Şu An Okunan
2023’te İzleme Listenizde Olması Gereken 6 Sundance Filmi

2023’te İzleme Listenizde Olması Gereken 6 Sundance Filmi

Bu yıl 19-29 Ocak tarihleri arasında düzenlenen Sundance Film Festivali, her zaman olduğu gibi önümüzdeki yılın pek çok bağımsız filmini seyirciyle buluşturdu. İşte 2023’te sıklıkla karşınıza çıkması muhtemel, kaçırmamanız gereken Sundance filmleri…

Sundance’te bir zamanlar denenmiş, başarısı tasdiklenmiş bazı eski temaların yeniden dolaşıma sokulduğu, başka filmlere çok benzeyen filmlerin şansını denediği, bu sebeple orijinal fikir ve anlatım tercihlerine hasret bırakan, nispeten heyecansız bir yıl geçirdik. Neyse ki tam umutlar tükenmişken ortaya çıkıp gecenin bir yarısı ya da sabahın çok erken saatlerinde kan dolaşımını bir anda hızlandıran o güzel filmler hâlâ hayatta. Sayıları çok yüksek değil, ama orada bir yerdeler. Bu yıl kurmaca dünya sineması yarışmasından Slow, kurmaca Amerikan sineması yarışmasından Fair Play ve Geceyarısı programından Talk to Me tastamam böyle filmler. Basın kontenjanından alınan biletlerin festival başlamadan önce ayırtıldığı ve programımızın hiçbir değiştirilme umudu olmaksızın bir nevi taşa kazındığı böyle bir festivalde önsezilerimiz en büyük hazinemiz. Ya da romantizmi bir kenara bırakmak gerekirse, ne ektiysek onu biçtik diyebiliriz. İşte bağımsız sinemadaki tekrarların yavaşlattığı bir festivale ara ara nefes aldıran filmler ve onları yıl içinde yakalamanız için ihtiyaç duyacağınız tüm nedenler…


Slow

Seksin bir ilişkinin gerçek başlangıç noktası ve belirleyicisi olduğunu ezberleten tüm ilişki filmlerinin karşısına Slow’u koyduğunuzda, nasılsa Slow’un kefesi daha ağır çekiyor. Seks aşamasına henüz varılmamış, en yüksek hedefin kavuşmak olduğu veya cinselliğin zorunlu bir tamamlayıcı olarak denkleme eklendiği ama özel olarak vurgulanmadığı sayısız aşk filmi de bu anlamda Slow’dan ayrılıyor. Litvanya’dan çıkan bu çok özel aşk filminde, içlerinden birinin aseksüel oluşuyla sınanan bir çift onları diğerlerinden ayıran, sadece iki kişinin girebildiği bir evren icat ediyor. Biri dansçı diğeri işaret dili tercümanı olduğu için, birbirlerini bulmadan önce de hayatlarında farklı bir iletişim şekli aradıklarını anlayabiliyoruz. Fiziksel temasın, bedensel uyumun ve bir olma hissinin sonuna kadar var olduğu, kalan her şeyin ilişkideki teknik bir eksiklikten öteye gitmediği bu evrende, aşkın en içten formunu izliyoruz. Yönetmen Marija Kavtaradze’nin dili kullanmadan birbiriyle konuşan iki beden arasındaki yakınlığı yansıtma başarısında, baştan sona kullanılan el kamerası ve 16 mm tercihinin büyük payı var, şüphesiz. Slow, sessiz olarak izlense de gücünden bir şey kaybetmeyen o özel filmlerden biri. Festivalin en güzel sürprizi.


Fair Play

Fair Play, iş dünyasındaki “cam tavan” hikâyelerini tatlı/sert aşk öyküleriyle bir arada anlatırken kapitalizmi bir yetişkin masalına çeviren Hollywood geleneğine tüm gücüyle karşı duran bir gerilim. Filmde aynı yatırım şirketinde benzer pozisyonlarda çalışan ve şirket kurallarına aykırı olarak yaşadıkları ilişkiyi uzun süredir herkesten gizleyen Emily ve Luke’un tüm dengesi, Emily’nin beklenmedik terfisiyle bir anda altüst oluyor. Sistemin hem ilişkide hem de iş hayatında kadın ve erkeğe tanımladığı cinsiyet rolleri yerli yerindeyken her şeyin yolunda gittiği, ancak Luke yerine Emily’nin terfi etmesiyle güç dengelerinin bir anda şaştığı bu hikâye, iktidarın neden bir cinsiyeti olduğu sorusuna cevap ararken seyircisini hırpalamaktan çekinmiyor. Netflix dizisi Bridgerton (2020- ) ile çıkış yapan Phoebe Dynevor ile bu filmden sonra Christopher Nolan’ın Oppenheimer’ında (2023) izleyeceğimiz Alden Ehrenreich’in çarpıcı performansları, hikâyenin hayranlık uyandıran ritmiyle birlikte gerilim duygusunun en önemli dayanaklarından biri. Dizi yönetmenliğinden gelen Chloe Domont’un şimdiden 2023’ün en iyi ilk filmlerinden birini çektiğini söyleyebiliriz. Ayrıca iki saate yakın süresine rağmen festivalin en “kısa” filmlerinden biri olduğunu eklemek gerek. Hissedilen süre yarım saatten çok değil. 


Talk to Me

Bu yıl çok parlak filmler izlemediğimiz Geceyarısı programında, harika bir fikri heyecan verici bir şekilde yorumlayan Avustralya yapımı Talk to Me bağımsız korku sineması cephesinde 2023’ün onurunu kurtarabilir. YouTube kanalları RackaRacka aracılığıyla altı milyonu aşkın takipçiye seslenen ikiz kardeşler Danny ve Michael Philippou ilk filmlerinde gençlik korkusunu kötü ruh filmleriyle buluşturuyor. Sonuç, şaşırtıcı derecede iyi. Bir ev partisinde, ruhlarla iletişim kurmanın pratik bir yolunu keşfeden bir grup gencin eğlencesi beklenmedik bir olayın yaşanmasıyla yarım kalıyor. Türün gereklerini yerine getirirken eğlendiren ama kendini ciddiye almayı da ihmal etmeyen Talk to Me, orijinal fikrini sonuna kadar ayakta tutmayı başarıyor. Ayırt edici özelliği, korku filmlerinde çok sık işlenmeyen, ancak türün varlığını borçlu olduğu tek gerçeği temel alması: Korkmanın ve korkutmanın bağımlılık yaratan keyfi. Talk to Me’nin A24 tarafından satın alınarak, Geceyarısı seçkisindeki filmlerin çoğunlukla alıcı bulduğu festivalin en iyi anlaşmalarından birine imza attığını ekleyelim. Bu da filmin herhangi bir platformdan önce vizyonda seyirciyle buluşacağı anlamına geliyor.


Infinity Pool

Brandon Cronenberg’ün, babası David Cronenberg gibi beden korkusu alt türüne odaklandığı hâlde yönetmen olarak kendi bağımsızlığını ilan edebilmesi takdire şayan. Daha izlenmeden Geceyarısı seçkisinin en popüler filmi olan Infinity Pool, Hüzün Üçgeni‘nin (Triangle of Sadness, 2022) hantal ve gösterişçi bir yorum getirdiği tatilin sınıfsallığı meselesinde orijinal bir açılım yakalıyor. Ama bu filmin açılımlarından sadece biri. Filmin başında, uzun süre önce yazdığı romanından sonra kalem oynatamayan James gelirine bağımlı olduğu zengin eşi Em’le birlikte, kurmaca bir üçüncü dünya ülkesinde birinci sınıf bir tatil yaparken çıkıyor karşımıza. Otelde tanıştığı gizemli hayranı Gabi’nin tavsiyesiyle konuklara yönelik en büyük yasağı çiğneyen ve başını büyük derde sokan James, gittikçe tuhaflaşan bu deneyimde yavaş yavaş içinde uyanan yeni bir benliğin etkisi altına giriyor. İçinde talihsiz klonların, yeniden doğuşların, ölümü satın almaların, temsilî intikamların, beden sıvılarının ve şiddet oyunlarının yer aldığı, kaotik bir deneyim bu. Cronenberg, filminin özünden kopmadan birçok şeyi aynı anda yapmayı beceriyor. Örneğin meçhul ülkenin kalanıyla arasına duvarlar örülmüş bu yapay cennette tatil yapmanın acınası hâliyle belli belirsiz dalga geçerken satire yaslanmak; suçların direkt parayla değil sahte bir kefaret senaryosuyla örtbas edildiği, mesaj kaygılı fütüristik bir bilimkurguya alan açmak; ölümden sonraki her yeni yaşamda eski benliğinden gittikçe uzaklaşmanın zombivari lanetinden nasibini alan, hipnotik bir beden korkusu inşa etmek… Infinity Pool sırf tuhaf olma aşkına tuhaf olmayı reddeden, kontrolünü kaybettiğini düşündürürken bile kontrollü kalabilen bir kâbus-film. Tek başına geçmişteki çığlık kraliçelerinin antitezi olan Mia Goth, tekinsiz kadın personasına sıkı sıkı tutunarak korkuda kendi alt türünü yaratmaya devam ediyor.


The Disappearance of Shere Hite

İyi bir belgeselin seyircide yarattığı en dikkat çekici his, hayret olsa gerek. The Disappearance of Shere Hite’ı izlerken en çok hayret ediyorsunuz. Öncelikle yakın geçmişte çıkarımlarıyla çok ses getirmiş bir araştırmacının bugün hatırlanmayışına, kadın ve erkek cinselliğine dair bir kesimin hoşuna gitmeyecek gerçekleri dile getirdiği için nasıl susturulduğuna ve bu suskunluğun ömrünü bugüne kadar uzatan bütün şartlara uzun uzun hayret ediyorsunuz. Dehşet ve öfkeyle karışık bir hayret bu. Filmde, kadın orgazmının cinsel ilişkiye muhtaç olmadığını, hatta erkeğin cinsel ilişki anlayışının kadın orgazmı önünde bir engel olabileceğini 70’lerde kamuoyuyla paylaşma cesareti gösteren Shere Hite’ın, Amerikan toplumunun yatak odası kurallarını temellerinden sarstığını görüyoruz. Binlerce kadından anonim olarak topladığı bilgileri ‘The Hite Report’ adlı kitabında toplayan Hite’ı, karizmatik görünüşüyle dönemin TV kanallarında cinsel tabuları birbiri ardına yıkarken izliyoruz. Yıllar içinde erkeklerden anonim olarak topladığı bilgiler ışığında bu kez erkek cinselliğinin büyük sırlarını ortaya döken araştırmacı, 80’lerin muhafazakâr ve popüler erkek egemen kültürüne yavaş yavaş kurban ediliyor. Hem modellik geçmişi hem erkekleri içten içe korkutan vamp görünüşü hem de TV ekranındaki soğukkanlı duruşu yüzünden medya ve kamuoyu tarafından erkek düşmanlığıyla suçlanan, hedef tahtasına oturtulan, oyuna getirilen, köşeye sıkıştırılan ve sonunda yavaş yavaş içine kapanan Shere Hite, çağımızın vebası gizli erkek kırılganlığının en büyük kurbanlarından biri. Bugünün feminizminin nedense sahip çıkmadığı, inanılmaz bir kişilik. The Disappearance of Shere Hite, yılın ilk çarpıcı belgeseli olmaya aday.


Pretty Baby: Brooke Shields

Brooke Shields’in 80’ler popüler kültürünün ne kadar büyük bir parçası olduğunu bugün hatırlamıyoruz. Artık açık açık hayran olunamayacak sorunlu bir kadın temsili anlayışının sembolü olarak, bilinçli olarak geride bırakılmış, tarihe gömülmüş bir eski yıldız, Brooke Shields. Pretty Baby, bugünden geçmişe bakarken aktrisin hayatının hiç bilmediğimiz taraflarını aydınlatıyor, ama asıl olarak 80’ler ve 90’larda sinema, TV ve reklam dünyasının önce bir çocuğu sonra genç bir kadını sistemli olarak nasıl sömürdüğünü gözler önüne seriyor. Adını Shields’in 12 yaşında bir çocuk fahişeyi canlandırdığı Louis Malle filmi Pretty Baby’den alan film, oyuncunun aynı zamanda menajeri olan ve hakkındaki en önemli kararları veren annesiyle ilişkisine de odaklanıyor. Shields’in sıradışı güzelliğiyle 80’ler Amerikan gençliğinin yeni yüzü oluşu, çocukluktan henüz çıkmamış genç kız cinselliğinin onunla birlikte pazarlanmaya başlaması, bir Princeton mezunu olarak güzellikle zekâ arasındaki arasındaki sözde ters orantıyı tarihe gömmesi, hem bekâretiyle hem de yıllar sonra yaşadığı postpartum depresyonla gündeme oturması ve her iki durumda da milyonlar önünde tek başına bırakılması, Pretty Baby’ye yakın geçmişin eğlence dünyasına dair bir belge-film değeri de kazandırıyor. 


Ayrıca Eren Odabaşı’nın kaleme aldığı Sundance Günlükleri’nin tamamını okumak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.