cesaret edemeyen, bir yandan da zorlu bir vergi dairesi görüşmesine hazırlanan Everlyn, paralel bir evrenden gelen kocası Waymond tarafından akıl almaz bir yolculuğa sürükleniyor. Karakterler, durduk yerde altına yapmak veya duygusal bir anda portakal suyu içmek gibi, olabilecek en rastgele ve beklenmedik hareketi yaparak kendilerinin başka evrendeki versiyonlarına ulaşıyor, onların yeteneklerini tıpkı The Matrix’teki gibi zihinlerine “indirebiliyorlar”. Evelyn kendisinin başka versiyonlarına ulaşırken, biz de aynı anda onlarca farklı film izliyoruz. 2001: Bir Uzay Macerası’ndan (2001: A Space Odyssey, 1968) Aşk Zamanı’na (Fa yeung nin wah, 2000), 70’ler Kung Fu filmlerinden Ratatuy’a (Ratatouille, 2007), sonsuz sinematik referanslarla örülü bir film evreni kuruyor yönetmenler.

Her Şey Her Yerde Aynı Anda (Everything Everwhere All at Once)

Her Şey

Filmin vizyona girmesi vesilesiyle seyirciye yazdıkları mektupta Daniel Kwan ve Daniel Scheinert, filme her şeyi koymak istediklerini anlatıyorlar. Bu filmin çıkış noktasının, her şeyin çok fazla olduğu, herkesin ve her şeyin dikkatimize aç hâle geldiği, sinemanın gerçek hayatın hızına yetişemediği bir dünyada yaşamız olduğundan bahsediyor; bu “fazlalığı” anlamak ve içinde var olabilmek için bir dil aradıklarını söylüyorlar. Hızlı ya da hiperaktif bir sinema diyebileceğimiz bu dili ise şöyle tanımlıyorlar: “Mit yaratmaya dair bir büyük veri (big-data) yaklaşımı, ‘Her Şeyin Teorisi’nin anlatısal bir karşılığı, geleneksel anlatım biçimlerinin türler ötesi (post-genre) bir yapıbozumu, bir ‘maksimalistin’ modern hayatın gürültüsünde hayatta kalmaya dair manifestosu.” Elbette tıpkı filmin kendisi gibi çok yüklü bir tanım bu, ancak kast ettikleri çok temel bir şey var: Tüm bu çokluğun, kakofoninin ve aynı anda her yerde olma hâlini geriye döndürmeye çalışmak, her şeyin daha yavaş ve anlaşılır olduğu geçmişe dönmek yerine, başka bir yöne gitmek. İleri, sağ, sol, çapraz, fark etmez. Günümüz sinemasının en büyük sığınağı olan nostaljiden eser yok bu filmde. Tamamen burada, şu anda geçiyor. “Bir de böyle denemeyi” öneriyor, paralel gerçeklikleri, olasılıkları işaret ediyor. Dikkati azalan, odaklanamayan, aynı anda bir sürü şeye bakmak, bir sürü iş yapmak zorunda kalan, her hareketi veriye dönüşmüş zihinlerimizin bu çokluk hâlini kucaklamayı deniyor. Filmin bunu nasıl yaptığını anlamak için açılış sahnesine biraz daha yakından bakabiliriz.

Bir masaya yığılmış yüzlerce fiş ve faturanın görüntüsüyle açılıyor film. Evelyn bir vergi denetimi için gerekli belgeleri hazırlamalı, bir yandan Çin’den gelen yaşlı babası için parti hazırlıklarını tamamlamalı, kızının sorunlarını dinlemeli, kocasının doğru duvar boyasının kullanıp kullanmadığını denetlemeli, kendisine asılan bir adamı savuşturmalı, çamaşırhaneye gelen müşterilerle ilgilenmeli, çamaşır makinesinin içine ayakkabı atmasınlar diye onları uyarmalı. Her kafadan bir sesin çıktığı, kameranın yönünü şaşırdığı, aşırıymış gibi dursa da aslında herhangi birimizin herhangi bir gününden farkı olmayan bu kalabalık ve geveze açılış, yakın dönemden Safdie Kardeşler’in Uncut Gems’ini (2019) de anımsatıyor. Ancak burada şehirle özdeşleşmiş bir kakofoniye ek olarak en az karakterler kadar dikkati dağınık, mekânı karış karış dolaşan ve dolaştıran oyunbaz bir kamera ve kurgu da var. Bugünün dilinden konuşan, şimdinin hızıyla hareket eden, odağını şaşırmış bir kamera; neyi nereye bağlayacağını bilemeyen, her şeyi rastgele ilişkilendiren, uzun plan sekanslarla hızlı kesmeler arasında gidip gelen bir kurgu. İkisi de neden-sonuçla değil, uyaranlar üzerinden hareket ediyor ve zihnin sıçramalarını taklit ediyor. Gündelik hayatta ve bildiğimiz dünyanın gerçekliğinde geçen bu açılış ile filmin çılgın bir bilimkurgu evreninde geçen geri kalan kısmının benzer duygular yaratması tesadüf değil. Çünkü Her Şey Her Yerde Aynı Anda, neredeyse her parçasında bütününü barındıran bir film. Herkesin “küçük birer bok parçası” kadar değerli ya da değersiz olduğu evrende, sıradan bir ailenin sıradan yaşamının tam da evrene, hakikate ve her şeye dair söyledikleriyle ilgileniyor.

Her Yer

Filmin çılgın ve hiper evreni, bir yandan Everyn’in çatlayan ve parçalanan zihnini ve ruhunu anlatmasıyla dışavurumcu ve öznel. Çoğunlukla onun zihninin yönlendirmesiyle dolaşıyoruz bu labirentin içinde. Bazen bir rüyanın dilini taklit ediyor film, çağrışımlarla ilerliyor ve karakterin hikâyesindeki kilit anlara odaklanıyor. Kocasıyla giderek ailesini terk ettiği, ABD’ye göç ettiği ya da kızının doğduğu anlar gibi. Bir bilgisayar oyununu andıran küçük bir ekranda Evelyn’in karar anlarını görüyoruz, farklı kararlar dallanıp budaklanan uzun bir kader çizgisine dönüşüyor. Her yolun sonunda hem aynı hem bambaşka bir Evelyn görüyoruz: bir film yıldızı, bir opera sanatçısı, bir aşçı, bazen sadece hareketsiz bir kaya. Her karakterde ise başka bir filmin ya da türün dünyasına giriyoruz. Örneğin Evelyn’in kocasıyla ABD’ye gitmediği, Çin’de kalarak bir kung fu ustası ve film yıldızı olduğu evren bir Wong Kar Wai evreni. Seneler sonra karşılaşan âşıkların konuşmasını, Aşk Zamanı’nın arka sokaklarından birinde izliyoruz. Sadece sinematografi değil, filmin hızı da Wong Kar Wai’nin kendine has zamanına ayak uyduruyor bu sahnelerde.

“Filmler hayatınızı değiştirebilir” diyor mektuplarında yönetmenler, kendi hayatlarını değiştiren filmleri her şeyin bir parçası olarak yerleştirdikleri bu evrenin kelimeleri de yine filmler oluyor. Sadece sevilen bir referans vermek ve onu hatırlatmak değil amaç, o filmin işaret ettiği film zamanını, “çok fazla’yı anlamak için gerekli kelime dağarcığına” dâhil etmek. Yönetmenler gibi Evelyn de filmlerle hatırlıyor, onlarla hayal kuruyor, onlarla görüyor. Paralel evrenlerdeki diğer versiyonlarının aksine, hiçbir şeyde başarılı olamadığı için özel olan Evelyn, kelimenin gerçek anlamıyla bir anti-kahraman. Şu âna dek hikâyelerini dinlediğimiz tüm kahramanların karşı kuvveti, onların var olurken evrendeki dengeyi sağlayan herkes, yan karakterler, görünmez, sıradan insanlar.1 Hayatlarının binlerce farklı versiyonunu binlerce farklı ekranda izleyen, ona “seyirci kalanlar”, biz, herkes, hiç kimse.

Öte yandan sinema referanslarıyla örülü tüm bu evreni Ucuz Roman (Pulp Fiction, 1994) gibi postmodern sinema örneklerinden ayıran iki temel özellik var: Yönü ve hızı. Zamanın ruhunu ve bugünün estetiğini bu iki temel kavramla sinemanın diline çevirmeye çalışıyor yönetmenler. Her Şey Her Yerde Aynı Anda, mekânı yatay olarak parçalayan bir film, bir space-travel filmi. Bunu hem ‘mekânda yolculuk’ hem de ‘boşlukta yolculuk’ olarak çevirebiliriz bu film özelinde. Ucuz Roman gibi örnekler ileriye doğru akan hikâyeyi zamansal olarak parçalayıp kronolojik sırayı bozarken, burada ise hikâyenin zamanda doğrusal olarak aktığını ve mekânda parçalanıp çoğaldığını görüyoruz. Evelyn’in bilinci diğer evrenlere geçtiğinde kamera sağa, sola, yukarıya ya da aşağıya doğru hızla kayıyor, hattâ bazen birkaç evreni aynı anda deneyimliyoruz, tüm bu akışı takip etmek mümkün değil. Bazen ise Evelyn kadrajın içinde geriye ya da ileriye doğru sürükleniyor. Bu anlarda gerçekten de bir hızlı trende gibiyiz, üç boyutlu gözlüklere gerek kalmadan Evelyn’le birlikte kadrajın derinliklerine doğru sürükleniyoruz. Mekânsal olarak her yöne ilerleyen, sinemanın olanakları ve insan algısı elverdiğince “her yerde” olmaya çalışan bir anlatı var karşımızda.

Her Şey Her Yerde Aynı Anda (Everything Everwhere All at Once)

Aynı Anda

Elbette sinema tarihinde çoklu evren/paralel evren yapısını kullanarak hikâyeyi mekânsal olarak parçalayan Rastlantının Böylesi (Sliding Doors, 1998), Zaman Kodu (Timecode, 2000) ve Koş Lola Koş (Lola Rennt, 1998) gibi örneklerden bahsetmek mümkün. Ancak bu noktada kadrajdaki ya da mekândaki parçalanmaya hız faktörü ekleniyor. Kadrajın her yönüne doğru hızla kayma hareketi bir yanıyla sosyal medyadaki kaydırma hareketini çağrıştırıyor. Binlerce parçaya bölünmüş dikkatimizin farklı evrenler arasında gidip gelişinin epik bir versiyonu. Film boyunca Evelyn’in zihni buna dayanabilecek mi, dayanamayacak mı diye izliyoruz. Kendisinden önce bu çoklu evrende var olmaya çalışmış bir diğer kişi, filmimizin kötü kahramanı Jobu Tubaki –yani Evelyn’in kızı Joy’un başka bir evrendeki versiyonu– dayanmayı başarmış fakat her şeyin hiçbir şey olduğunu fark ederek sonsuz bir anlamsızlık ve hissizlik çukuruna sürüklenmiş, bir nevi uyuşmuş. Evelyn’in zihni Jobu’nunkinden daha dayanıklı çünkü daha yavaş bir çağın anıları var zihninde.

Filmde birkaç kez tekrar eden etkileyici bir imge var: Evelyn’in farklı evrenler arasında bölünen ve çoğalan zihni/bedeni, bir cam ya da gibi çatlıyor. Günümüz dikkat ekonomisinin en yerinde temsillerinden biri olabilir bu. Ancak Black Mirror benzeri eleştirel ve distopik sosyal medya anlatılarından çok büyük bir farkı var filmin; bu parçalanmayı bir tür zihinsel evrim olarak ele alıyor. Her şeyi aynı anda anlamak mümkün değil belki ama görmek, işitmek –algılamak– anlamaktan çok daha hızlı gerçekleşiyor. Bu yüzden filmi çoğunlukla anlamıyor, sadece algılıyoruz. Çünkü bu günlük hayatımızda zaten hep yaptığımız, bildiğimiz bir şey. Herkesin ve her şeyin iştahla peşinden koştuğu dikkatimiz bin bir parçaya bölünürken çatlamayan zihnimizi, bedenimizi –ruhumuzu– kucaklıyor, onu bir güce dönüştürüyor. Filmin bize, Evelyn’in kızına, bir neslin bir başka nesle dair temennisi: Tutunun, kaybolmayın.

Joy daha hızlı bir dünyaya doğduğu için müthiş bir kaosun içine çekilmiş, anlamsızlık ve haz içinde pırıl pırıl parlıyor, her şeyi deneyimlediği için hiçbir şey hissedemiyor. Yine bir başka zamane anlatısı Euphoria’ya referansla, “öforik bir distopyaya” sürüklenmiş. Evelyn kendi babasına kızını anlatırken şöyle bir cümle kuruyor: “Bana benzemesinden korkuyordum, yine de benim gibi darmadağın oldu. Ama önemli değil çünkü evrende var olmasına yardım edecek nazik, sabırlı ve bağışlayıcı birini buldu.” Hayatı paylaştığı, öfkesini ve acısını nazikliği ve naifliğiyle hafifleten, kendi karşı kuvveti Waymond’ı hatırlıyor bunu söylerken. Bu filmde her parça bizi bütüne götürüyor demiştik. O hâlde Evelyn’in bu cümlesini, yönetmenlerin tıpkı mektuplarında yaptıkları gibi bize, seyirciye bir sesleniş olarak okumak mümkün: “Filme her şeyi dâhil edemediğimizi gördünüz ancak yine de umarız bu kocaman ve dağınık film size bir şekilde sarılabilmiştir.” 


NOT

1 Bu anlamda elbette Evelyn’in anaakım sinemada çok az temsil edilen bir karakter, orta yaşlı bir göçmen kadın olması tesadüf değil.


Her Şey Her Yerde Aynı Anda, Netflix Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.