Şu An Okunan
Geleceğe Dönüş: Atlas ve Rexx – II

Geleceğe Dönüş: Atlas ve Rexx – II

“Bizim oğlanlar geldi!”
Murat Erşahin

Sinemanın adı, her şeyden önce Rexx değil, ‘Reks’tir bizim gibi gözünü orada açanlar için… Elli yılı geride bıraktığım süreçte o denli çok yaşanmışlık var ki. Sait abinin büfeyi işlettiği günler… Genciz… Bahariye evimiz, yer göstericiler, makinistler, gişedekiler ailemiz… Sadece Reks mi? Kadıköy, Süreyya, Ocak, As, Hakan, Ercan, Kafkas arası mekik dokuduğumuz zamanlar… Bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığı bir gün Reks’e sığındık. Bilet bile almadan dalıyoruz salona çoğu zaman… “Bizim oğlanlar geldi!” Üç boş bırakıp oturun, diyor Fener Mehmet. Sırılsıklam olmuşuz. Biraz sonra çaylar geliyor. On dakika arada kimine havlu, çok ıslanana eşofman altı… Bir sevgilimle kapısında ayrıldım. Buluşmalar hatırlanmıyor ama ayrılıklar… Bir yeleği kaldı bende; halen durur. Makinist Fellini Necati’nin hüzünlü bakışları altında ayrılmıştık. Öyle bir ayrılık ki, fuayedeki lobi kartlarına fotoğrafımızı koysalar yeriydi…

“Evimizin bir köşesi…”
Cem Altınsaray

Uzun yıllar Rexx Sineması’na üç dakika yürüme mesafesinde bir evde yaşadım. Seansa yetişememek, eş dostu bekletmek, filmi kaçırmak gibi dertlerim hiç olmadı. Üzerimde eşofmanlarımla film izlemişliğim çoktur, döndüğümde yatağı hâlâ sıcak bulmuşluğum… Emek’ten başlayarak, sevdiğim, bağ kurduğum, yuva gibi gördüğüm çok salon oldu. Ama hiçbiri Rexx kadar elimin altında olmadı. Sanıyorum çoğu Kadıköylü için de böyledir. Evimizin sevdiğimiz bir köşesi sanki. MUBI Türkiye ofisini yönettiğim ilk dönemde burada yaptığımız Junun gösteriminin yeri bende ayrıdır. İKSV galalarının da ilkidir bu gösterim. Junun, Paul Thomas Anderson imzalı doyumsuz bir müzik belgeselidir ve Anderson filmin tüm gösterim haklarını bize vermişti. Büyük salonun tamamen dolduğu, çok coşkulu, pek güzel bir geceydi. Aynı anda hem film hem konser izlemek gibi. Varsan baksan böyle nice günler geceler vardır. Ama şu anda hayat arkadaşım olan insanı ilk kez burada görmüş olmak şüphesiz hepsinden özeldir.

 

“Filmi başa sar!”

Uğur Bayazıt
İlk kez yanımda ailem olmadan sinemaya gitmek üzere arkadaşlarımla buluştuğumuzda hedefimiz Kadıköy Reks -şimdiki adıyla Rexx Sineması’ydı. Tim Burton’ın Batman’i oynuyordu. Öğle seansı için bilet kuyruğu Rexx’in önünden sokağın sonuna kadar uzanıyordu; ve tabii ki evlere erken dönmemiz gerektiği için bilet kuyruğunda saatlerce beklemeyi gözümüz yememişti. Bir iki hafta sonra Hayalet Avcıları 2’yi (Ghostbusters 2) izlemek için aynı ekip tekrar buluştuk. İstikamet yine Rexx Sineması’ydı; ve bu sefer başardık. Kapalı gişe oynayan filmi Rexx’in alt katında -o zamanlar üst katta geniş bir balkonu da vardı; kahkahalar eşliğinde izledik.

Daha sonraki dönemde Rexx’in o devasa salonu henüz tatmadığım sayısız duyguya ve anıya ev sahipliği yapacaktı. Çocukluk aşkını ve en yakın arkadaşını kaybetmenin nasıl bir şey olabileceğini Kız Arkadaşım (My Girl) ile salya sümük ağlayarak; Rebecca De Mornay’ye ters yapılmayacağını Beşikteki El (The Hand That Rocks The Cradle) ile tırsarak öğrenecektim; Francis Ford Coppola’nın kan revan Dracula’sı Rexx’in büyük perdesinden taşarken ağzımda kan tadı bırakacaktı; yirmi dört saatlik bir flörtleşmenin bir ömre bedel olabileceğinin ayrımına Gün Doğmadan Önce’yi (Before Sunrise) izleyerek varacaktım.

Bir gün yine Rexx’te vizyonda altıncı haftasına girmiş bir filme gidecektik. Biraz utanıp sıkılıyorduk; çünkü filmin baş kahramanlarından biri hayat kadınıydı. Arkadaşım “ayıp film”e gidip orada tanıdık birine rastlamaktan çekiniyordu; ben de o zamanlar TRT’de yayınlanan bir sinema programından öğrendiğim kadarıyla filmin ayıp bir film olamayacağını savunuyordum. Herkes bu filmi konuşuyordu; filmin başrolündeki kadın oyuncu dönemin güzellik kavramını altüst etmişti. Rexx Cumartesi günü öğle seansında yine çok kalabalık ve gösterişliydi. Her yaştan insan filmin başlamasını bekliyorduk. Dünyayı büyülemiş aktrist iç çamaşırlarıyla perdede belirince salondan ıslıklar yükseldi. Aktristin adı Julia Roberts’tı; evet Julia Roberts da Rexx ile hayatımıza girmişti; ve perdede Özel Bir Kadın’ın (Pretty Woman) finalini izlerken arkadaşım benimle dalga geçmesin diye içime ağlamayı da Rexx’te öğrenmiştim.

Rexx sadece ergenliğimize ev sahipliği yapmadı kuşkusuz. Yaş kemale erdi deyip tüm cesaretimizi toplayarak dünya sinemasına açılmaya karar verdiğimizde de Rexx oradaydı; bizi karşıladı. 1994 yılında 13.sü düzenlenen Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında Mike Leigh’nin üzerimde büyük yaralar açacak filmi Çıplak (Naked) gösteriliyordu. Bir Cumartesi günü yine soluğu Rexx’te aldım. Ömrümde böyle bir kalabalık görmemiştim. Tüm biletler satılmış; ek sandalyeler getirilmiş; tüm dünya Rexx’in içine doluşmuştu sanki. Seans saati geçti; insanlar hâlâ içeri girip koltuklara yerleşmeye çalışıyorlardı. Işıklar sönmeden film başladı. Alkış, gürültü koptu; Çıplak perdede akmaya devam etti; derken bir kadın ayağa kalkıp filmi durdurun diye bağırdı; alkış koptu; film durdu. İnsanlar yerleşti; ışıklar söndü; film kaldığı yerden başladı. Bu sefer de “filmi başa sar” sesi yükseldi salonda. Alkış koptu; film başa sarıldı. Kim bilebilirdi ki yıllar sonra yine Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında Rexx’te gösterilen, nevi şahsına münhasır Gregg Araki’nin filmi Tenin Gizemi (Mysterious Skin) sessiz başlayınca kopan alkış sırasında “filmi başa sar” diye bağıran kişinin ben olacağını.

Anadolu yakasında yaşayan her sinemaseverin Rexx ile ilgili anlatacak türlü hikâyesinin olması kuvvetle muhtemel. Sayısız başyapıtı seyirci ile buluşturan Rexx ile ilgili son olarak benimle birlikte ebediyete götürmek istediğim bir anıyı daha paylaşmak istiyorum. Tony Scott’ın Çılgın Romantik’i (True Romance) vizyona girmişti. Hafta içi erken bir seansa gitmiştim. Pek kimsenin olmadığı erken seanslarda Rexx bir başka güzeldi. Koca salon ve perde size kalıyordu. Önlere doğru yerimi aldım; ve film başladı. Film beklediğimden de iyi gidiyordu; derken o eşsiz sahne geldi; Dennis Hopper ve Christopher Walken ikilisinin sinemanın ve oyunculuğun ne olduğunu tanımladıkları o an. Rexx’in görkemli salonunda bir başıma oturmuşken perdede akan hareketli görüntünün en güzel insan icatlarından biri olduğunu iliklerime kadar hissettiğim o an. Bu yaşıma kadar bana eşlik eden o an…

“Gwyneth Paltrow ölecek!”
Ali Ercivan
Hayatımın ilk yarısını Beşiktaş’ta yaşayarak geçirdim, ortaokul ve lise eğitimimi de Tophane taraflarında bir okulda aldım, dolayısıyla bazı sinema salonlarına hissettiğimiz duygusal bağlar söz konusu olduğunda Beşiktaş (Yumurcak, Mıstık), Beyoğlu (Emek, Atlas, Sinepop, Beyoğlu, Lale, Dünya) ve Şişli (Kent, Site) salonlarının bende yeri ayrı… Kadıköy tarafına taşınmam 1997; dolayısıyla Süreyya, Moda, Kadıköy ve Rexx gibi salonlarla tanışmam da ancak o dönemlerde. Rexx benim için en çok film festivalleriyle ilişkilendirdiğim, Morvern Callar çıkışında sövdüğüm veya Beni Adınla Çağır (Call Me By Your Name) sonrası ortak bir coşkuyu paylaştığım yer oldu. Günümüzde kapıları sokağa açılan az sayıdaki zincir dışı salondan ve film festivallerinin ana mekânlarından biri olarak kıymetinden bahsetmeye bile gerek yok.

Ancak sektörel değil de kişisel bir önemden bahsetmeye gelince, başta saydığım sebeplerden ötürü Atlas’ın yeri bende ayrı. Daha 15-16 yaşlarında, okul çıkışı veya haftasonlarında film izlemeye, Sinema Gazetesi’nin haftalık sayısını almaya gittiğim ana salonlardan biriydi. Derginin, 1993 Mart ayından, Lorenzo’nun Yağı (Lorenzo’s Oil) izlemek için Atlas’a gittiğimde aldığım sayısını hâlâ saklarım mesela… O yılın Oscar adaylarının tam listesini içeren ve beni o gün bu gündür kurtulamadığım bir illete bulaştıran dakikalar, Atlas’ın fuayesinde bir masada otururken gerçekleşmişti, şu an dahi gözümün önünde…

David Fincher’ın Yedi (Se7en) filmini kız kardeşimle ilk haftasonunda, hıncahınç dolu bir salonda ilk izleyişim, filmin ortasında kardeşime dönüp “Gwyneth Paltrow ölecek!” diye fısıldayışım ve kardeşimin o andan itibaren filmin sonuna dek kesintisiz ağlaması, acımasız bir abilikten ziyade spoiler zaafıma dair canlı bir anı hâlâ… Veya Kasırga (Twister) filmini hiçbir diyaloğu duymadan, sadece ses efekti ve müzik bantları açık olarak izlemişliğim, böyle tuhaf anılarım da var açıkçası… Festivalde Tom Tykwer’in Ölümcül Maria’sının (Die Tödliche Maria) gösteriminde bobinlerin sırasının karışması sonucu filmin yapısı değişmiş ve ertesi gün birtakım sinema öğrencilerini Tykwer’in filmini böyle kurmadığına ikna etmekte zorlanmıştım. Bunları bir salonun eksiğine gediğine yoranlar olmasın, rica ediyorum, ortak bir sinema hafızasının eşsiz parçalarıdır hepsi ve biz bu parçaları bir araya getirmeye önem verdiğimiz için buradayız. Üçüncü salonlarında Danny Boyle’un Gün Işığı’nı (Sunshine) izlerken panik atak geçiren ve uzun süre tedavi gören bir arkadaşım var benim. Geriye dönüp baktığımızda, bu bile iz bırakan bir yaşanmışlıktır.

Tabii yine de festivalin Ulusal Yarışma’sının ana salonu olarak, bir gün kendi filmimi de o programda göstermeyi umduğum yerdi Atlas, her şeyden çok… Bakanlık tarafından bir sinema müzesi olarak değerlendirilecekmiş, bu gibi fırsatların önü yine de kapanmamıştır diye ummak istiyorum.

“…”
Yeşim Tabak

Son olarak bomboş bir seansta Joker’in sahte ve acı gülümsemesini izlediğim Atlas’ı, salonun tıklım tıklım dolu olduğu ve yeniyetmeliğin sebepsiz neşesiyle perdede gördüğümüz her şeye ağız dolusu gülmekte olduğumuz bir seansla anayım: 1997. John Woo’nun Yüz Yüze’si (Face Off) gelmiş; ilk günü. Okul çıkışı derhal oradayız. Üç-beş sıra önümüzde, Beyoğlu sokaklarında korku, hayranlık ve merakla daima ‘farkında’ olduğumuz, şehrin efsanevi karakterlerinden (2013’te vefat eden) Pavli oturuyor. Adını da bilmiyoruz o zaman. Kılığı kıyafetinden yola çıkarak, Rodriguez’in From Dusk Till Dawn’ında (plastik makyaj üstadı) Tom Savini’nin oynadığı yan karakterin adını takmışız kendi aramızda: ‘Sex Machine’. Film başladı. Biz aralıksız konuşuyoruz; “oha şuna bak, buna bak…”. Bülent Üstün’ün çizgi serisi ‘Kötü Kedi Şerafettin’deki asabi baba Tonguç Yumruk’un ilham kaynağı olan Pavli, “Evladım biraz sessiz olur musunuz lütfen?” diyecek insan değildi. Bir noktada arkasına döndü, ve hırıltılı sesiyle “Yeter ulan!” diye başlayan ve ‘güzel’ de bir küfürle devam eden çıkışını yaptı. Tısssss… diye kaykıldık koltuklarımızda; ve ağzımızı kapatarak gülmeye devam ettik…


Dün İstiklal’de tıbbi eldiven satan bir yer aranırken, Atlas’ın önünden geçtim. Hüzünle baktım kapısına: Demek sonsuza dek kapandı. Sonra hatırladım, bu kâbus bitince İstanbul Sinema Müzesi’ne dönüşeceğini: Görüşürüz güzelim! 

<<<

>>>

 

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.