Şu An Okunan
Ayvalık Uluslararası Film Festivali İzlenimleri: ‘Genç ve Tecrübeli’

Ayvalık Uluslararası Film Festivali İzlenimleri: ‘Genç ve Tecrübeli’

Ayvalık Uluslararası Film Festivali

Bu yılın Ocak ayında kurulan Seyir Derneği tarafından düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali hem tecrübeli hem de genç bir festival. Festival, daha şimdiden yarattığı enerjiyle geleceğe dair umutlu bir portre sunuyor.

Bu yıl Seyir Derneği’nin organizasyonuyla hazırlanan Ayvalık Uluslararası Film Festivali sinemayla ve bir aradalık hissiyle dolu 5 günün ardından sona erdi. Geçtiğimiz yıllarda Ayvalık’ta oluşan festivalcilik tecrübesinin bir devamı niteliğindeki Ayvalık Film Festivali, gerek sektörü bir araya getirme biçimiyle gerekse senenin öne çıkan filmlerini seyirciyle buluşturmasıyla geçmiş yıllardaki birikimi bu yıla da taşımış oldu. Sinema sektörünün farklı yakalarından pek çok ismi bir araya getiren, yüzünü yerel üretime dönen festival, yarışmasızlığı ve bire bir ilişkiyi önemseyen tavrıyla şimdiden herkesin en çok sahiplendiği festivallerden biri konumunda. 

Ayvalık Uluslararası Film Festivali, 16 Eylül’de gerçekleştirilen açılış töreniyle başladı. Festivalin açılışını ise bu yılın en çok merak edilen filmlerinden, Cannes’dan epey olumlu övgülerle gelen Park Chan-Wook imzalı Ayrılma Kararı (Heojil kyolshim) yaptı. Aynı zamanda festival boyunca devam edecek açık hava gösterimlerinin de ilki olan Ayrılma Kararı, yılın seyirciyi ikiye bölen filmlerinden biri olacak, buna şüphe yok. Güney Koreli usta yeni filminde, birçok kara film unsurunu kendine has bir kurgu ve estetikle harmanlıyor ve rejisiyle kariyerinin ustalık eserlerinden birine imza atıyor, orası kesin. Ancak Ayrılma Kararı’nın pek çokları için de içine girmesi zor bir yapı barındırdığını belirtmek gerek. Türkiye haklarını MUBI’nın aldığı film geniş sayıda izleyiciyle buluştuğunda epey ilgi görecektir. 

Ayrılma Kararı

Festivalin ilerleyen günlerinde sırasıyla Jerzy Skolimowski, Mia Hansen-Løve, George Miller ve Dardenne Kardeşler’in filmleri seyirciyle buluştu. Skolimowski’nin Bresson’un Rastgele Balthazar (Au hasard Balthazar, 1966) filminin fikrini günümüz modern çağına taşıdığı yeni filmi (EO) de bu yılın ilgi çekici denemelerinden birisi. Biçimsel olarak bir tür lunapark deneyimini andıran, hikâyesini de bu rastgelelik ve tempo üzerinden kuran film dünya prömiyerini Cannes’da yapmıştı. Öte yandan bir başka Cannes filmi, Dardenne Kardeşler imzalı Tori ve Lokita (Tori et Lokita) ise çok da şaşırtıcı olmayan anlatısıyla bir hayal kırıklığıydı. İki Afrikalı karakterin Belçika’da yaşama tutunma mücadelesini konu edinen film,  yönetmenlerin sinemasının hem biçimsel hem de içeriksel özelliklerini büyük ölçüde taşıyor. Ancak filmin konuya yaklaşımında bazı temel sorunlar var. Yönetmenlerin sinemasının alametifarikalarından, toplumsal çelişkilerin birer temsili olarak çizilen karakterler, bu kez göçmen ve Afrikalı kimliklerine indirgeniyor. Bu nedenle Tori ve Lokita, tek taraflı bir iyiler-kötüler ayrımının ifadesine dönüşüyor. Bilhassa filmin final bloğunda tercih edilen ve aksiyon filmlerine öykünen kovalamaca sahneleri, filmin meselesini iyice basite indirgeyerek Dardenneler’in sinemasal mirasına aykırı bir görüntü çiziyor açıkçası.

Dünyadan ve Türkiye’den Yeni Sesler

Ayvalık, muhtemelen bu yılda en çok iz bırakacak filmlerden birisine, Güneş Sonrası’na (Aftersun) da ev sahipliği yaptı bu yıl. Charlotte Wells’in dünya prömiyerini Cannes’da yapan ilk uzun metrajı, Sophie adlı bir karakterin yirmi yıl önce babasıyla Türkiye’de yaptığı bir tatili hatırlaması üzerine kurulu. Bir video kamerada kalmış uçarı ve rastgele tatil görüntüleriyle açılan film, makarayı geri sarıyor ve Sophie’nin zihninde son derece kişisel, sübjektif ve dağınık bir yolculuğa çıkıyoruz. Farklı parçaları herhangi bir olay örgüsü mantığı ya da neden-sonuç ilişkisi gözetmeksizin olduğu gibi, tüm kişiselliğiyle ortaya döküyor Wells. Ve bu zorlu işin altından başarıyla kalkıyor. Hafızanın asla dinmeyen devinimi üzerine bir tefekküre dönüşüyor âdeta film. Bir insanın zihnini taklit edercesine, küçük anı parçalarını biriktirmeye ve sabırla onların birbiriyle ilişki kurmasını sağlamaya yönelik bu yapı, olay örgüsü namına fazla bir beklentisi olmayan seyirci için çok şey vaat ediyor. Tekrar tekrar izlenesi, hatırlanası ve sürekli kendi kalmanın yakıcılığı üzerine tekrar tekrar düşünülesi bir yapım Güneş Sonrası. Ve bir perde karşısında, beraberce izlemenin deneyimi tamamen farklılaştırabildiği o özel işlerden. 

Güneş Sonrası

Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Türkiye sinemasında geçtiğimiz yıl üretilmiş pek çok film de gösterim ve seyirciyle buluşma şansı yakaladı. Nisan ayındaki İstanbul Film Festivali’nde prömiyer yapan iki filmin Ayvalık’ın da öne çıkan yerli filmleri olduğunu söylemek mümkün: Çilingir Sofrası ve Ela ile Hilmi ve Ali. Bilhassa Çilingir Sofrası, izleyen herkesi bir paylaşım noktasında buluşturmayı başaran, izleyenlerin yüzüne hafif bir tebessüm ve dingin bir hüzün bırakmayı başaran yapımdı kesinlikle. Gerek yapım biçimi gerek hikâyesi bakımından son derece minimal standartlara sahip bu filmin böylesine fazla kişiye dokunabilmesi bilhassa yönetmen Ali Kemal Güven’in gelecekteki projelerine dair ciddi bir heyecan yaratıyor. Zira pek çoğumuz böyle heyecanlara epey aç durumdayız. 

Bu yıl geleceğe dair heyecan yaratan bir başka yerli yapım ise yine Ayvalık’ın öne çıkan filmlerinden Ela ile Hilmi ve Ali tabii. Ziya Demirel’in yönettiği ve Zuhal (2021) filmiyle de tanıdığımız Nazlı Elif Durlu’yla beraber kaleme aldığı film ilk gösterimini yaptığı İstanbul’da da, ardından katıldığı Adana’da da pek çok ödül kazandı. Ziya Demirel, bu yıl Ayvalık’ta ilk kez verilen ve sinemamızın geleceğine yatırım yapmayı amaçlayan “Yeni Bir …” ödülünün de sahibi oldu. Gerek merkezine yerleştirdiği insan ilişkilerine yaklaşımı, gerek adım adım açılarak seyirciyi beklediğinden farklı bir noktaya götüren yapısı, gerek de komediye yaklaşımıyla oldukça kendine has izler bırakan Ela ile Hilmi ve Ali, bu yılın dikkate değer yerli filmlerinin başında geliyor, buna şüphe yok. Bu noktada bu yılın -başka birçok film gibi- öne çıkan bu iki filminin de başarısında ciddi pay sahibi olan kurguların arkasında aynı ismin, Selda Taşkın’ın olduğunu da not düşmekte fayda var. Her iki film de kurgunun filmin ruhuna neler katabileceğini net vurgularla ortaya koyan yapılar arz ediyor zira. 

Ela ile Hilmi ve Ali

Son olarak bu yılın uluslar ve türler üstü yıldızı Aşk, Mark ve Ölüm’den bahsetmekte de fayda var. Bu sıralar her yerde zikredildiği üzere Cem Kaya’nın filmi, Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin serüvenine müzik kültürü üzerinden bakıyor. Bu yoğun, dolu dolu, tempolu ve şaşırtıcı ölçüde sosyolojik bir bağlam barındıran müzik belgeseli her tür seyircinin ilgisini hak eden bir yapım. Gösterildiği tüm festivallerde bilhassa seyircinin fazlasıyla sahiplendiği yapım, Ayvalık seyircisinin de gözünden kaçmadı elbette. Bunlar dışında Medusa Deluxe, Earwig ve Sick of Myself gibi yapımların da beğeni kazandığını ve bu yılın izleme listelerinde mutlaka yer bulması gerektiğini söylemekte fayda var. 

Ayvalık Uluslararası Film Festivali hem yeni hem de oldukça tecrübeli bir festival. Azize Tan’ın tecrübesiyle oldukça genç ve dinamik bir ekibin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan enerji, hem festival konukları hem de seyirciler için oldukça keyifli bir festival ortamı yaratılmasını sağladı. Şüphesiz ki sektörün her alanda ihtiyaç duyduğu bir aradalık hissi ve süreklilik ihtiyacı Ayvalık için de geçerli. Bu çizgide devam ettiği sürece herkesin her yıl Ayvalık vaktini heyecanla beklememesi için hiçbir sebep yok. Zira şimdiden bu minvalde bir ortaklık duygusu yaratılmış durumda. 


Ayvalık Uluslararası Film Festivali’yle ilgili detaylı bilgi edinmek için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.