Şu An Okunan
60 Yıllık Bir Fantazya: James Bond

60 Yıllık Bir Fantazya: James Bond

Kundura Sinema, sinema tarihinin en meşhur ve en uzun soluklu karakterlerinden James Bond’un 60’ıncı yaşını ’60 Yaşında: Bond, James Bond’ adlı seçkiyle kutluyor. Restore edilmiş kopyalarıyla Türkiye’de ilk kez seyirciyle buluşacak James Bond klasikleri Ekim ve Aralık aylarında Kundura Sinema’da görülebilecek.

Bir maceradan diğerine ceketinin ütüsü bozulmadan atlayan Birleşik Krallık gizli servis ajanı 007 kodlu James Bond, beyazperdedeki 60. yaşını kutluyor. Gazeteci-yazar Ian Fleming’in 1953 yılında yayınlanan, sonradan seriye dönüşecek ilk romanı ‘Casino Royale’le ortaya çıkan Bond, o günden bu yana popüler kültürün vazgeçemediği kurmaca bir yıldıza dönüştü. Fleming’in roman serisinin elde ettiği uluslararası başarı çok geçmeden sinema salonlarında da etkisini göstermiş, bugüne dek yirmi beş (resmî) film uyarlamasında hayat bularak namına nam katmış ve bir fenomen hâline gelmişti. Serinin klasikleşmiş 11 filmi, eserin 1962 yapımı ilk resmî sinema uyarlaması Dr. No’nun gösterime girmesinin 60. yıl dönümü sebebiyle Kundura Sinema’nın “Restore Klasikler” programı dahilinde Beykoz Kundura’da izleyiciyle buluşacak. Bu vesileyle biz de Bond’u altmış yıldır vazgeçilmez kılan özellikleriyle ve sinemada yüzleriyle analım.

Öldürme yetkisini temsil eden ikinci 0’ını alıp 007 olduğu andan Soğuk Savaş’ın sıcak noktalarına atladığı maceralarına dek, bunca yıldır beyazperdede hikâyesini takip ettiğimiz Bond’un karakteri ve hayatı (çok derin değişiklikler olmamakla birlikte) defalarca yenilendi, yön değiştirdi ve baştan inşa edildi. Romandaki orijinal karakterin belli başlı temel özelliklerini taşıyan Bond’un karakterinin biraz yolda şekillendiği söylemek doğru olacaktır. Serinin pek çok seride olduğu gibi yapım ekibi ya da yönetmene göre değil, kahramanı canlandıran oyuncuya göre dönemlere ayrılmasının bir sebebi de burada saklı aslında. Rol için seçilen her bir aktör Bond’a yeni bir imaj, duruş ya da karakteristik bir özellik kattı bugüne kadar. Oyuncuların katkılarının yanı sıra her yeni dönemde senaryolar da ufak dokunuşlarla “yeni Bond” inşa etme sürecini sürdürdüler. Giyilecek çok şık bir takım orada dururken içine girecek her yeni aktör için ufak terzi müdahaleleri olarak nitelendirebiliriz bunu.

Dr. No

Tek Düğme Ceketli Takım

Durum böyle olunca tabii ki James Bond’u canlandıran aktörler, onların performansları ve rol için başka hangi aktörlerin uygun olduğu da seriyle ilgili en çok ravet gören konu başlığı oluyor. Kuşkusuz ki o meşhur üç rakamlı kod anıldığında gözümüzün önüne gelen ilk sima efsane oyuncu Sean Connery’ninki. James Bond’un ilk resmî sinema uyarlamasından itibaren toplam altı filmde Bond’a hayat veren Connery’nin çizdiği portre, kahramanın ve serinin standardını belirleyen bir turnusol niteliğinde ayrıca. Ardından gelenlerin performansları değerlendirmeye alındığında, her daim bir kıyas noktası oluyor. Connery’nin Bond’u, ilk olmasının avantajı göz ardı edilse dahi belirli bir yüksekliğe yerleşmiş bir çıta görevi görüyor. Oyuncuları ilgilendiren kısmın ötesinde, Sean Connery’nin perdedeki Bond temsili bizzat kurmaca karakterin kendisini ve serinin kaderini de şekillendirmişti. Serinin yaratıcısı Ian Flemming, her ne kadar ilk seçmelerde Connery’yi role uygun bulmasa da Dr. No‘daki performansını gördükten sonra fikrini tamamen değiştirmiş, hatta Bond’a romanlarında daha önce bahsini geçirmediği bir geçmiş ekleyerek Connery’nin etkisiyle kahramanını (Connery gibi) İskoç bir kökene dayandırmıştı. Kurmaca bir roman karakterinin, ilk beyazperde temsilinin ardından ve tamamen onun etkisiyle şekillenmesiyle, orijinal eserle uyarlamasının arasındaki mesafe daha en başından erimişti.

1960’lı yıllar boyunca, Connery’nin yarattığı ekran personası kısa sürede tüm dünyadan sinema izleyicilerini salonlara götüren başlıca etken hâline gelmişti. Dolayısıyla Dr. No, Rusya’dan Sevgilerle (From Russia with Love, 1963), Altınparmak (Goldfinger, 1964), Yıldırım Harekâtı (Thunderball, 1965) ve İnsan İki Kere Yaşar (You Only Live Twice, 1967) gibi her biri büyük başarı sağlamış klasiklerin ardından Connery’nin rolden çekilmesiyle, medyadaki ilk “Yeni Bond kim olacak?” krizi de başlamıştı. Serinin altıncı filmi Kraliçe’nin Hizmetinde (On Her Majesty’s Service, 1969) için seçilen George Lazenby’nin Bond macerasının kısa sürmesinin sorumlusu da bu Connery büyüsünden başka bir şey değildi. Aynı şekilde filmin o dönem aldığı kötü eleştirileri de alışılmış cazibenin ortadan kaybolmasıyla açıklamak mümkün. Oysa yıllar sonra seriye bakıldığında hiç de fena bir uyarlama olmadığının, hatta birçok Bond hayranının favori Bond filmleri içinde yer aldığını da belirtmek gerek. Yine de bu kaos ortamından çıkıp 1970’li yılları göremeyen Lazenby’nin yerine kimin geçeceği konusunda panikleyen yapımcılar, çareyi son bir kez Connery’yi ikna etmekte buluyor ve ilk James Bond, Ölümsüz Elmaslar (Diamonds Are Forever, 1971) ile resmî seriye vedasını gerçekleştiriyor.

Ölümsüz Elmaslar

Zamanı Kendine Ayak Uydurmaya Zorlayan Bir Fenomen

Muhtemelen 1970’li yıllarla birlikte hızla değişen televizyon ve sokak kültürünü göz önünde bulundurup Connery’nin mirasını unutturacak yeni cazibe noktaları yaratmaya çalışan yapımcılar, eski usul maço-elegant Bond’da bazı değişikliklere gittiler. Yedi filmde Bond’a hayat vererek seriye ağırlığını koyan Roger Moore döneminin Bond’unda bu etkileri görmek mümkün. Söz konusu dönem boyunca, Bond’un iletişim tarzı, filmlerin yakaladığı genel ton, Bond kızlarına yüklenen roller önceki filmlere göre değişiklik gösterdi. Böylece yer yer screwball komedilere kayan, daha eğlenceli ve aksiyon oranı yüksek bu klasikler, külliyattaki yerlerini aldı. Her ne kadar serinin standardını oluşturan belli başlı geleneklere dokunulmadan gerçekleşse de, bu değişikliklerin aslında Moore’un yadırganmayacağı ve içinde kendini daha rahat hissedeceği bir takım elbise yaratmaktan ibaret olduğunu söylemek gerek. Başka bir içerikle, başka bir saga içerisinde bu kadar ufak bir değişiklik bile tepki görebilecekken burada yapılan revizyon açıkçası ustaca bir proje tasarımının nadide bir örneği. Bond’la özdeşleşmiş tüm detaylar ve filmlerin klasik sekanslarının korunması da, bir tür geleneğin taşıyıcısı oluyor.

İki on yıla yayılan ve serinin bugüne kadar gelmesindeki en kritik görevi üstlenen Moore dönemi, ardından gelen Bond’ları da etkisi altında bırakıyor. Yer yer ekose ceket ve geniş paçalı pantolonla akıllardaki Bond imajını bir hayli hafifleten Moore’un seriye veda etmesiyle – 1980’li yılların aksiyon furyası içinde James Bond’un hâlâ sahnelerin asıl yıldızı olduğunu göstermek isteyen bir hamleyle – serinin tonu biraz daha ciddileşiyor. Yalnızca iki filmle sınırlı kalsa da kendine has bir cazibe yaratmayı başayan Timothy Dalton’ın bir ton daha karanlık tasvirini, Sovyetler’in dağılmasının ardından gelen ilk Bond olma niteliğindeki Pierce Brosnan takip ediyor. Aradan geçen zamana hiçbir zaman kayıtsız kalmayan seri içinde her bir yeni Bond filmi güncel olanın standardını belirleyen ve gündelik hayatın fantezisinin sınırlarını çizen yön verici bir fenomen olma niteliği de taşıyor. Bu sebeple tüm bu zamana uygun değişimler yukarıda söylediğim gibi klasiğe el sürmeden büyük bir geleneği beslemeye devam eden hamleler olarak okunabilir.

Live and Let Die

O Büyük Fantezi

Daniel Craig’in Bond dönemine dek seriyle ilgili söylediğim her gelişme aşağı yukarı aynı olasılıklar üzerinden şekillenmeyi sürdürmüştü. Ancak Craig’in ilk Bond macerası Casino Royale (2006) ile başlayan devrimci yeni dönem, bir anda Bond’a ait bildiğimiz her şeyi ve efsaneye dair her türlü tabuyu alt üst etmişti. Fenomenin ilk hikâyesine dönüp, çok daha karanlık bir dünyanın içinde, çok daha derinlikli bir hikâyeye sahip, zaafları olan, acı çekebilen, âşık olabilen ve daha insan bir Bond’un yaratılması; birçok açıdan James Bond markasını gündemin tepesine yerleştirmişti. Belki öncesinde üzerine bu kadar düşünülmeyen Bond kahramanının karakteristik özellikleri, neyi temsil ettiği ya da hangi boşluğu doldurduğu her köşede tartışılır olmuştu. Bu yıkım ve yeniden inşa süreci ise kahramanına cazibesinden hiçbir şey kaybettirmemiş, aksine belki de o güne kadar hiç olmadığı kadar ciddiye alınan ve merak edilen bir karakter ortaya çıkarmıştı. Değişmeyen şıklığı, çalkalanmış ama karıştırılmamış martinisi, kol saatleri, pahalı icatları ve Aston Martin’i sabit kalsa da bunların içindeki kişi artık iki boyutlu bir kartondan ibaret değildi. Peki gerçekten bunca yıldır içinin boş olmasını umursamadığımız James Bond’u özel kılan şey ya da onun yaratılışındaki motivasyon tam olarak neydi?

Casino Royale

Ian Fleming’in henüz İkinci Dünya Savaşı sırasında Deniz İstihbarat Bölümü’ndeki görevini sürdürürken tasarladığı karakter, 1950’li yıllarda kağıda döküldüğünde bugünkü fenomenin tasavvur edilebildiğini pek sanmıyorum. Öte yandan Fleming’in, neresinden bakılırsa bakılsın bir cazibe abidesi yaratmak istediği aşikar. Birleşik Krallık istihbaratında birlikte çalıştığı birçok arkadaşından ve çok da tevazu göstermeyerek kendisinden parçalar ekleyerek oluşturduğunu söylese de, James Bond herkesin sahip olmayı düşleyeceği hayata sahip ortak bir fantezinin ürünü. Bu sebeple kusursuzluğun temsili, salonun en parlak kişisi ve ulaşılamayan ciğer olma nitelikleriyle oldukça güçlü bir moda belirleyici Bond. Burada sözünü ettiğim moda yalnızca giyim kuşam alanında değil; ilgi alanları, konuşma tarzı, zevk, tavır ve sosyal statüler içindeki birçok değeri de kapsıyor. Aslına bakarsanız bu “modayı” yirminci yüzyıl medyasında ağırlığını hissettirmiş yaşam tarzı dergiciliğinin belirlemeye çalıştığı standartların ete kemiğe bürünmüş hâli olarak görmek mümkün. Tüm bu nitelikleri de James Bond’u 1950’li ve 1960’lı yıllar Batı medyası için bulunmaz bir ikon yapıyor kuşkusuz. Sahip olduklarına sahip olmak ve yerinde olmak istenilen bir pop ikonunun maceralarının tüm dünyada sinema salonlarını doldurmasına da şaşmamalı. Ayrıca serinin hayranlarına ve hitap ettiği kitleye bir “devamlılık güvencesi” verdiğini de söylemek gerek. Kahramanımızın maceralarının her daim devam edeceğini bilmek ve imrenerek bakacağımız bu parlak hayata tanık olmak, James Bond’a meta bir cazibe de katıyor. Temiz giyimli, briyantinli bir İskoç ajandan öte; sınıf belirleyici, moda değiştiren ve “pop yaratan” dev bir marka James Bond.


60 Yaşında: Bond, James Bond’ etkinliğinin bilet satışı başladı. Ayrıntılar için Beykoz Kundura’nın internet sitesi ziyaret edilebilir.

beykozkundura.com

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.