Zordur Gitmek: Ab-ı Hayat’ın Hatırası
Jessica Beshir’in çocukluğunu geçirdiği Etiyopya kırsalına kamerasını doğrulttuğu şiirsel belgeseli Zordur Gitmek MUBI Türkiye’de gösterimde. Film yoksulluk, işsizlik ve siyasi gerilimlerin gölgesinde yaşam mücadelesi veren insanların varoluşlarına temas etmemizi sağlıyor.
Siyahla beyazın anlam ve duygu yüklü tonları Etiyopya kırsalındaki manzaraları kaplarken, yabancı bir ses tanıdık bir hikâye fısıldamaya başlar kulağımıza. Rivayete göre Tanrı, Zülkarneyn olarak bildiğimiz yaşlı bir emiri ölüm döşeğinde ziyaret eder ve ona ab-ı hayatı, yani ölümsüzlüğün suyunu bulmasını fısıldar. Zülkarneyn’in arayışına Hıdır (Hızır) ve İlyas da katılır. Hayat suyunu ilk bulan Hıdır bu efsaneye göre ışığa, geriye kalan çamurlu suyu içen İlyas ise karanlığa dönüşür. Zülkarneyn oraya vardığında kaynak çoktan kurumuştur. Onu hatırlayacak kimsesinin olmadığından korkup Tanrı’ya yakarır. Tanrı onun dualarını işitir, bir ot yaratır ve Zülkarneyn’e seslenir: Her kim bu otu çiğnerse artık seni hatırlayacak…
Belgesele Meydan Okumak
Afrika’da ‘gat’, Türkçede ise yemen otu olarak bilinen bu mistik bitkinin baş döndürücü ve sarhoş edici etkilerinin, Jessica Beshir’in ilk uzun metraj belgeseli Zordur Gitmek’te (Faya Dayi, 2020) imgelerin âdeta içine işlediğini söyleyebiliriz. Bir yerde “Herkes kaçmak için bunu çiğniyor” dediğini duyuyoruz dış sesin. Çiğnedikçe esrikliğe ve aşkın bir huzur durumuna ulaştıran, özünde doğal olsa da etkileri yapay olan bu madde, işsizliğin, fakirliğin ve kaçınılmaz kaderin pençesinde yaşayan Etiyopyalı köylüler için arzunun hiç de gizli olmayan nesnesi niteliğinde. Gat, yalnızca psikolojik değil ekonomik düzeyde de bir bağımlılığa sürüklüyor bu insanları. Yaşamlarını sürdürebilmek için üretip sattıkları, bir yandan tükettikleri, tükettikçe de onları tüketen sinsi bir parazitten başka bir şey değil aslında bu ot. Beshir’in yaklaşımı ise, bu otun bıraktığı izleri insanlar kadar mekânlarda ve manzaralarda aramasıyla farkını ortaya koyuyor. İmgelerini tül bir perdenin, yanan ateşin ya da yükselen dumanların meydana getirdiği sisli bir filtreden geçirerek ulaştırıyor bizlere. Belki tam da bu yüzden Beshir’in karelerine, kimilerinin biçimcilikle eleştireceği bir estetik hâkim. Üçüncü dünya demeyi pek sevdiğimiz toprakları sanat sinemasının estetiğiyle süslemekten ziyade, öznelerin haletiruhiyelerini yansıtan imgelerin peşine yönetmen.
Özgün bir sanat eseri karşısında bile inatla bağlantılar kurmak isteyen ve benzerlikler arayan zihinlerimiz için, Zordur Gitmek’in imgelerini ve insanlarını, Pedro Costa’nın Fontainhas’ta keşfettiği küflü duvar dipleri ve Vanda’nın dumanlı öksürükleriyle ilişkilendirebiliriz belki de. Hem Costa hem de Beshir, didaktik üslubu bırakın, tasvirini sundukları dünyaya dair doğrudan bilgi vermekten bile titizlikle kaçınıyor. Bu sayede belgesel biçimine atfettiğimiz nitelikleri sorgulatıyor ve onun sınırlarını genişletiyorlar. Zordur Gitmek, tam da bu sebeple politik olmayı başarıyor; Etiyopya’daki uyuşturucu bağımlılığı sorununa, ülkeden gitmek isteyen gençlerin çektiği dertlere yahut neo-kolonyal pratiklere dair söylem üretme gayesi taşımıyor. Söylemin sınırlandırıcı yönünden uzaklaşarak, bizzat bu insanların sığındığı, uzayıp giden belirsiz bir şimdiki zamanın hissine temas ediyor. Benzer bir biçimde, yaşam öykülerinden kısa fragmanlar görebildiğimiz insanlarla yolumuz kesişiyor sadece. Bu insanların deneyimleri, toplumun belli bir kesiminin temsiline, kıssadan hisse çıkarılacak bir örneğe dönüştürülmüyor. Çünkü insan yaşamı, geçmiş ve gelecek arasında tutarlı bir anlatıya indirgenemeyecek kadar derinlikli ve biricik. Bizimse yalnızca bazı anlara eşlik etme şansımız var.
İmgeler ve Söylemler
Jessica Beshir, bir röportajında filminde Google’da aranıp bulunabilecek hiçbir şeye yer vermemeye çalıştığını söylüyor. Bir eleştirmen olarak Zordur Gitmek hakkında yazarken bu meydan okumanın ruhuna saygı göstermek istiyorum ben de. Bu filme dair politik, toplumsal ve çevresel bağlama saplanmadan veya yazıyı Beshir’in yönetmenlik günlüğüne çevirmeden neler söylenebilir sorusunu sorabilmek çok önemli. İkinci izleyişte, filmin içinde barınmayan ancak etrafını çevreleyen söylemleri birbiri ardına sıralamaksızın, yalnızca imgelere odaklanma arzusu uyanıyor içimde. Altyazıları kapatıp yalnızca farklı dillerin ahengine kulak vermek deneyiminin, Etiyopya’da yaşayan farklı halkların isimlerini buraya kopyalayıp yapıştırmaktan daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Kocasının sürekli gat çiğnemesinden şikâyet eden bir kadının, ‘merkhana’nın, yani bu uyarıcı maddenin yarattığı esriklik halinden bir kadın gibi bahsettiği an geliyor aklıma. Göze görünmeyen bu güçlü metafor, gat bitkisini bir femme fatale olarak tahayyül etmemi sağlıyor. Rüzgârın titrettiği, yorgun ellerin özenle seçtiği yapraklar gerçekten de baştan çıkarıcı bir şekilde dans ediyor. Hiç bilmediğim, uzaktan seyrettiğim bu deneyim, kendi seyir deneyimimle kesişiyor. Oldukça basit, ancak anlatması zor bir metafor kuruyorum zihnimde. Zordur Gitmek’i izlemenin gat çiğnemeye ne kadar da benzediğini düşünüyorum. Ve izledikçe o anların içinde kalmayı, imgelerin tadına varmayı ve çiğnedikçe daha fazla çiğnemeyi istiyorum.
1996’da Adana’da doğdu. Lisans eğitimini Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde tamamladı. Hâlen Paris VIII (Vincennes-Saint-Denis) üniversitesinde Sinema Çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Çeşitli mecralarda sinema yazarlığı ve çeviri yapmaktadır.