Şu An Okunan
Altın Portakal Günlükleri 2022 #1: Bir Umut ve Hara

Altın Portakal Günlükleri 2022 #1: Bir Umut ve Hara

59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Yarışma heyecanı dün yapılan gösterimlerle başladı. Yarışmada ilk gün Ümit Köreken imzalı Bir Umut ve Atalay Taşdiken’in yeni filmi Hara seyirciyle buluştu.

Türkiye sinemasının en önemli birkaç buluşma noktasından biri olan Altın Portakal, açılış töreni ve ilk gün gösterimleriyle başladı. Son iki yıldır pandemi koşullarına uyum sağlama amacıyla yalnızca açık hava gösterimleriyle düzenlenen festival, bu yıl eski düzenine geri döndü. Açık havada yapılan gösterimler devam etse de tüm güne yayılan program sayesinde festivalin farklı bölümlerinin eşzamanlı olarak takip edilmeye yeniden müsait olması bile festivali takip edenlerin tecrübesini temelden değiştiren bir unsur, buna şüphe yok.

Bu yıl 59. kez düzenlenen Altın Portakal’da açılış töreni, 1 Ekim Cumartesi gecesi gerçekleştirildi. Çok sıcak bir Ekim gecesinde düzenlenen törenden iz bırakan ise temelde kadın sinemacıların mesajları oldu. Bu yıl Altın Portakal’da ilk kez düzenlenen ve önemli edebiyat eserlerinin sinemaya uyarlanmasını desteklemeyi amaçlayan Edebiyat Uyarlaması Senaryo Yarışması’nda ödüle layık bulunan projeler açılış töreninde ödüllerine kavuşurken ödüllerini almak üzere sahneye çıkan sinemacılar verdikleri mesajlarla dikkat çektiler. ‘Yalnızlar’ projesinin kazandığı Jüri Özel Ödülü’nü almak üzere sahneye çıkan yapımcı Dilde Mahalli, çekmediği bir film sebebiyle hapiste bulunan Çiğdem Mater’i anarken “Özgür sinema için buradayız, bir yere gitmiyoruz!” mesajını verdi. Onun ardından ‘Gölgeler Çekildiğinde’ projesiyle En İyi Senaryo Ödülü’nü almak üzere sahneye gelen Burcu Aykar da Çiğdem Mater’i anarak “Aşk Aşktır, Gezi Onurumuzdur!” mesajını verdi. Bunun yanı sıra Ulusal Yarışma’da jüri başkanlığını üstlenen yönetmen Yeşim Ustaoğlu da konuşmasında “Çiğdem Mater’e özgürlük” mesajını yineledi.

Hara gösteriminden önce yapımcı Baran Seyhan Çiğdem Mater’i anarken gösterimde Mater’e ve onunla birlikte Gezi Davası’nda tutuklanan Mine Özerden’e birer temsilî koltuk ayrıldığını duyurdu.

Sıcak nedeniyle bunaltıcı, özgürlük mesajları sayesinde ferahlatıcı geçen açılış gecesinin ardından Altın Portakal’da film gösterimleri dün başladı. Ulusal Yarışma heyecanını başlatan film ise Mavi Bisiklet’in (2016) yönetmeni olarak tanıdığımız Ümit Köreken’in ikinci uzun metrajı Bir Umut oldu. Bir Umut, kariyerinde atılım yapmayı amaçlayan bir tiyatro oyuncusunun dünyasına odaklanan bir film. Filmde öncelikle Umut (Baran Şükrü Babacan) adlı karakterin kariyerinde yaşadığı atılım arzusuna ve onun gibi tiyatrocu olan eşi Asiye’yle (Eylem Yıldız) ilişkisindeki sorunlara tanık oluyoruz. Farklı arayışlar peşinde bir görüntü çizen Umut’un hayatı, annesinin beklenmedik biçimde çıkagelmesiyle farklı bir yöne savruluyor. Annesinin hastalığı, kariyerindeki çıkmaz ve ilişkisindeki sorunlar arasında sıkışan Umut’un giderek yaşam enerjisini ve motivasyonunu kaybetmesini takip ediyoruz.

Ümit Köreken’in filmi, yapısı ve kurgulanma biçimi gereği bir karakter çalışması. Neredeyse bir an bile Umut’un peşinden ayrılmayan, onun yaşamı ve psikolojik bütünlüğü arasında bir yol çizmeye çalışan bir anlatısı var. Ancak Bir Umut, karakterinin psikolojik ikilemlerini anlatının bir parçası yapabilmek bir yana temel karakter kurulumunu yapabilmekten aciz bir görüntü çiziyor maalesef. Karakterin hayatındaki farklı çatışma unsurlarını birbirleriyle ilişkili hâle getirmek yerine karakterin motivasyonlarını neredeyse epizodik bir biçimde uç uca ekleyen senaryo, filmin ayakta duran bir dramatik yapı ya da ayakları yere basan bir karakter çatışması kurmasını engelliyor. Farklı meseleleri bir araya getirmek yerine ardışıklaştıran hikâyenin güçlü bir rejiden de mahrum olması Bir Umut’u başkarakteriyle ilişki kurması zor, ıstıraplı bir seyir deneyimine mahkûm ediyor. Sembolik gücüyle filmi taşıması beklenen asansör ve ayakkabı gibi detaylar da güçlü dramatik anlamlardan ziyade yerini ve anlamını bulamamış ifade parçaları olarak kalıyor. Bununla birlikte Asiye rolündeki Eylem Yıldız’ın başarılı bir performans sergilediğini söylemek de mümkün.

Hara

Ulusal Yarışma’nın ilk gününde seyirciyle buluşan ikinci film ise Atalay Taşdiken imzalı Hara oldu. Taşdiken’i iki yıl sonra yeniden Altın Portakal’a taşıyan Hara, yönetmenin beşinci uzun metrajı. Bir at çiftliğinin zengin ama duyarlı sahibinin ölümünün ardından, çalışanlar ile çiftliğin yeni sahibi arasında çiftliğin akıbeti hakkındaki çatışmayı anlatan film, “seyirci dostu” olmayı hedefleyen bir yapım. Taşdiken, tamamen hikâye odaklı, seyirciye anlatının parçaları ve duygu durumları konusunda pek özgürlük alanı bırakmayan, epey anaakım bir anlatı yolunu tercih ediyor. Ancak ne hikâyenin ne de onun yorumlanma biçiminin bir sinema lezzeti sunabildiğini söylemek pek mümkün değil Hara’da.

Hara, temelde Turagay atlı bir atın taşıdığı umulan temsiliyet üzerinden şekillendirilmiş, atla güçlü duygusal bağlara sahip genç Beste (Isabella Haddock) etrafında kurgulanmış bir senaryoya sahip. Çiftliğin sahibinin ölümüyle başlayan film bunun hemen ardından yeni sahibin kâr getirmeyen bu işletmeden kurtulma isteği ve bu çiftliğe farklı anlamlar yüklemiş çalışanların buraya tutunma arzusu arasında bir anlatı takip ediyor. Beste’nin babası Cihan (Serkan Ercan) çiftliğe takıntısı nedeniyle eşinden ayrılırken Beste de annesiyle yaşamaya başlıyor. Bir yandan çiftliğin yaşatılma mücadelesini aktarırken diğer yandan hayata ve insana dair pek çok mesajı seyirciye iletmeyi amaçlıyor film. Bir televizyon filmi mantığıyla, ifadesel olarak oldukça yüzeysel sularda ilerleyen Hara, karakterlerinin psikolojik derinliği ya da hikâyesinin anlatısal gücü konusunda asgari gereklilikleri dahi yerine getiremezken takip ettiği hikâyenin neredeyse her ânında verdiği ahlak mesajlarıyla ilginç olmaktan uzak bir görüntü çiziyor. Bu klişe ‘yeniliklere karşı değerlerimiz’ anlatısının sunamadıkları bir yana, Hara’nın görüntü yönetiminden mizansen tercihlerine, kurgusundan oyuncu yönetimine oldukça sıradan, hattâ amatör bir görüntü çizdiğini söylemek gerek maalesef.

Altın Portakal’da ilk günü kapatırken, seyirciyle buluşan iki farklı yapımın ortak özelliklerinden de bahsetmek yerinde olacaktır. Yalnızca sinemamızda değil, gerek edebiyatımızda gerek kültür-sanat üretiminin başka noktalarında sıkça rastladığımız ‘yüzeye çıkan ebeveyn travmalarını aşamayan karakterler’ temasının birer örneği sayılabilecek durumda hem Bir Umut hem de Hara. Birinde kendisini terk eden annesinin hastalığıyla ilgilenmek durumunda kalan, diğerinde ise ailesini depremde kaybeden ve patronunu annesi bellemiş bir karakteri takip ediyoruz. İkisi de TRT destekli olan bu filmler farklı yönlerden olsa da aile kurumunun dokunulmazlığını ve korunmaya muhtaçlığını vurgulayan yapılar taşıyorlar. Bu temaların Altın Portakal’daki diğer filmlerde tekrar karşımıza gelip gelmeyeceğini henüz bilmiyoruz elbette ancak bu yarışmada başka bir filmiyle yer alan Özcan Alper’in de bir önceki filmi Âşıklar Bayramı’nda (2022) aynı temayı izlediği düşünülürse, bu ebeveyn travmalarının güncel anlatı motivasyonlarımızda nereye tekabül ettiğini düşünmenin vakti de gelmiş gibi görünüyor açıkçası.

Altın Portakal’da Ulusal Yarışma bugün Gidiş O Gidiş ve Ayna Ayna filmlerinin gösterimleriyle devam edecek.


Berke Göl ve Ekrem Buğra Büte’nin Altın Portakal izlenimleri festival boyunca altyazi.net‘te. Günlüklerin tamamı için: ‘Altın Portakal Günlükleri 2022‘

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.