New York’ta yaşayan yirmili yaşlarda dört kadının çalkantılı hayatlarına ve birbirleriyle ilişkilerine odaklanan Girls, dizinin başrolünde yer alan, yazar ve senarist kimliğiyle de tanınan ve çoğunlukla milenyum kuşağının deneyimlerini feminist bir bakış açısıyla aktaran Lena Dunham’ı dünya çapında üne kavuşturmuştu. Girls benzerlerinin aksine, kamerasını New York’un göz kamaştırıcı ve cezbedici dünyasından uzaklaştırıp, orta sınıfa ve onların hayatlarını yoluna koyma mücadelesine çeviriyor. Serüveni boyunca birçok ödüle layık görülen dizi, hepsi birbirinden özgün olan karakterlerin maceralarını anlatıyor. Karakterleri bu denli eşsiz kılan da onların kusurları, hataları ve dert edindikleri meseleler. Girls, anaakım anlatıların yarattığı “mükemmel hayat” yanılsamasını yerle bir ediyor. Kadınların kusursuz olmayışı, lüks mekanlarda gösterişli bir kokteylle boy göstermemeleri, seks hayatlarının baştan çıkarıcı olmaktansa tuhaf ve yer yer utanç verici olması, karakterlerle sahici bir bağ kurmamıza olanak sağlıyor. Karakterlerin nasıl makyaj yaptığından, ne giydiğinden çok hangi kitabı okuduğuyla, hangi müziği dinlediğiyle veyahut nasıl bir hayat görüşünü savunduğuyla ilgileniyoruz dizi boyunca. “Kendimin ve arkadaşlarımın televizyonda temsil edildiğini görmüyorum” diyerek dizi üzerine çalışmaya başlayan Dunham, kendi deneyimlerinden de ilham alarak kurduğu hikâyeyi berrak bir şekilde seyirciye ulaştırmayı başarıyor. Derin Atalkın

<<<

>>>