Son Jedi: Hangi Star Wars?
Rian Johnson’ın yazıp yönettiği Son Jedi, serinin hayranlarını daha önce hiç olmadığı kadar ikiye böldü. Öyküye yeni karakterler ekleyerek Star Wars evrenini genişleten Johnson’ın, bu büyük anlatının altından kalkıp kalkamadığı büyük bir soru işareti.
Disney’in Lucasfilm’i satın aldıktan sonraki vaatlerinden biri, her yıl yeni bir Star Wars filmini izleyicilerle buluşturmaktı. 2015’te Güç Uyanıyor’la (Star Wars: Episode VII – The Force Awakens, 2015), Disney dönemine geçen seri, Star Wars: Son Jedi (Star Wars: The Last Jedi) ile evrenini genişletmeye devam ediyor. Seneye tıpkı Rogue One: Bir Star Wars Hikâyesi (Rogue One, 2016) gibi, üçüncü üçlemeden bağımsız, Star Wars evreninde geçen bir karakter hikâyesi olan ‘Han Solo’yu izleyeceğiz. George Lucas’ın 1970’lerin sonunda yarattığı bu uzay operasını ya da fantastik öğelerle bezeli bilimkurgu-western’i hayranlarıyla kurduğu ilişkiden bağımsız değerlendirmek pek de mümkün değil. Önce Lucas’ın, ardından birçok farklı senarist ve yönetmenin kurduğu Star Wars evreni, mitolojinin fanlarının ürettiği hikâyelerle de genişliyor. J.J. Abrams gibi Son Jedi’ın yönetmeni Rian Johnson da bir Star Wars fanı. O yüzden ikisinin çektiği filmleri, serinin resmî devam filmleri gibi görmenin yanında, yüksek bütçeli birer fan filmi gibi de görmek mümkün.
Abrams, ilk Star Wars filmi Yeni Bir Umut’un (Star Wars: Episode IV – A New Hope, 1977), anlatı yapısını bire bir kopyalayıp Güç Uyanıyor’la seyircinin karşısına çıktığında tepkilerle karşılaşmıştı. ABD’de tüm zamanların en fazla gişe yapan filmi unvanını kazanan Güç Uyanıyor, bu anlamda bir tür yeniden çevrimdi. Bunun en büyük nedenlerinden biri, tamamını George Lucas’ın kendisinin yazıp yönettiği ikinci üçlemenin genel olarak bir hayal kırıklığı olarak kabul edilmesiydi; bu hayal kırıklığının ardından ilk serinin duygusunu yeniden yakalamak neredeyse bir zorunluluk olarak görülüyordu.
Mitolojik anlatılarda kahramanın yolculuğunun döngüsel bir yapıya sahip olduğu düşünüldüğünde, Star Wars mitolojisinin de diğer tüm hikâyelerde olduğu gibi form değiştirerek başa dönmesine çok da şaşırmamak gerek. 35mm peliküle çekilen Güç Uyanıyor’un, tıpkı orijinal Star Wars serisi gibi, sırtını dijital efektlere çok fazla yaslamadan kurduğu dünya filme nostaljik bir hava da katıyordu.
Rian Johnson Son Jedi’da, hikâyeyi Abrams’ın bıraktığı yerden devam ettirirken, üçüncü üçlemenin ilk filminden başka bir yöne direksiyon kırıyor. Bir Star Wars fanı olduğunu filme yerleştirdiği ayrıntılardan çok rahat anlayabileceğimiz Johnson’ın birçok karakter ekleyerek genişlettiği öykünün altından kalkıp kalkamadığı büyük bir soru işareti. Diğer yandan Hollywood’un en güçlü yapımcılarının işin içinde olduğu düşünüldüğünde, filmde aksayan her şeyi Johnson’ın üstüne yıkmak haksızlık olacaktır. Filmin birçok farklı olay örgüsünü aynı anda işletme telaşı ya da filmin her yerine belirli bir amaç için yerleştirildiği belli olan temaların izleyiciye diyaloglar aracılığıyla doğrudan aktarılması, sadece Johnson’ın sorumluluğunda olamaz.
Birçok Star Wars filminde gördüğümüz gibi, karanlık tarafın aydınlığın peşine takıldığı bir sahneyle açılıyor Son Jedi; İlk Düzen, Asilerin yer aldığı bir gemiyi takip ediyor. Asilerin gemisi kalkanları sayesinde İlk Düzen’in saldırısına direniyor fakat Asiler bu şekilde ancak sınırlı bir süre kaçabileceklerinin farkındalar. O yüzden Finn ve öyküye yeni katılan Rose, başka bir gezegene gidip bir şifre kırıcı bulup İlk Düzen’in gemisini etkisiz hâle getirmek için bir göreve çıkıyorlar. Bu esnada Poe, Leia’nın yaralanmasının ardından geminin kaptanlığını üstlenen Amiral Holdo’nun hiçbir şey yapmadan beklemesine çok sinirlendiği için gemide küçük bir darbe yapıyor. Tüm bunlar olup biterken Rey de Luke Skywalker’ı Asilere yardım etmesi için ikna etmeye çabalıyor. Birbirine paralel giden üç olay örgüsü, filmin sonunda aksiyonun doruk noktasına ulaştığı tuzla kaplı gezegende birleşiyor.
Didaktik Bir Star Wars
Star Wars evreninin genişleme şeklinin Son Jedi’da pek de organik bir şekilde ilerlemediğini belirtmek gerek. Bir sahnede öylece beliriverip sonra da birden öykünün içine dahil olan ve tam olarak tanıma fırsatı bulamadığımız karakterlerle dolu Son Jedi. Bu noktada Star Wars’un, Disney’in TV dizisi gibi birbiri ardına çektiği Marvel filmlerine yaklaştığı söylenebilir. Örneğin öyküye yeni katılan Amiral Holdo’nun hain olup olmadığı üzerinden kurulan merak öğesi, sadece öyküyü uzatmak için yaratılmış gibi duruyor. Leia’nın sağ kolu olduğunu anladığımız Holdo’nun verdiği kararların rasyonelliğine karşı Poe’nun verdiği duygusal tepkiler filmin bu kısmındaki temel çatışmayı oluşturuyor. Holdo’nun, eril bakışın ürettiği “mantıklı erkek, duygusal kadın” ikiliğini altüst etmek için hikâyede bu kadar yer kapladığını bir süre sonra anlıyoruz. Diğer yandan Rose ve Finn’in gittiği kumarhane gezegeninde şifre kırıcıyı canlandıran Benicio Del Toro da ana öyküye katkı sunmayan bir konuk oyuncu. Bu gezegende geçen sahneler, filmin ürettiği politik söylemi seyirciye aktarmak için çekilmiş gibi. Mesela, günlerini gün eden zenginlerden nefret ettiğini söyleyen Rose filmin bu bölümünde, silah tacirleri yüzünden evrende savaşın hiçbir zaman bitmeyeceğini söylüyor.
Star Wars’u anaakım sinema için değerli kılan, izleyicinin bambaşka bir galakside çok çok uzun bir zaman önce geçen mitolojik bir öyküde kendini kaybedebilmesidir. “Kaçış sineması”nın ulaştığı en görkemli noktadır Star Wars. Ve her mitolojik hikâye gibi iyiyle kötünün savaşını konu edinirken, bir yandan da karakterlerin içindeki aydınlık ve karanlığın mücadelesini anlatır. Oysa Rogue One’daki kimi mizansenler nasıl Ortadoğu’daki savaşı seyirciye hatırlatma görevi üstlendiyse, Son Jedi’da da kadın karakterler üzerinden kurulmaya çalışılan feminist ve antikapitalist söylem benzer bir görev üstleniyor. Star Wars evreni zaten geçmişin, şimdinin ve geleceğin politik çelişkilerine dair temel meseleleri masaya yatırmışken, Son Jedi’ın güncel politikaya dair söylem üretme telaşı filmin dramatik yapısına zarar veriyor. Daha önceki filmlerde altmetin düzeyinde kalan temalar, bu filmde metnin kendisine dönüşüyor. Bu didaktik politik söylemleri üretmek için eklenen sahneleri çıkardığınızda da büyük hikâyenin varmak istediği nokta değişmiyor aslında; bu sahneler filme sonradan eklenmiş gibi duran, fazla önem taşımayan ayrıntılar bir bakıma. Holdo’nun ya da şifre kırıcıyla tanıştığımız yan öykülerin filmin asıl meselesini besleyen bir tarafı olduğunu söylemek zor. Hattâ yine bu iki bölümü filmden çıkarsanız, paralel kurguyla dağıldıkça dağılan öykünün çok daha kolay toparlanabileceğini hayal etmek de mümkün. Şifre kırıcıya gerek duyulmadan İlk Düzen’in gemisine girmek için bir çözüm pekâlâ bulunabilirdi. Ya da feminist bir söylem üretmek için illa ki önce güvenilirliğine dair şüphe duyduğumuz bir karakterin kendini feda ettiğini görmemize gerek yoktu.
Evreni genişletme çabasının organik bir şekilde ilerlememesi yüzünden, uzun metraj bir film çekmek için gerekli çatışmaların nasıl üretildiğini rahatça tespit edebiliyoruz. Güç Uyanıyor’da tanıştığımız Rey, Poe ve Finn’in bugüne kadarki en uzun Star Wars filminde ne kadar geliştiği ve dönüştüğü de bir soru işareti. Rey hâlâ bu evrendeki yerine dair bir cevap bulmuş değil, Poe yine fırlama bir pilot olarak ortalığı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyor, ilk filmde ışın kılıcı kullandığını gördüğümüz Finn’e dair aklımızdaki soruların hiçbiri de cevaplanmıyor. Bu yeni öykünün başkarakteri bellediğimiz Rey’e dair yeni çok az şey öğreniyoruz. Karanlık tarafın çağrısına kulak veriyormuş gibi görünen Rey’in o çağrı tarafından nasıl etkilendiğine dair de bir fikrimiz yok.
Bir Süper Kahraman Hikâyesi
Son Jedi’ın, genel olarak serinin en iyi filmi kabul edilen İmparator’a (Star Wars: Episode V – The Empire Strikes Back, 1980) benzemesi bekleniyordu. Öyküye Yoda gibi kilit isimleri ekleyerek evreni genişleten İmparator, klasik hikâye yapısını mükemmel bir şekilde kullanan, karakterlerin çıktığı görevleri filmin ana çatışmasını besleyecek şekilde ilerleten, sinema tarihinin en etkileyici dönüm noktalarından birine sahip katıksız bir başyapıt. Tabii ki Son Jedi’ın İmparator kadar iyi bir film olmasını beklemek zaten çok gerçekçi değildi. Fakat iki filmin de üç bölümden oluşan büyük bir anlatının ikinci bölümü olması, aralarında bu düzlem üzerinden karşılaştırma yapmamıza izin veriyor. Son Jedi, İmparator gibi Star Wars anlatısını fikirsel ve duygusal olarak dönüştürmeyi, öyküye yeni çatışmalar eklemeyi başaramıyor. Johnson’ın filmi, görev üstüne göreve giden karakterlerin maceralarıyla, üst üste ölen Asilerin fedakârlıklarıyla bezeli ve kendi içinde sürekli aynı çatışmayı tekrar ediyor. Ana yapısı itibariyle ise diğer Star Wars filmlerinin trüklerini bire bir uyguluyor. Son Jedi’ın diğer Star Wars filmlerinden farklı yaptığı bir şey varsa o da jedi öğretisini bir nevi süper kahramanlık öğretisine dönüştürmesi.
Luke Skywalker’ın, ustası Obi Wan Kenobi gibi güce karışarak dünyayı terk etmeden önce bir hologram olarak Kylo Ren’in karşısına çıktığı sahne bir Superman filminden çıkmış gibi. Üzerine bombalar yağsa da hiçbir zarar görmediğini anladığımız Luke Skywalker neredeyse bir peygambere dönüşüyor filmde. Skywalker kanı taşıdığı için süper güç benzeri yeteneklere sahip Leia, öldüğünü düşündüğümüz sahnede uzayda hareket ederek gemiye dönüyor. Leia ve Luke, bildiğimiz Leia ve Luke olmaktan çıkıyor. Efsaneleştirilen karakterlerin bu yükün altında ne kadar ezildiği temasına odaklanan filmin bu anlamda kendi mitini sorunsallaştırdığı da düşünülebilir. Evrende adı kulaktan kulağa yayılan ve efsaneleşen Luke artık tüm galaksinin en büyük kahramanı. Fakat bir yandan bu çelişkiyi ortaya koyan filmin, diğer yandan ikisini de birer süper kahraman gibi sunması, bambaşka bir çelişki doğuruyor. Eğer jedi öğretisine dair bildiğimiz bir şey varsa o da onun hakkında bir şey bilmememizdir. Evrendeki dengeyi sağlayan, her şeyi bir arada tutan tanımlaması zor bir güç ve bu gücü kullanarak evrendeki karanlığı aydınlatmaya çalışan jedi’lar hiçbir zaman Marvel filminden fırlamış kahramanlar gibi tanıtılmamıştı. Star Wars’un kahramanları daha önce mutlak ve sonsuz bir gücün sahibi olarak karşımıza çıkmadı.
Filmin serinin geri kalan filmlerine göre tematik olarak daha fazla irdelediği noktalardan biri ise aydınlıkla karanlık arasındaki çizginin muğlaklığı. İlk altı filmin asıl kahramanı Anakin Skywalker, aydınlık taraftayken karanlık tarafa meyleden ama nihayetinde, bastırdığı aydınlığı içinden geri çıkaran bir karakterdi. Burada da tıpkı dedesi Darth Vader gibi maske takarak karanlığın prensi olma çabasında olan ve içindeki aydınlıktan utanan Kylo Ren’in öyküsü benzer bir çizgide ilerliyor. Vader’ın içindeki aydınlığı oğlu Luke geri çağırırken, burada Kylo Ren için bu görevi Rey üstleniyor. Luke ve Vader arasındaki baba-oğul bağının bunu ortaya çıkarmakta büyük bir etkisi vardı. Fakat burada Kylo Ren ve Rey’in aynı yaşlarda olmalarının dışında nasıl bir bağları olduğuna dair bir fikrimiz yok. Diğer yandan, Rey’in güçle neden bu kadar yoğun bir ilişki içinde olduğu da açıklanmıyor. Her şey neredeyse daha önce yine hiçbir Star Wars filmin görmediğimiz şekilde, ilahi güçler tarafından idare ediliyor.
Kylo Ren, Han Solo ve Luke gibi hayatındaki otorite figürlerine savaş açmış bir ergenken, Rey’in motivasyonlarının ne olduğuna dair tam bir fikir edinemiyoruz. Rey’in karanlık tarafın çağrısıyla Luke’un yaşadığı adanın zemininde yaşadığı çatışmalar, aynalar arasındaki sonsuz yansımaları gördüğümüz sahnede tasvir ediliyor. Bu çağrının sonunda karanlık tarafa geçiyormuş gibi gördüğümüz Rey, Luke’u ışın kılıcıyla tehdit ediyor. Fakat bunu karanlığın çağrısının sonucu olarak görmek pek mümkün değil. Rey burada kendisine yalan söyleyen Luke’a, hayatındaki otorite figürüne karşı çıkıyor. Pek de haksız olduğu söylenemez.
Bu noktada Luke’un Kylo Ren’i öldürmeye çalıştığını öğrenmemiz, anlatının mutlak iyi kahramanının içindeki zayıflığı gözler önüne seriyor. Luke’un Yoda’yla konuştuğu sahnede filmin usta-çırak ilişkisine dair söyledikleri Star Wars anlatısının, babalar ve çocuklar arasındaki çatışmayı irdeleyen boyutuna dair birkaç ek yapıyor. Yoda, ustasından daha yetenekli ve daha güçlü çırakların, ustaları tarafından kendilerine benzetilmeye çalışılmasının ne kadar nafile bir çaba olduğunu söylüyor. George Lucas’ın ortaya attığı temaları genişletmeye ve derinleştirmeye çalışan Rian Johnson’ın da, ustasınınkilerden daha büyük bir film yapma çabasında olduğu söylenebilir. Fakat karşımızda Lucas gibi, yaratım sürecini neredeyse tamamen kendi kontrol eden, anlatısının mutlak hâkimi bir yönetmen yok. Üzerindeki otoritenin, stüdyonun taleplerine boyun eğmiş gibi görünüyor Johnson. Son Jedi, bir Star Wars filminden çok bir Disney filmine benziyor. Luke ve Leia bir süper kahramana, jedi öğretisi önemsiz bir efsaneye, ana kahramanlar ise gösterişli aksiyon sahneleri izlememiz için oradan oraya sürüklenen birer piyona dönüşüyor.