Şu An Okunan
Berlinale Günlükleri #4

Berlinale Günlükleri #4

Aşk Mark ve Ölüm

72. Berlin Film Festivali Pazar günü sona eriyor. Festivalin en kapsamlı bölümlerinden Panorama’da bu yıl öne çıkan filmler arasında iki müzik belgeselini ve güçlü kadın karakterlere odaklanan bir dizi kurmaca filmi saymak mümkün.

Bu yılki Berlinale’de Panorama’nın en çok beklenen filmlerinden biri, Arabeks (2010) ve Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması (2014) belgeselleriyle tanınan Cem Kaya’nın yeni filmi Aşk, Mark ve Ölüm’dü (Liebe, D-Mark und Tod). Türkiye kökenli sanatçıların Almanya’da 60’lı yıllardan günümüze ortaya koydukları müzikal üretime, müzik piyasasında yol açtıkları dönüşüme ve genel olarak yarattıkları sosyokültürel etkiye odaklanan belgesel, birbirinden oldukça farklı karakterlerle yapılmış sayısız röportajı çok zengin bir arşiv malzemesiyle destekliyor. “Misafir işçi” akınının ilk yıllarından günümüze Almanya’daki göçmenlik deneyiminin geçirdiği farklı aşamalara, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı verilen mücadeleye, kültürel uyum ile isyan arasındaki gelgite, Türkçe ve Kürtçe müzik piyasasının devasa ekonomik boyutuna dair kapsamlı bir portre sunan filmin en etkileyici yönlerinden biri de, tüm bu birikimden duygusal yoğunluğu yüksek, yer yer coşkulu, yer yer dokunaklı, yer yer de hayli komik bir anlatı çıkarmayı başarması. Aşk, Mark ve Ölüm’ün Türkiye’de yoğun ilgi göreceğini ve adından sıkça söz ettireceğini öngörmek zor değil.

Bettina
Bettina

Panorama’daki diğer bir müzik belgeseli de, 1947 doğumlu protest şarkıcı ve besteci Bettina Wegner’in samimi bir portresini sunan Bettina’ydı. Lutz Pehnert imzalı film aşağı yukarı Cem Kaya’nın filmiyle aynı dönemi bu kez, Doğu Almanya’da doğup büyümüş ve mecbur kalana kadar ülkesini terk etmemiş bir sanatçının biyografisi üzerinden katediyor. Bettina Wegner’in 60’lı yıllarda, henüz lise çağındayken yazıp söylediği şarkılarla şöhrete kavuşmasını, dönemin baskıcı iktidarına karşı verdiği ifade özgürlüğü mücadelesini, politik eylemlerini ve yargılanmasını, artık sahneye çıkma imkânı bulamadığı 80’lerde ülkesini terk edip Batı’ya yerleşmesini ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra yaşadığı hâletiruhiyeyi sanatçıyla yapılmış uzun soluklu bir röportaj ve günümüzdeki performansları eşliğinde sunan Bettina, aslında yapısal olarak klasik biyografik belgesel konvansiyonlarının pek de dışına çıkmıyor. Ancak başkarakterinin etkileyiciliği, kendi geçmişine ve ülkesinin tarihine yönelttiği bakışın incelikleri filme çok güçlü bir etki kazandırıyor. En önemlisi de, Soğuk Savaş dönemine, Doğu Almanya’daki hayatın zorlukları ve totaliter rejimin baskıları ile Duvar sonrası dönemin sunduğu “özgürlük” arasındaki karşıtlık üzerinden bakan sayısız filmin aksine Bettina, bu ikili yapıda gedikler açan, her şeyin böylesine siyah-beyaz olmadığını ortaya koyan bir yapı kuruyor. Kuşkusuz bunda en büyük pay sahibi de yuva, vatan, aidiyet kavramları hakkında basit ama derinlikli yorumlarıyla Wegner’in kendisi.

Kadınların Panorama’sı

Happiness, Baqyt
Happiness

Berlinale’nin en geniş kapsamlı bölümlerinden biri olan Panorama’nın bu yıl dikkat çeken özelliklerinden biri de, dünyanın farklı coğrafyalarından etkileyici kadın hikâyeleri sunan filmlerin çokluğuydu. Kazakistan yapımı Happiness (Baqyt), bir yandan büyük bir mutluluk yanılsaması içinde yaşamaya zorlanırken bir yandan da eşinden şiddet gören, ev içi emeği sürekli sömürülen bir kadının isyanını konu alıyordu. Yönetmenliğini Askar Uzabayev’in üstlendiği Happiness, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin cezasız kaldığı ataerkil bir toplumda bir kadının özgürlük ve mutluluk talebinin karşılaştığı saldırılara dair sert, çarpıcı bir dram. 

Convenience Store
Convenience Store

Michael Borodin imzalı Convenience Store (Produkty 24) da Moskova’nın kenar mahallelerindeki bir bakkal dükkânında zorla çalıştırılan göçmen kadınların öyküsünü anlatarak başlıyor. İlk yarım saatinde genç kadınların âdeta hapis tutulduğu dükkânda maruz kaldığı baskı ve şiddeti ele alan film sonrasında buradan kaçıp kurtulmayı başaran Özbekistanlı bir kadının memleketine döndüğünde içine düştüğü çaresizliği ve ümitsizliği kısmen toplumsal gerçekçi, kısmen melodramatik öğeler eşliğinde işliyor. Borodin’in farklı türler arasında özgürce dolaşan, yer yer fantastik unsurlara da başvuran bu eklektik filmi, bir baskı sisteminin nasıl kurulduğunu, hangi ihtiyaçlara karşılık geldiğini ve bu baskıya boyun eğen insanlar için kimi zaman nasıl da tutunulacak bir dala dönüşebildiğini ele alması açısından etkileyici. Happiness gibi Convenience Store da eski Sovyetler coğrafyasına karamsar bir bakış atıyor ve güçlü, çok boyutlu kadın karakteriyle dikkat çekiyor.

Fogaréu
Fogaréu

Flávia Neves imzalı Fogaréu da güçlü bir kadın karakteri merkezine alan bir diğer Panorama filmi. Doğup büyüdüğü topraklara yıllar sonra geri dönen bir kadının geçmişini araştırmasına ve adalet talebine odaklanan film günümüz Brezilya’sına patriyarka, feodalizm, sınıf çatışması, ırkçılık gibi kavramlar çerçevesinde bakıyor. Bacurau’dan (2019) da hatırlayacağımız Bárbara Colen’in başrolünü üstlendiği film dramatik bir aile hikâyesinden toplumsal tarihe uzanıyor ve büyülü gerçekçi dokunuşlar eşliğinde, halı altına süpürülen gerçeklerin kaçınılmaz olarak ortaya çıktığı, zengin toprak sahiplerinin ayrıcalıklarının bedelini bir şekilde ödemek zorunda kaldıkları politik bir fantezi sunuyor.


Berlinale Günlükleri’nin tamamına ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.