Dash Shaw ile Cryptozoo Üzerine Söyleşi: ‘Devasa Bir Kolaj’
Yılın en çok ses getiren animasyonlarından Cryptozoo, mitolojik yaratıkların sığınağı niteliğindeki bir hayvanat bahçesini ve çalışanlarının aksiyon dozu yüksek mücadelesini konu alıyor. Saykedelik bir yolculuk niteliğindeki filmi senarist ve yönetmen Dash Shaw’dan dinliyoruz.
Söyleşi: Berke Göl
Okulda Deniz Kazası’yla (My Entire High School Sinking into Sea, 2016) dikkatleri üzerine çeken Dash Shaw’un yazıp yönettiği ikinci uzun metrajı Cryptozoo, cryptid adı verilen çeşitli mitolojik yaratıkların yaşadığı alternatif bir 1960’larda geçiyor. Söz konusu yaratıkların tehdit altında olduğu, kimilerinin alınıp satıldığı, kimilerinin sömürüldüğü ya da dışlandığı bu dünyada bir grup gönüllü, onları kurtarmaya ve Cryptozoo adlı hayvanat bahçesinde korumaya almaya çalışıyor. Kahramanlarımız rüyaları yiyen Baku adında efsanevi bir cryptid’i Amerikan ordusundan önce ele geçirmeye çalışırken, film de etik ve politik bir dizi sorgulamaya alan açıyor. Animasyon direktörü Jane Samborski’yle birlikte filmin her şeyi olan Dash Shaw ilham kaynaklarıyla, tematik referanslarıyla ve çalışma biçimleriyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Cryptozoo sinema tarihinden pek çok etki taşıyor muhakkak ama yine de benzersiz bir film. Böyle bir hikâye anlatma fikrinin nasıl ortaya çıktığını ve ilham kaynaklarınızı konuşarak başlayalım mı?
Film yapmak çok vakit alan bir şey, bu filmi tamamlamak da beş-altı yıla yayıldı. Süreç bu kadar uzun olunca birbirinden çok farklı ilham kaynakları iç içe geçiyor ister istemez. Bunlardan biri, Winsor McCay’in tamamlanmamış kısa filmi The Centaurs’du (1921). Herkese tavsiye edeceğim bir filmdir, YouTube’da da izlenebiliyor. Bir ormanda dolaşan seksi, yarı çıplak, insan başlı atları konu alır. Bir diğer çıkış noktamız, Jane’in (Samborski) üzerinde çalışmaktan keyif alacağı bir öykü yazma çabasıydı. Bu filmdeki cryptid’lerin çoğunu Jane çizdi. Tamamen kadınlardan oluşan bir ‘Dungeons and Dragons’ grubu vardı Jane’in, ki bu da gerek seslendirme kadrosunun büyük ölçüde kadınlardan oluşmasına, gerekse filmdeki olayların dünyanın farklı coğrafyalarına yayılmasına ilham verdi.
Karşı kültür, Vietnam Savaşı ve savaş karşıtı hareket gibi doğrudan tarihsel referanslar var elbette ama bir yandan da herhangi bir dönemde geçebilecek bir öyküsü var Cryptozoo’nun. Özellikle 60’lı yılları seçmenizin sebebi neydi?
New York Halk Kütüphanesi’nden aldığım burs sırasında, 60’ların karşı kültürü ve o dönemin gazeteleri üzerinde çalışan bir kişiyle tanıştım. 1967’de Brezilya’da yayımlanmış bir haftalık gazetenin ya da aynı hafta Chicago’da yayımlanmış bir başkasının sayfalarını karıştırırken ütopyacı bir iyimserlik görüyordum. Bugünden bakınca o dönemde kurulan hayallerin nasıl sonuçlandığını biliyoruz, bunun da melankolik bir çağrışımı var şüphesiz. Bu duygu anlatmak istediğim öykünün ruhuna çok uygundu. Öte yandan 60’lar Walt Disney’in öldüğü dönemdir. Epcot Center, Walt Disney’in ütopyasıydı, gelecekte orada insanların yaşamasını hayal ediyordu. Disney’in 1966’daki ölümünden sonra bir eğlence parkına dönüştürüldü Epcot Center. Filmde de daha en baştan, Cryptozoo’nun ayakta kalamayacağını hissediyoruz. Zaten sonra da çöküşünü izliyoruz adım adım. Evet, filmdeki karakterler Cryptozoo’nun yararlı bir şey olduğuna dair görüşlerini aktarıyorlar sürekli ama izleyici bu görüşe mesafeli duruyor ve oradaki hayalin yıkılmaya mahkûm olduğunu görüyor bence. Bu da bir melankolik bir etki yaratıyor.
Filmi bir kalıba sığdırmak zor ama kısaca ‘saykedelik bir yolculuk’ ya da ‘90 dakikalık bir rüya’ diyebiliriz. Siz nasıl tanımlarsınız Cryptozoo’yu?
‘Saykedelik yolculuk’ tanımı benim de hoşuma gidiyor. ‘Saykedelik’ sözcüğü aslen ‘zihni ortaya çıkaran’ gibi bir anlama geliyor, bu da hayalî varlıkları konu alan bir filmi tasvir etmek açısından gayet isabetli. Farklı dönemlerden, dünyanın farklı yerlerindeki insanların zihinlerinden besleniyor çünkü film. ‘Saykedelik’ sözcüğünü günümüzde kazandığı anlamdan ya da Peter Max posterlerinden ziyade bu anlamda düşünüyorum ben.
Cryptozoo’yu bir tür sığınak olarak görmek de mümkün, bir hapishane gibi de. Film ilerledikçe işin kapitalizm boyutu da ortaya çıkıyor, cryptid’ler üzerinden para kazanma gerekliliği vurgulanıyor. Bu anlamda film, alışılageldik bir iyiler/kötüler anlatısı sunmuyor.
Bence filmler böyle olmalı zaten. Bazı izleyicilerin bundan hoşlanmadığını biliyorum ama ben böylesini daha ilginç buluyorum. Şöyle örnek vereyim: Bu film Lauren karakteriyle başlasaydı, neredeyse Tomb Raider ya da Indiana Jones gibi bir şey olurdu. Ama daha başlarda, karakterimizin resmen bir çocuk satın almasına tanık oluyoruz ve o tarz bir “kahraman” olmadığını hemen anlıyoruz. O yüzden filmin Cryptozoo’ya tesadüfen denk gelen, cryptid’lerle ilgili hiçbir fikri olmayan hippilerle başlaması, finaldeyse Amber karakterine odaklanması önemli bence. Hikâyeyi böyle bir paranteze alınca ana karakterlerin yaptıklarını da sorgulayarak izliyorsunuz.
Cryptid’lerin avlandığı, alınıp satıldığı bir dünya var Cryptozoo’da. Bu da her türlü ayrımcılığın bir metaforu olarak işliyor, ırkçılıktan homofobiye, sömürgeciliğe pek çok konuda çağrışımlar yapıyor.
Ben bu tür alegorilerin tam işlediğini düşünmüyorum genel olarak. Mesela X-Men sık sık, özünde eşcinsellere yönelik ayrımcılıkla ilgili bir anlatı olarak yorumlanır. Ama eşcinseller gözlerinden ışın çıkarmıyor, öyle değil mi? Demek istediğim, X-Men’in kurduğu dünya bağlamında mutantların gerçekten de topluma yönelik bir tehdit oluşturduğu durumlar var. Alegoriler hiçbir zaman yüzde yüz işlemez. Tabii ki filmin gerçek dünyadaki birçok mevzuya dokunduğunu inkâr edemeyiz ama Cryptozoo gerçek dünyadan tamamen kopuk bir alegori dünyası da değil.
Cryptid’lerin tasarımında farklı kültürlerin mitolojilerinden besleniyorsunuz. Filmde yer verdiğiniz melez yaratıkların hepsi mitolojide zaten var olan yaratıklar, değil mi?
Bu anlamda çok keyifli bir araştırma süreci geçirdik açıkçası. Deneysel mangaya özel bir ilgi duyuyorum ben. ‘Comic Baku’ adında bir çizgi roman antolojisi vardır. Sonra Hokusai’nin 19. yüzyılda çizdiği Baku’lar… Evet, farklı kültürlerdeki mitolojik yaratıklar üzerinde uzun uzun çalıştık ve en ünlü olanlarından ziyade görece az bilinenlerine yer vermek istedik. Senaryoda tek tek geçiyordu bu yaratıklar ama her birini nasıl kullanacağımız konusuyla Jane uğraştı temel olarak, çizimlerin çoğunu yapan da o olduğu için. Tabii ki onun elinden çıktı hepsi ama aynı zamanda filmin animasyon direktörü de olduğu için pek çok farklı kaynaktan beslendi Jane. Örneğin devasa solucan Camoodi’nin hareket etme biçimi, Güney Amerika taş oymacılığındaki figürlerden ilhamla tasarlandı.
Kullandığınız farklı animasyon tekniklerine dair neler söylemek istersiniz?
Bu soru sık sık geliyor ama şimdiye kadar iyi bir cevabını bulamadık. Şöyle anlatmaya çalışayım: Filmde gördüğünüz her figür kâğıt kalemle çizilen bir resim olarak başladı. Sonra o çizimler taranarak bilgisayara aktarıldı ve hareketleri daha sonra tasarlandı. Ben filmi bir pop-art kolajı olarak tanımlıyorum ama bu tanım kimseye pek bir şey ifade etmiyor sanırım. Devasa bir kolaj projesi bence bu.
Animasyon tarzı anlamında ilham kaynaklarınız nelerdi peki?
René Laloux’nun yönettiği Fransız animasyonu Vahşi Gezegen (La Planète Sauvage, 1973) büyük bir ilham kaynağıydı, özellikle yaratıkların resmedilme biçimi açısından. Daha sonra Gandahar (1987) diye bir film de yapmıştır Laloux. Jurassic Park (1993) var elbette, Cryptozoo onun rüya versiyonu gibi bir bakıma. Ayrıca tüm zamanların en güzel filmlerinden biri olarak gördüğüm Suzan Pitt imzalı kısa film Asparagus’un (1979) adını da anmak isterim.
1980’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde Psikoloji eğitimi gördü, Bilgi Üniversitesi’nde Kültürel İncelemeler yüksek lisansı yaptı. 2003 yılında katıldığı Altyazı’da çeşitli görevler üstlendikten sonra 2015-2022 arasında Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştı. Ulusal ve uluslararası festivallerde SİYAD ve FIPRESCI jürilerinde yer aldı. 2022'de Berlin Film Festivali'nin Panorama bölümünün seçici kuruluna katıldı.