Şu An Okunan
Engin Günaydın ve Taylan Biraderler ile Andropoz Üzerine Söyleşi: ‘Dünyanın Sonunda Değişmek’

Engin Günaydın ve Taylan Biraderler ile Andropoz Üzerine Söyleşi: ‘Dünyanın Sonunda Değişmek’

Andropoz

Engin Günaydın’ın hem senaryosunu yazıp hem de başrolünde yer aldığı ve yönetmenliğini Taylan Biraderler’in üstlendiği Andropoz, Netflix Türkiye’de yayında. Andropoz’u üreticileri Engin Günaydın ve Taylan Biraderler’e sorduk.

Söyleşi: Aslı Ildır

Daha önce Vavien (2009) ve Azizler (2021) gibi projelerde bir araya gelen Engin Günaydın ve Taylan Biraderler imzalı Andropoz, andropoz dönemine giren bir adamın başına gelen trajikomik olayları konu alıyor. Dizinin senaristliğini ve başrolünü üstlenen Günaydın ve Taylan Biraderler’le dizinin ortaya çıkış sürecini, kişisel yolculuklarıyla olan bağını ve anlatısal tercihlerini konuştuk. Günaydın ve yönetmenler, günümüz hassasiyetleriyle değişip dönüşen mizahla ve yeni ortaya çıkan seyirci kültürüyle ilgili düşüncelerini Altyazı okurlarıyla paylaştı. 

Andropoz fikri nereden çıktı? Vavien’de birlikte çalıştınız ancak bu sefer bir dizi için bir araya geldiniz. Ne tür zorlukları oldu dizi formatının? 

Engin Günaydın: Aslında bir film olarak düşünüyordum bu projeyi. İsmi de Andropoz değildi. Sonrasında ben bunu yazmaya başladım, karakterler tatlı olmaya başladı. Uzun süredir de yazmıyordum. Yazmadığım için de insan karakterlerinin nasıl olacağını kestiremiyor. Fakat yazınca tatlı bir dünya ortaya çıktı. Sonra dedim ki bu bir filmde kalacak gibi görünmüyor, renkli görünüyor, karakterler de renkli görünüyor. İlk bölümü yazdım ve Taylanlar’a gönderdim. Onlar da “Burada bir dünya görünüyor, iyi bu, buradan devam edelim” dediler. Her bölüm sonrası toplantı yapmaya başladık. Aslında baya hızlı hareket ettik. Hepimiz de sanki andropoza mı girdik, giriyor muyuz soruları da vardı. Elli yaş krizi mi? Yeni geliyoruz bu yaşa ve elli yaşın yeni tipleriyiz, tanımıyoruz elli yaşı. Biraz Yağmur iyi tanıyordu oraları, aramızda en tecrübeli oydu. Burada acaba bir şey mi var kafamızı meşgul eden dedik. Sonrasında kendiliğinden gelişti. Dolayısıyla bizim kendi psikolojimiz vardı işin içerisinde.    

Yağmur Taylan: Bizim açımızdan da şöyle: Ben zaten Engin’in dediği gibi 50’li yaşların uzun süredir bir sakini olduğum için oraları birazcık biliyorum. Pandemide insan bir şeylere takıyor ya, biz de Durul’la birlikte hayatın ikinci yarısı, değişim vs. temalı şeyler üzerine çok düşünüyorduk. Çünkü pandemi döneminin insanlık tarihinde bir yere tekabül ettiğini ve bazı değişim ve dönüşümlere  yol açacağı yönünde bir hissimiz vardı başından itibaren. Engin de bu hikâyeyi bize gönderince, hakikaten kafamızda bir şey klik etti. Zaten Engin’le beraber çalıştığımız zaman -yani sadece oyuncu olarak değil, senaryoyu da yazdığı zaman- tam anlamıyla oturdu ve gerçekten proje çok ilgimizi çekti. Uzunca bir süre Engin Foça’da, biz Los Angeles’tayken bazen haftada bir, bazen haftada iki kez toplandık. Ama Engin’in gerçekten bu projedeki hızı oldukça iyiydi, hızlı yazdı yani. Proje çok kısa sürede oluştu. Sonrasında da Netflix’le ilerledik ve projenin hayata geçmesi gerçekten biraz hızlı oldu, çok ani oldu bizim için bile. Ama tabii proje çok uzun bir süre önce çekildi. Bir buçuk sene öncesinde çekime girdiğimiz bir şeyden bahsediyoruz. 2021 yılının Mayıs-Haziran aylarında çektik diziyi.

Durul Taylan: Geçen sene büyük yangınlar oldu ya Marmaris’te, tam onun öncesinde yapıldı çekimler. Maalesef dizideki ormanların hemen hemen hepsi yandı. O çok acı oldu bizim için. Belki de başından beri hissetmişiz. Sürekli o Ağustos ayı gelmeden bitirme isteği vardı, o anlamda çok hızlı ve iyi çalıştık. 

Bir yandan da dünyanın da “andropoza girmesi” gibi bir mesele var ya… Dizide de iklimden ve dünyanın yok oluşundan bahsediliyor. O anlamda da ilginç denk gelmiş gerçekten. 

D. T: Evet, aynen. Zaten bizim pandeminin öncesinde de çok konuştuğumuz şeyler. Şu anda insanlığın çok büyük bir krizde olduğunu söylemek sıradan oldu artık, herkes söylüyor. Bir de üstüne pandemide bu “dünyanın sonu” arketipi canlandı herkeste. O anlamda çok oturdu. Gerçekten de bizim çekimlerin son bir iki haftasında başlamıştı yangınlar aslında. Ama o büyük yangın bizim dizide anlatmaya çalıştığımız şeylerin bir göstergesi gibi oldu. Ama Türkler değişmemeye direniyorlar biliyorsun, ama ya değişeceğiz ya değişeceğiz, başka yolu yok. 

Andropoz ilk ve son bölümde daha hâkim bir tema, arada ise sanki yok oluyor gibi. Neden böyle bir tercihte bulundunuz? 

D.T: Gizli olarak aslında diğer iki erkekte, yani Mahmut ve Halit’te de bir andropoz durumu var. Zaten Halit bütün dizi boyunca değişmekten bahsediyor. Değişmesi gerektiğine çok inanmış ama buna dair elinde aracı yok. O yüzden çok zayıf bir karakter Halit. Mahmut zaten karısından boşanıp genç bir kadınla evlenmiş. Aslında adı konmasa da bütün erkek karakterler andropozun tahakkümü altında. 

Y.T: Bir de şu var, andropoz zaten bilimsel bir terim değil. Tıbbi olarak yok. Kadınlardaki menopozun karşılığı olarak andropoz diye bir kavram üretilmiş. Bunun bilimsel bir karşılığı yok. Çünkü kadınlarda 40’lı 50’li yaşlarda, hayatın ikinci yarısına başlarken gerçekleşen radikal hormon değişikliği erkeklerde olmuyor. O testosteron seviyesi 35 yaşından itibaren daha aşamalı bir şekilde düşüyor. Dolayısıyla erkeklerdeki andropoz kavramı aslında daha psikolojik bir kavram. 

D.T: Biraz uydurulmuş bir şey aslında. 

Y.T: Evet andropoz kelimesi uydurulmuş ama dönem olarak bu aslında tüm insanlara özgü bir şey. Gerçekten 45-50’den sonra birtakım dramatik değişiklikler oluyor hayatta. Bilimsel temeli de biraz aslında şöyle: Biliyorsunuz normal şartlarda yüz sene önceye kadar ortalama insan ömrü aşağı yukarı 50 sene. Yani 50 yaş sonrası hayat aslında insanlık için çok yeni bir şey. Tarihte pek bilinmiyor bu. 

D.T: Mutlu bir azınlık yine 70-80’e kadar yaşıyor tabii. 

Y. T: Tamamen şans aslında, çünkü birçok hastalığın tedavisi yok, piyango. Biz bile mesela bundan iki yüz sene önce yaşasaydık, yaşamıyor olacaktık. Modern tıbbın sayesinde uzamış durumda bu süre. İnsanlar da hayatlarının ikinci yarısında ne yapmaları gerektiğini bilemiyorlar. Çünkü bir şeyleri değiştirmek gerekiyor gerçekten. Eski motivasyonlar, eski psikolojiler, eski benlik… Hiçbirisi artık senin ihtiyaçlarına tam olarak karşılık vermiyor. Bir şeyleri değiştirmek istiyorsunuz ki bu içten gelen otantik bir ihtiyaç. Burada en önemli mesele neyi nasıl değiştireceğini bilebilmek. Bizim hikâye de aslında biraz bunun üzerine, hayatını değiştirmeye çalışan bir adam izliyoruz. Ama neyi ne kadar değiştiriyor, arzularını ne kadar gerçekleştirebiliyor, hikâye de bunu anlatıyor biraz. 

Yusuf ve Meryem hikâyedeki en gerçek ve derinlikli karakterler. Diğer karakterler ise biraz daha karikatürize ve sanki Yusuf ve Meryem’le tezat oluşturmaları için var gibi, ‘yanlış gitmiş’ andropoz yolları… Bu amaçladığınız bir karşıtlık mıydı? Seyircinin ana karakterler dışındaki karakterlerle nasıl bir ilişki kurmasını istediniz? 

Y.D: Bu hikâyenin aslında ana kahramanı Yusuf. Biz seyirciye onun bakışından yola çıkarak bir hikâye anlatıyoruz. Ancak diğer karakterlerin yelpazesi “maskülen” ve “feminen” şeklinde ayrılmış durumda. Üç ayrı maskülen, üç ayrı feminen karakter var. Biz bu görünüşlere göre, böyle bir spektrumda bir karakter yelpazesi oluşturmaya çalıştık. Kadınlardaki maskülen taraflar, erkeklerdeki feminen taraflar, bunların hepsinin iç içe girdiği yerler. Böyle bir yerden hikâyeyi anlatmaya çalıştık. Başta andropoz Yusuf’un başına gelen bir şeymiş gibi gözükse de, aslında hikâye geliştikçe bütün karakterlere yayılarak izliyoruz bu dünyanın yansımalarını. 

D.Y: Merkezde Yusuf ve Meryem var ama ikinci bölümden sonra anlatım dağılıyor. Biraz Yusuf ve Meryem vasıtasıyla giriyoruz diğer karakterlere. Biraz Yusuf’un dünyası hâkim tabii, haklısın. Hatta Yusuf’un fantezileri bile olabilir diğer karakterler. Meryem bizim çok önemsediğimiz bir karakter. Engin o tür kadın karakterleri yazmayı seviyor, tanıyor da. Şunu da söylemek lazım. Bu biraz bizim Vavien’le de ilişkili olarak, “Anadolu’dan aile hikâyeleri” başlığı altında bir ara toplamayı düşündüğümüz başka hikâyeler de var. Engin’in de bizim de ilgimizi çeken bir konu. Coğrafya da çok önemli bu hikâyelerde, burada Marmaris mesela. Ben Andropoz’u da coğrafyadan çok ayrı düşünemiyorum. Marmaris olması, turistik olması. Çok farklı bir aile yapısı, belki Anadolu’dan daha özgür gibi gözüküyor ama ortak tarafları da var. “Pozitif bir kadın” olarak Meryem’i çok seviyorum ben. O anlamda belki gerçekçi de değil. Bütün Yusuf’un saçmalamalarına ve yoldan çıkışlarına rağmen Meryem hep toparlayıcı. Aslında düzeni yeniden sağlamaya çalışıyor, herkesi bir arada tutmaya çalışıyor. Ama evet Yusuf ve Meryem’in daha gerçek olduğuna katılıyorum. Çocuklar için aynı şeyleri söyleyemeyiz, onlar daha renkli tipler. 

Y.T: Bir de tabii farklı bir boyutunu temsil ediyor feminen spektrumun. Feminen arketipinin öyle bir işlevi vardır ya eskiden, toparlayıcı, arabulucu, düzenleyici, çözüm bulucu bir pozisyonu var Meryem’in. Biraz o anlamda dengeli de duruyor. Dengeliden çok çözüm üretici ve arabulucu, meseleyi düzeltici ve soruları çözücü bir işlevi var. Yusuf diyor ya bir yerde “Ya bana yardım et ya da beni boşa” diyor. Aslında yardım edici, kriz durumlarında ne yapılması gerektiğiyle ilgili bir işlevi var Meryem’in hikâyede.

E.G: Ana karakter Yusuf değişmeye karar verince, aslında şuna karar veriyor: Ben başımı derde sokmaya hazırım. Çünkü değişim demek ana yoldan çıkış demek, tali yola girmek demek. Bilmediğin bir dünya ve başın dertte. Burada kendini güvende hissedeceği tek karakter karısı. Yazarken başıma gelenleri söyleyeyim. Karısı arkasından tutan, gömleğinden çeken kişi, gitmeyen kişi… Sonrasında ben de değişmek istiyorum, benim de başıma bir şeyler gelsin diyen bir Halit karakteriyle karşı karşıya geliyoruz. Eğer değişirsem başım derde girer diyen ve şu anda gerçekten başının dertte olduğunu anladığımız Mahmut Timuçin karakteriyle karşı karşıya geliyoruz. Aslına bakarsan ben yazarken karakterlerin detaylarını çok düşünmüyorum, şöyle karakter olsun, böyle olsun demiyorum. Sadece eğer başın derde girerse bu adamla karşılaşırsın, sana destek olan karakter budur, bu da aslında gelmek istiyor, hadi sen de gel… vs. Yazarken zihninin içerisindeki bu karakterler bir serüven yaşamak gibi. Karakterlerin kişilikleriyle çok ilgilenmiyorum aslında, psikolojileriyle ilgileniyorum. 

Netflix dizilerinin sonu genelde bir sonraki bölüme hızlıca geçilsin diye tasarlanır. Andropoz’da ise bir iki yerde zamanla oynuyorsunuz ve doğrusal anlatıyı bozuyorsunuz. Bir bölüm çok ağır bir yerde bitiyor mesela, Halit’in ağır şiddet uyguladığı Fadime’nin ölüp ölmediğini merak ettiğimiz anda. Orada mizahi ton da azalıyor zaten. Daha sonraki bölümün sonuna kadar bir daha Fadime’yi görmüyoruz, gördüğümüzde de tamamen iyileşmiş oluyor. Burada o şiddeti göstermek istemediğiniz için mi bir zaman atlaması kullandınız? Fadime’nin hikâyesi niye orada kesintiye uğruyor ve geri planda kalıyor dizi boyunca? 

D.T: Oralar biraz kronolojiyle de oynadığımız yerler. Fadime eşinden şiddet görüyor. Bunun üzerine adam ortadan kayboluyor ve bir süre sonra Fadime’yi yaraları iyileşmiş, Halit’i terk etmiş olarak görüyoruz. Sadece Fadime’nin hikâyesinde değil, birkaç yerde daha klasik anlatım tekniklerinden kaçınmaya çalıştık. Seyircinin o kronolojiyi kafasında tamamlamasını seviyoruz. Sonuçta Fadime’yi görüyoruz, ne durumda olduğunu da görüyoruz. Fadime’nin hikâyesi de güzel bir şekilde bitiyor, tamamen Halit’i kafasında bitirip yamaç paraşütüyle simgelenen özgürlüğüne kavuşuyor. Aralarda bazı şeyleri göstermedik. 

Y.T: Aslında haklısın. İki sebebi var, bir tanesi şu: O süreci göstermek, kendin de söyledin, bir tür janr tutturma amacımız var. Daha melodramatik bir dünyaya girmeyi pek tercih etmedik. Olayı anlatmak ve duygusal sonuçlarını dizinin türü içerisinde eritmeye çalıştık. O yüzden de çok gerekli görmedik. Ama bu bizim de biraz karar verirken üzerinde durduğumuz bir konuydu. Haklısın, biraz bilinçli yaptık onu. 

Benzer bir kara mizah Vavien’de de var. Şu anda izleyici de çok değişti. Vavien’i tekrar izlesek mesela şu an, “karısını öldürmek isteyen bir adamın hikâyesi”ni kara mizahın içinden değerlendirmek izleyicinin bir kısmı için çok zor olabilir. Andropoz’daki bu tip sınır anlarında ben de merak ettim izleyicinin nasıl tepki vereceğini, özellikle Netflix izleyicisi. Örneğin Azizler de izleyiciyi ikiye bölmüştü mesela. Andropoz için nasıl tepkiler bekliyorsunuz? 

E.G: Ben yeni seyircinin çok hızlı kararlar verdiğini, çabuk anladığını çünkü çok tecrübeli olduğunu düşünüyorum. Eskiden birebir anlatımı daha çok seviyorduk. Hikâyede arka arkaya olanları görmeyi ve daha sakin bir anlatımı seviyorduk. Burada bir hikâye akarken belki yarım saat önce aşağıda bir cinayet oldu. Bunu dizinin içerisinde görüyoruz mesela. Bu kurgu çok ilgimi çekiyordu. Şu an burada çay içerken belki aşağıda bir kavga dönüyor. Eğer biz de bir filmin karakterleriysek bunu görmek çok merak ettiğim bir konu oldu, nasıl olacak bu anlatım biçimi diyerek. Şu anda seyirciye “Bu adam kötüdür, az sonra şöyle şeyler yapacak” demeye gerek yok. Seyirci kendi tamamlamasını kendisi yapıyor artık. Onun için araların dolu olmasına gerek yok, ortalar boş da kalabilir. Biz Andropoz’da bunu bol bol yaptık, anlatmak için çok çaba göstermedik, boşlukları seyircinin kendisinin doldurmasını istedik. Ben izlerken hoşuma gitti bu. Dijital seyirci dediğiniz biraz daha tecrübeli bir seyirci. 

D.T: Profesyonel seyirci. 

E.G: Evet profesyonel seyirci, karşılaştırmayı bilen seyirci diyeyim. 

D.T: Ama Aslı’nın sorusu biraz zamanın ruhuyla ilgili. Biliyorsunuz bir tabu çağına girdik, birtakım tabular var. Birtakım konulardan bahsedilecekse illa belirli bir tarzda yapılması gerekiyor bunun. Bunun dışında en ufak bir yaklaşım çok hızlı bir şekilde lanetleniyor. Bu dönemde doğup büyümeyen insanlar olarak bizim için yeni şeyler bunlar. Fakat şunu bilemiyorum, Vavien’le ilgili sorun… Vavien, karısını öldürmeye teşebbüs eden ve öldürdüğünü sanan bir adamın hikâyesi ve kadın da bunu affediyor. Sorunlu bir hikâye… Ama sanat da tam da buralarda değil mi bir yandan? Ötekisi gazetecilik. Bu artiküle edilemeyen yerler ilginç bence. Vavien’le Andropoz belki o kadar çok benzemiyor birbirine ama aileye yaklaşımları benziyor biraz, benzemediği çok yer de var. Vavien’i on iki yıl önce yaptık, o hassasiyetlerin hiçbiri yoktu ortada. Biraz şimdi Andropoz’u o hassasiyetleri hissederek yaptık Yağmur’la. Hatta bazı yerlerde kendimize sansür uyguladığımız yerler de oldu. Ama bunun çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Engin demin güzel bir şey söyledi, çok hızlı karar veriliyor ve bu sanat için çok kötü bir şey. Dizinin birinci bölümü yayınlanıyor ve hemen yargılanıyor. O yüzden bir yandan merak ediyorum, bir yandan da tartışılması kötü bir şey değil. Sonuçta bu şiddet olayı ve maskülenlik meselesi Türkiye’de çok yakıcı bir problem. Ama Andropoz bir komedi dizisi ve meseleye mizahla bakıyor. 

Y. T: Ben bizim dizide zamanın ruhuna aykırı bir şey olduğunu düşünmüyorum. 

D.T: O çok belli olmuyor ya Yağmur… Elimizden geldiği kadar. 

Y.T: Tabii ki bunlar bizim dışımızda olan şeyler ama ben her zaman burada anlatılan şeyi savunabilirim. Bu konulardaki hassasiyetleri göz önünde bulundurmakla birlikte bu konuların kişilere yönelik bir sansür aracına dönüşmesinden de çekiniyoruz açıkçası. Meseleleri nasıl anlatmamız gerektiği toplumdan topluma ve kültürden kültüre çok değişkenlik gösteriyor günümüzde. Ancak genel olarak bizim yaptığımız meslekte -sanat diyeceğim genel olarak- yeri pek olmayan bir şey, isteyen istediği şeyi istediği şekilde anlatabilmeli. Özgürlükten daha önemli bir mesele olduğunu düşünmüyorum ben. Otosansür de oluyor çünkü bir yerden sonra. Bazen bazı kelimeleri söylettiremiyorsun karakterlere, aslında diyorsun bu adam bunu söyler, ama burada söylemesin.. Niye söylemesin? Yanlış anlaşılabilir… Biz mümkün olduğunca serbest hareket etmek istedik. Ben şuna da inanıyorum, eğer zamanın hassasiyetlerini iyi bir şekilde anlamışsanız ve yaptığınız iş hikâyesini iyi anlatan bir işse, zaten bu problemlerin hepsini bir şekilde aşıyor. Burada tabii ki kişilerden değil işten bahsediyoruz, biz hiçbirimiz andropoz değiliz, biz Andropoz’u yapanlarız. Dolayısıyla buna bir hikâye olarak bakmak lazım. Biz bu işi yaparken bu hassasiyetlerden etkilendik Durul’un da belirttiği gibi. Bu dönemde zaten etkilenmemeye imkan yok, kim derse ki etkilenmiyorum, yalan söylüyordur. 

Özgürlük demişken şunu da sorayım, hem televizyonda hem de dijitalde çalıştınız. Netflix ve televizyon arasında sağladıkları yaratıcı alan anlamında nasıl bir fark var? 

Y.T: Hemen cevap vereyim. Netflix açısından gerçekten çok rahatız, Durul da ben de gönül rahatlığıyla konuşabiliriz. Oldukça özgürdük yaratıcı anlamda. Netflix’le çalışmak bizim için çok güzeldi, çok uyumlu bir şekilde çalıştık. Bence çok uyumlu bir çalışma yöntemleri var. Eski dizi yapma yöntemleriyle tabii ki kıyaslanamayacak bir fark var burada: Her şeyin kontrol altında olması, çıkacak sorunlara bulunan kolektif çözümler, yapılan işbirliği… O anlamda çok güzel bir çalışma oldu bizim açımızdan. Biz dijital platformlarla çalışmayı seviyoruz ve tercih ediyoruz. Daha çok istediğimiz hikâyeleri de anlatabiliyoruz. Bu diziyi normalde bir kanalda 2,5 saatlik bir dizi olarak yayınlayamazsınız. 

E.G: Senaryo anlamında da herhangi bir müdahale olmadı, şu karakter şöyle olsun vs. diye. Mevcut olan hikâyeyi sadece desteklediler. Hiçbir yönlendirmede bulunmadılar, tamamen bana bıraktılar. Çalışan herkes sadece projesine odaklandı, yeteneklerine odaklandı, yapmak istediklerini yapmaya çalıştılar. Netflix’in böyle güzel bir durumu var, herkes çalışsın, gerisini biz çözeriz. Bu da çok zevkli çalışma anlamında. 

Netflix demişken, platformu genelde gençlik dizileri ve gençlere yönelik içerikleriyle biliyoruz. Bu anlamda Andropoz bir tür ‘yaşlılık’ anlatısı olarak farklı bir yerde duruyor. Hatta dizideki gençler yetişkin gibi, yetişkinler çocuk gibi… 

Y.T: Bunun bu şekilde anlaşılması çok güzel. 

D.T: Gen Z gerçekten biraz ne derler, “büyümüş de küçülmüş” gibi… Şu an hepsini kötü bir gelecek bekliyor gibi bir durum var ya. Belki de o nedenle çok acele ediyorlar her şey için, çok hızlı büyümüş bir kuşak. Çok ilginç bir kuşak olacaklar, çok merak ediyorum neler yapacaklarını. Dizideki karakterlerin, Akya’yla Velihan’ın nasıl tipler olacaklarını çok merak ediyorum. Netflix’in kitlesi genç gerçekten de, dünyada da öyle.  

Andropoz

Bir yandan da Akya’yla Velihan’ın yaptıkları başlarına bela açacakmış gibi dururken aslında en sonda dünya için iyi şeyler yaptıklarını fark ediyoruz. 

D.T: Evet… Umudu kesmemek lazım. Ben aslında boş umudu yanlış bulurum, ama şu an insanlığın ihtiyacı var. 

Y.T: Senin söylediğin yetişkinlerle çocukların yer değiştirmesi ve yetişkinlerin çocuklaşması meselesi önemli aslında Türkiye için. Bugün bir psikologun söylediklerine denk geldim. İnsanlar başkaları için yaşadıklarını hissediyorlarsa yaşlandıkça bencil ve aksi ihtiyarlar oluyorlar. Türkiye’de biliyorsun böyle bir problem var. Sokak röportajlarında da görüyoruz, bir tür yaşlanma problemi var sanki. Şu anki yaşadığımız kuşaklar arası çatışmada bunu görüyorsunuz. Hikâyede anlatmaya çalıştığımız da bu. Mesela sokak röportajlarında çocuk ne kadar şahane konuşuyor, adama dönüyorsun, normalde ne beklersin, 60 yaşındaki bir adamın doğru düzgün bir laf etmesini beklersin, ama saçma sapan konuşuyor. Bu mesele artık çok görünür hâle geldi. Türkiye’de olan bu durumun bizim hikâyede de bir şekilde ortaya çıkmış olması bir anlamıyla sevindirici. İki kuşak arasındaki tuhaf ilişki. 

E.G: Düşünsene bu kuşak bir ülkenin geleceği. Hepimiz öleceğiz, bütün varımızı yoğumuzu bu kuşağa vereceğiz ve onlar devam edecek. Bu kuşağa, çocuklara ve kendi geleceğine güvenmeyen bir ülke düşünün. Azarlamak demek kendi geleceğini azarlamak demek. Her anlamda geleceğinle ilgili bir problemin var demek. Dünya pandemi gibi çok büyük bir tokat yedi. İki üç senedir bu tokatın etkisiyle kendisine gelemiyor insanlık. Burada ciddi bir uyarı da aldı. Eğer kendi ayağını denk almazsa başına çok iş gelir uyarısı aldı, ondan dolayı her şeyden, gelecekten de korkuyor. Bence bu çocuklar iyiler, ben seviyorum bu çocukları. En büyük problemleri matematik biliyorlar… Ne zaman öleceklerini biliyorlar. Biz bilemezdik, onlarsa ne zaman öleceklerini ve emekli olacaklarını biliyorlar o nedenle mutsuz gözüküyorlar biraz. Ama sonuçta ülkenin geleceği de bu çocuklar, ben onlara çok güveniyorum, çok da seviyorum. Kendi geleceğimi sevdiğim kadar seviyorum onları, gelecek önemli bir konu. 


Andropoz, Netflix Türkiye’de yayında.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.