Şu An Okunan
Berlinale Günlükleri 2024 #3: No Other Land, Direct Action, Cu Li Không Bao Giờ Khóc

Berlinale Günlükleri 2024 #3: No Other Land, Direct Action, Cu Li Không Bao Giờ Khóc

74. Berlin Film Festivali’nde ödüller, 24 Şubat akşamı düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Mati Diop imzalı Dahomey belgeselinin Altın Ayı ödülüne uzandığı törene damgasını vuran mesele ise, Diop dâhil pek çok sinemacının ve ayrıca birçok jüri üyesinin Filistin’e desteklerini dile getirmesi, İsrail’den ateşkes talep etmesi oldu.

74. Berlinale’nin Cumartesi gecesi düzenlenen ödül törenine, her şeyden çok, Filistin yanlısı açıklamalar ve İsrail’e yönelik ateşkes çağrıları damga vurdu. Böylece, gerek ödül almak için sahneye çıkan sanatçılar gerekse onlara ödülleri takdim eden jüri üyeleri, on gün boyunca üç maymunu oynamaya çalışan festival yönetimine ve diğer resmî makamlara, sorumluluklarını yüzlerine vuran kuvvetli bir cevap vermiş oldular. Almanya’da siyasetin farklı kanatlarının temsilcilerinin yanı sıra anaakım medya da konuyu anti-semitizm dışında herhangi bir bağlamda tartışmayı reddediyor ve her türlü diyalog olasılığını bastırmaya çalışıyor. Törende verilen mesajlara Cumartesi akşamından bu yana siyasetçilerin verdiği reaksiyonlar, bu baskıcı yaklaşımla tutarlı bir hattın dışına çıkmadı. Tam da bu yüzden, dünyanın en önemli film festivallerinden ve en “özgür” platformlarından biri olmakla övünen Berlinale’nin sağlayamadığı diyalog ortamını sinemacıların sağlamış olması, festivalden bir nebze umut ve direnme gücüyle ayrılmamıza neden oldu. Ama basındaki hareketliliğe bakılırsa, yaşananların göçmenlere ve muhaliflere yönelik sağcı söyleme malzeme edileceğini ve Almanya’da mesele etrafındaki tartışmaların yakın dönemde sönümlenmeyeceğini tahmin etmek güç değil.

Program açıklandığından beri dikkatleri en çok üzerine çeken filmlerden biri, ikisi Filistinli, ikisi İsrailli dört yönetmenin ortaklaşa çektiği No Other Land belgeseliydi. Basel Adra, Hamdan Ballal, Yuval Abraham ve Rachel Szor’un imzasını taşıyan, Panorama bölümünde gösterilen film, 2018’den 2023’e uzanan beş yıllık süreçte Batı Şeria’nın Masafer Yatta bölgesindeki Filistin köylerinin İsrail tarafından bir bir yıkılıp yerle bir edilmesini takip ediyor. Bölgenin yerlisi olan Filistinli Basel Adra ile İsrailli aktivist gazeteci Yuval Abraham’ın birlikte kamera önünde de yer aldıkları belgesel, işgal ordusunun yasa tanımazlığını, İsrailli yerleşimcilerin ordu desteğiyle uyguladıkları şiddeti, köy halklarının tüm bu şiddet ve baskıya rağmen var gücüyle direnmeyi sürdürmesini belgeliyor. Tam teşekküllü bir savaş makinesine karşı sivil halkın ortaya koyduğu bu direnişin benzerlerine, elbette daha önce pek çok Filistin belgeselinde tanık olduk; ancak No Other Land’deki Filistinli-İsrailli dayanışması, farklı direniş potansiyellerini ortaya koyması açısından önemli ve ümit verici. Festivaldeki tüm gösterimleri ve yönetmen sohbetleri hararetli tartışmalara sahne olan film, Panorama bölümünün En İyi Belgesel’e verilen ve Ödül Töreni’nden önce açıklanan Seyirci Ödülü’nü kazandı ama daha da önemlisi, ödül töreninde de tüm bölümlerdeki belgesellerin değerlendirildiği En İyi Belgesel ödülüne layık görüldü. Böylelikle Basel Adra ve Yuval Abraham da sahneye çıkarak İsrail’in Gazze saldırısına dair birkaç kelam etme, ateşkes talebini daha geniş bir kitle önünde bir kez daha dile getirme fırsatı buldular. Yuval Abraham’ın sözleri özellikle çarpıcıydı: “Basel ve ben aynı yaştayız. Ben İsrailliyim, Basel Filistinli. İki gün sonra eşit olmadığımız topraklara geri döneceğiz. Ben medenî hukuk altında yaşıyorum, Basel askerî hukuk altında. Birbirimize yarım saatlik mesafede oturuyoruz ama benim oy verme hakkım var, Basel’in yok. Bu topraklar içinde ben istediğim yere gitme özgürlüğüne sahibim. Basel, milyonlarca Filistinli gibi işgal altındaki Batı Şeria’da hapis durumda. Bu apartheid hâli, aramızdaki bu eşitsizlik son bulmalı. Filmimiz güç dengesizliğini konu alıyor. İşgali sonlandırmak ve politik bir çözüme ulaşmak için ne yapabileceğimizi sorup duruyoruz. Bu soruya bir cevabımız yok ama olası cevaplardan biri, insanların ayağa kalkıp seslerini yükseltmesi. Bu salonda pek çok güçlü insan var; milletvekilleri, sesini duyurabilecek kişiler var. Ateşkesin sağlanmasını, politik bir çözümü ve işgalin sona ermesini talep etmek zorundayız.” Abraham’ın yoğun alkış alan konuşması, salondaki katılımcılar tarafından da “ateşkes hemen şimdi!” sloganlarıyla desteklendi.

Direct Action

Festivalin siyasi eylemliliği konu alan bir diğer belgeseli, üç buçuk saatlik Direct Action’dı. Encounters bölümünde En İyi Film seçilen, Guillaume Cailleau ve Ben Russell’ın birlikte yönettikleri belgesel, Fransa’nın batısındaki bir grup çevreci aktivisti, yine yıllara yayılan bir süreç içinde takip ediyor. Eylemleri, polisin orantısız müdahalelerini ve direnişi kayıt altına alan filmin esas güçlü ve özgün yanı, bu “ateşli” anların yanı sıra aktivistlerin gündelik hayatlarının en sıradan ayrıntılarını da muazzam bir sükûnet içinde yansıtmasında. Yeri geldiğinde bir duvarın elbirliğiyle yıkılışını uzun bir sabit planda izliyoruz, yeri geldiğinde on dakika boyunca bir ekmeğin hamurunun açılmasını seyrediyoruz. Uzun, çoğu zaman yorumsuz sahneler, bir süre sonra meditatif denilebilecek bir etki bırakıyor izleyici üzerinde. Böylece, toplumsal mücadelenin o ateşli anlardan ibaret olmadığını, direnişin arka planında sürekli bir gündelik emeğin yattığını hatırlatıyor Direct Action. Direniş ya da politik eylemlilik denildiğinde gözümüzün önünde canlanan tüm o tantananın aslında uzun süreli bir dayanışmanın ve yardımlaşmanın ürünü olduğunu gösteriyor. İzleyiciden de sabır ve emek talep eden ama bunun karşılığını fazlasıyla veren bir film Direct Action. Yönetmenler ödüllerini almak üzere sahneye çıktıklarında, Ben Russell boynunda kefiyesiyle şu an Gazze’de yaşananın bir soykırım olduğunu vurguladı ve acil ateşkes çağrısında bulundu.

Cu Li Không Bao Giờ Khóc

Berlinale’de En İyi İlk Film jürisinin ödülü, Panorama bölümünde izleyiciyle buluşan Cu Li Không Bao Giờ Khóc (Cu Li Never Cries) filmine gitti. Vietnamlı genç yönetmen Phạm Ngọc Lân’ın bu ilk uzun metrajı, uzun yıllar Almanya’da yaşadıktan sonra, vefat eden kocasının küllerini ülkesine getiren Vietnamlı bir kadının, evlenmek üzere olan genç yeğeninin ve onun sevgilisinin öyküsünü anlatıyor. Karakterlerini etkileyici bir siyah-beyaz sinematografi ve ağır tempolu, şiirsel bir anlatımla takip eden film hem zamanın akışına, geçip giden gençliğe, eve dönmenin imkânsızlığına bir ağıt niteliği taşıyor, hem de kimlik, aidiyet, kuşaklar arası çatışma gibi temalara değiniyor. İzleyiciyi ağır ağır içine çeken bu alçakgönüllü ama büyüleyici film, bundan sonra yapacağı işleri merakla bekleyeceğimiz bir sinemacıyı müjdeliyor.

Phạm Ngọc Lân’a ödülünü takdim etmek üzere sahneye çıkan En İyi İlk Film jürisinden Eliza Hittman’ın açıklamaları da törenin duygusal anlarından birine vesile oldu. 2020 yılında Asla Nadiren Bazen Her Zaman (Never Rarely Sometimes Always) filmiyle Gümüş Ayı kazanan Hittman, New Yorklu bir Yahudi olarak kendi aile tarihinden bahsetti, İkinci Dünya Savaşı gazisi olan dedesinin barış yanlısı sözlerinden yola çıkarak hiçbir savaşın haklı olmadığını, insanların kendilerini bu haklılığa ikna etmeye çalıştıkça acınası bir kendini kandırmaya teslim olduklarını dile getirdi. Almanya (ve Batı dünyasının büyük kısmı) bağlamında, ne yazık ki bu “kendini kandırma” hâlinin hâkimiyeti sürüyor ve daha da sürecek ama Berlinale, bulduğu çatlaklardan sızan pek çok asi sese sahne olmasıyla yine de ümit vererek sona erdi.


Berlinale Günlükleri’nin tamamına ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.