Şu An Okunan
Nisan Dağ ve Emre Şahin ile Pera Palas’ta Gece Yarısı Üzerine Söyleşi: ‘Detayların Gücü’

Nisan Dağ ve Emre Şahin ile Pera Palas’ta Gece Yarısı Üzerine Söyleşi: ‘Detayların Gücü’

Pera Palas’ta Gece Yarısı, Emre Şahin, Nisan Dağ

Netflix Türkiye’nin yeni özel yerli yapımı Pera Palas’ta Gece Yarısı dijital platformda yayında. Dizinin yönetmenleri Nisan Dağ ve Emre Şahin’le dönem hissiyatı yaratmanın zorluklarını, dizinin anlatı yapısını ve İstanbul’a bakmayı konuştuk. 

Söyleşi: Ekrem Buğra Büte, Eray Yıldız

Pera Palas’ta Gece Yarısı, tarihî otel Pera Palas’ın kadim ve gizemli yönünü keşfeden bir gazetecinin zamanda yolculukla bozulan tarihin akışını düzeltme çabasını takip ediyor. Sekiz bölümlük dizide fantastik unsurları polisiye, gerilim ve dönem anlatısı öğeleriyle birleştiren bir anlatı yapısı kuruluyor. Hazal Kaya’nın canlandırdığı başkarakter Esra, işgal dönemi İstanbul’una yaptığı bir yolculukla bir suikast girişimine engel olmaya çalışıyor. Tarihin hep çok merak edilmiş, bolca belirsizlik ve heyecanla dolu bir dönemini yeniden yaratıyor Pera Palas’ta Gece Yarısı. Bu tarafıyla dijital platformların yerli özel yapımlarda dönem anlatılarına odaklanan dikkatine de yeni bir katkı eklemiş oluyor. Dizi Hazal Kaya’nın yanı sıra Tansu Biçer, Selahattin Paşalı ve Engin Hepileri gibi oyuncuların performanslarıyla, özenli sanat yönetimiyle ve merak unsurunu diri tutmayı başaran çok yönlü hikâye yapısıyla da dikkat çekiyor. Dizinin Elif Usman imzalı senaryosu ise Charles King’in aynı adlı kitabından yola çıkılarak yazılmış.

Pera Palas’ta Gece Yarısı’nın yaratıcılığını Emre Şahin üstleniyor, aynı zamanda Nisan Dağ ile birlikte yönetmenlik koltuğunda oturuyor. Dizinin Netflix Türkiye’de gösterime girmesi vesilesiyle Nisan Dağ ve Emre Şahin’le Pera Palas’ta buluştuk ve kullanılan polisiye unsurlarından tarihsel arka plana, İstanbul’un hikâyesini anlatmaktan set deneyimlerine uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Klasik bir yerden başlayalım isterseniz. Nasıl başladı proje, siz nasıl dâhil oldunuz?

Emre Şahin: ‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’ kitabı ilk çıktığında ben tarih seven birisi olarak okumuştum ve çok hoşuma gitmişti. Kitap Türkiye tarihinde önemli bir döneme odaklanıyor ama bunu akademik bir yerden ziyade döneme şahit olmuş bir otel ve oraya giren çıkan insanlar üzerinden anlatıyor. Benim de bu yüzden hoşuma gitmişti ve kitabın haklarını satın almıştık. Sonrasında hikâye bir süre elimizde kaldı. Güzel bir malzeme var ama nasıl bir şey yapabiliriz diye bir süre düşündük. Biraz kitaptan uzaklaşıp acaba şöyle mi olsa derken her şey değişti ama otel değişmedi. Acaba bir şekilde otele giren ana karakterimiz kendisini başka bir dönemde bulsa ve oradan sonra çılgın bir macera başlasa nasıl olur diye bir fikir gelmişti aklımıza. Sonra biz Elif Usman’la bir araya gelip şöyle bir fikrimiz var, ne dersin diye konuşmaya başladık ve oradan gelişti olay. Sonrasında da genel fikri geliştirip Netflix’e sunduk ve onay geldikten sonra prodüksiyon başladı.

Dizinin dünyası hem tarihsel hem de öykü tarzı bakımından oldukça farklı noktalara açılıyor. Bir yandan polisiye bir anlatı var, bir yandan zaman yolculuğu hikâyesi var… Dünyayı tasarlarken sizin aklınızda neler vardı? Referans noktalarınız, başvurduğunuz kaynaklar nelerdi? 

E. Ş.: Dünyayı kurarken hep şöyle düşündük: Geniş bir yelpaze olsun. Sadece bir drama ya da romantik bir şey olmasın. İçinde bir sürü şey barındırsın. Ve İstanbul’un o hissini mutlaka barındırsın. Ama biz bazı kalıplaşmış şeyler üzerinden gitmek yerine sıfırdan sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi o dönemi araştıralım dedik. Ve bayağı uzun bir araştırma süreci oldu. Evet kitabın içinde güzel şeyler var ama ona ek olarak biz kendimiz büyük bir ekiple birlikte dönemi araştırdık. Bu araştırmalarda çok güzel, minik detaylar bulduk ve bunları bir şekilde hikâyenin içine sokmaya çalıştık. Ama sadece bir dönem işi değil de daha modern bir dokunuşu da olsun istedik dizinin. Katman katman, kendi üslubu ve kendi görseli olan, bol renkli bir dünya kurmak istedik. İlk yola çıkarkenki düşüncelerimiz bunlardı. İstanbul’un o dönemki renkliliğine o günleri yaşayan birisinin hissedebileceği bir gözle bakmaya çalıştık. O günlerde işgal altındaki İstanbul’da büyük bir belirsizlik vardı. Ama aynı zamanda büyük bir heyecan da vardı. Mesela Pera başka bir gerçekte yaşarken Haliç başka bir gerçekte yaşıyordu. Biraz bunu yakalamaya çalıştık. İstanbul’u zaten ilginç yapan şeyler de bu çok seslilik, çok ulusluluk – o dönemde özellikle geçerli bu. Aynı zamanda bir sürü şeyin de değişmek üzere olduğu bir dönem. Hem imparatorluk gitmiş hem çok fazla sayıda dil konuşuluyor. Bir sürü şeyin olduğu çılgın bir yer. Fakat hemen arkasından yeni bir şeyler gelmek üzere. Yani biraz oradaki o elektriği yakalamaya çalıştık dizinin dünyasını kurarken. 

Hazırlık sürecinde ‘Pera Palas’ta Gece Yarısı’ kitabına ek olarak okuduğunuz, diziye eşlikçi olarak önerebileceğiniz başka kitaplar da var mı?

E. Ş.: Çok şey var ama biraz daha geç bir dönemi anlatmasına rağmen Fikret Adil’in ‘Gardenbar Geceleri’ni önerebilirim. Minik bir kitap ama çok güzel. Mesela o dönemki şiirleri okuyunca gece hayatının çılgınlığı açıkça görülüyor. Garden Bar’ı ikinci mekân yapma fikrimiz biraz da buradan gelişti. O dönem çok önemli bir yermiş gerçekten. İnsanların gündüz kibar kibar takılmaları fakat gece olunca herkesin oraya gitmesi fikriyle de enteresandı. Öyle bir yerin varlığı bile bana çok ilginç geldi. Buranın varlığını çok az kişi biliyor mesela. 

Nisan Dağ: Bugünün Beyoğlu’na göre bile çok daha renkli bir dünya var. Drag Queenlerin sahne aldığı bir yer…

Pera Palas’ta Gece Yarısı

Biraz da prodüksiyon sürecinden bahsedecek olursak; çekimler ne kadar sürdü? Pandemi etkisini yaşadınız mı? 

N. D.: Dört buçuk ay kadar sürdü. Bir ara pandemi yüzünden durmak zorunda kaldık. Bir yandan da pandemi sürecinde yönetmenlik yapmak da zor. Duygusal bir iletişim kurmaya çalışıyorsun oyuncuyla ama ağzın kapalı. Beden dilinin en büyük bölümünü oluşturan mimikleri kullanamıyorsun. Benim için en büyük zorluğu oydu. 

E. Ş.: Çılgın bir süreçti bu yönden herkes için. Biz çekimlere başladığımızda otel kapalıydı. Bu yönden biraz işimize de geldi. Oteli aslında günümüzde geçen sahneler ve balo sahnelerinde kullandık. Onun dışında bütün otelin hepsini neredeyse baştan kendi versiyonumuzla kurduk. İç ve dış plato olarak iki alandan oluşuyordu. Başta verdiğimiz net kararlardan birisi buydu. 1919’daki sokakları sadece kendi kontrolümüzde olan bir yere kurduk.

Dönemin ruhunu yakalamak için özel bir çaba sarf ettiğiniz fark ediliyor. O dönemin Pera hissiyatını yaratmak için başka nelere özen gösterdiniz?

E. Ş.: Açıkçası biraz bilerek, içini karıştırarak ortaya çıktı. Bazı şeylerde tabii ki dijital imkânlara başvuruldu ama biz mümkün olduğu kadar gerçek yapmaya çalıştık. O yüzden belki de gerek olmadığı kadar sokak ve dükkân kurduk. Onların hepsi yaşıyor olsun istedik. Bir diğer baktığımız faktör ise o dönemin kiri ve dokusunu yakalamaktı. Hiçbir şey tertemiz olmamalıydı.

N. D.: Bir de şunu eklemek gerek: Emre’nin hem yönetmen hem yapımcı kimliğiyle sınır tanımayan ve idealist bir yapısı olması sayesinde belli çıtalara gelinilebildi diye düşünüyorum. Mesela “kurtarır”, “idare eder” asla bizim kullanmadığımız kelimelerdi. Bu ekip olarak herkesin ortaklaştığı bir şeydi aynı zamanda.

Pera Palas’ta Gece Yarısı
Yönetmen Emre Şahin, Halit karakterini canlandıran Selahattin Paşalı ile Pera Palas’ta Gece Yarısı setinde.

Nisan, beşinci ve altıncı bölümlerin yönetmen koltuğunda sen oturuyorsun. Yine senin yönetmenliğini yaptığın Bir Nefes Daha’yı da çok yakın bir zamanda izlemiştik. Orada da şehrin farklı noktaları üzerinden İstanbul’a bakmanın kendisi üzerine bir bağlam vardı aslında. Burada da zaman ve dönemler arası anlatı açısından benzer bir şey söz konusu. Senin açından nasıldı yakın zamanlarda bu iki yapımın yönetmenliğini üstlenmek?

N. D.: Benim için şöyle işliyor: Bir hikâye kalbimi çarptırıyorsa çok heyecanlanıyorum ve o heyecanla bir hikâye anlatmak için kolları sıvıyorum. İçerik ve yapı modeline bağlı olarak birisi bağımsız birisi anaakım olarak adlandırılabilir ama benim için hiçbir farkı yok. Bir Nefes Daha’da nasıl kalbim çarpıyorsa bunda da aynı şekilde oldu. Zaten her projeyi sırf ticari amaçla yapabilecek bir çizgim yok, o kalp çarpıntısı benim için olmazsa olmaz bir şey. O anlamda duygusal bir fark yoktu. Ama tabii ki bir bağımsız filme göre çok daha büyük imkânlarla, farklı teknolojileri kullanabilmek, kendimi geliştirebilmek adına epey iyi bir deneyimdi. Bir tarafta daha çok imkân varken bir tarafta bağımsız filmler kısıtlamalar nedeniyle seni yaratıcılığa da itebiliyor. Burada şöyle bir şey de var tabii ki, sonuçta Emre bu projenin yaratıcısı ve bir vizyonu var. Hepimiz bu hikâyeye heyecanlanıyoruz ve ben yönetmen olarak öne çıkmaktan çok nasıl görünmez bir şekilde bu projenin bir parçası olabilirim diye baktım hep. Zaten bu üretim süreci yaşayan ve nefes alan bir şey. Bu yüzden sıkı bir şekilde Emre’nin çektiklerini izleyip her şeyi takip ettim ve mümkün olduğunca sete geldim. Çünkü bir kafandaki ideal var bir de sete geldiğin zaman gerçekleşen hâli var işin. Ortaya çıkan genel çerçeveyi de mümkün olduğunca iyi kavramaya çalıştım ki beşinci ve altıncı bölüme geldiğimizde sert bir geçiş olmasın. Beraber çalışma sürecimiz bu şekildeydi. Emre de iyi bir iş çıkmasına odaklı birisi olduğu için gayet keyifliydi benim açımdan. 

E. Ş.: Çok iyi bir ekiptik, herkes bir şey kattı. Dediğin gibi biraz, süreç yaşayan bir şey sonuçta ve elden ele gitmesi gerekiyor bir noktada. Herkesin aynı tarafa bakıyor olması lazım ki bir kopukluk olmasın. O yüzden bir kontrol mekanizmasını işletmek yerine vizyon ve heyecan beraber paylaşılmalı ki oyuncusundan sanat yönetmenine herkes bir şeyler katabilsin. O zaman bütünleşiyor bence her şey.

Önceki işlerden bahsetmişken şunu da sormak isteriz: Emre, senin yönetmenliğini üstlendiğin Rise of Empires: Ottomans’da belgesel içinde kurmaca fikri vardı, burada aslında tam tersi var. Kurmaca bir anlatı var ama gerçeklikle bağı güçlü bir hikâye bu. Gerçeklikle kurmaca arasındaki ilişkiyi bu sefer böyle kurmak nasıldı senin için?

E. Ş.: Güzeldi. Ben tarih de sevdiğim için benim fikirlerim oralara kolay gidiyor. Bir de ezbere öğretilen şeyleri değil de insani bir yerden bakmayı seviyorum hikâyeye. Beni en çok heyecanlandıran kısımlar duvardaki poster gibi minik detaylardı. Biraz böyle bir yerden gitmeye ve mümkün olduğu kadar detaylı tasvirler vermeye çalıştım. Belki projenin ilk cümlesini duyunca çok fantastik bir beklenti yaratabilir ama aslında ayakları yere basan ve son derece gerçekçi bir şekilde kurmaya çalıştım dizinin dünyasını. 

Pera Palas’ta Gece Yarısı

Bir yandan polisiye ve zaman yolculuğunu bir araya getirmek de riskli bir tercih aslında. Polisiye anlatıyı takip ederken zamanda yolculuk gibi mantığı zorlayan bir tema kullanmak çok kafa karıştırıcı olabilir seyirci açısından. Bu açıdan sizin için senaryoyu yorumlamak nasıldı?

E. Ş.: İşin zaten en zor tarafı oydu bence. Gerçekten dediğin gibi içinde çok fazla unsur barındıran, birçok şey vaat eden ve bunları tatmin edici bir noktaya getiren bir hikâye yaratmak çok zordu. Elif Usman bu noktada özellikle büyük rol oynadı. Hem ayakları yere basan hem de fantastik bir hikâyeye inanmak gerekiyor doğru tonu bulabilmek adına. Aşağı yukarı bir sene süren bir sürece yayıldı bu tonu bulmak bizim için. İnce ince bir sürü şeyin bir araya gelmesini gerektirdi beraberinde ve bu bir araya gelişler tesadüfi değildi. Bu yüzden de ikinci izlemede fark edilebilecek birçok küçük detayı barındırıyor hikâye. Ortaya çıkmıyor gibi görebileceğimiz şeylerin cevapları hikâyenin en başına gizlenmiş olabiliyor. 

N. D.: Ben ilk defa bir dizi formunda çalıştığım için sekiz bölüm boyunca karakterlerin geniş ve dallı budaklı duygusal yolculuğunu gözetmeye çalışmak büyük bir çılgınlıktı. Bu açıdan hikâyeyi yazma sürecini hayal etmek bile zor. Sonuçta başından sonuna aklınızda olması gerekiyor hikâyenin. Ve bu dört aylık bir süreç, birdenbire ikinci bölümden sekizinci bölüme atlanabiliyor. Herhâlde en karmaşık tarafı buydu ama güzel bir beyin jimnastiği oldu diyebiliriz. 

Agatha Christie de oldukça önemli bir tema dizi için… 

E. Ş.: Öncelikle senaristimiz Elif Usman çok büyük bir Agatha Christie hayranı. Benden çok daha iyi biliyordur Agatha Christie edebiyatını. Aslında bunu Agatha Christie’ye ufak bir şapka çıkarmak adına yaptık. Bu sezonun hikâyesi o yüzden bilinçli bir şekilde polisiyenin etrafında dolaşıyor. Tabii diğer sezonlarda böyle olacak diye bir şey yok ama bu sezon öyle şekil aldı. Diğer yandan otelin tarihinin önemli bir kısmını oluşturuyor. Seneler boyu gitmiş gelmiş, aşklar yaşamış. Bizim hikâyede tabii daha yazar olmadan önceki hâlini görüyoruz aslında. Öyle de ufak tatlı bir şey var. O yüzden ona değmek ve bu havayı yaratmak bizim baştan beri düşündüğümüz bir şeydi. Önemliydi bizim açımızdan, öyle diyeyim. 

Pera Palas’ta Gece Yarısı

Devam sezonları olacak mı, belli mi?

E. Ş.: O bizim kafamızda var şu an sadece, kesin bir şey yok. Ama anlatacak çok şey var daha tabii.

Kapatırken, çekerken en çok keyif aldığınız sahneyi soralım mı? Böyle bir tarihsel anlatı kurarken mutlaka etkilendiğiniz anlar olmuştur. 

E. Ş.: Benim adıma çok sahne var ama ilk çektiğimiz balo sahnesi herhalde en keyif aldığımdı. Çünkü ekip olarak ilk defa burada özel bir şey var hissini o sahnede aldık. 

N. D.: Benim için de farklı boyutlarda farklı heyecanlar var. Çatı sahnesi benim duygusal olarak çok yükseldiğim bir sahneydi mesela. Boks maçı sahnesi inanılmaz bir keyif ve heyecandı. Birden kendimi boks maçı seyrederken buldum. Hikâye anlatmanın güzellikleri… Bir de Pera sokaklarının eski zamanlardaki hâline şahit olduğum sahnelerde zamanda yolculuk yapmış hissine kapılmıştım. Benim için çok keyifliydi. 


Pera Palas’ta Gece Yarısı, Netflix Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.