Şu An Okunan
Ramon ve Silvan Zürcher ile Örümcek ve Kız Üzerine Söyleşi: ‘Yaşamın Melankolisi’

Ramon ve Silvan Zürcher ile Örümcek ve Kız Üzerine Söyleşi: ‘Yaşamın Melankolisi’

Geçen yıl Berlinale’den ödüllerle dönen Örümcek ve Kız’ın yönetmenleri Ramon ve Silvan Zürcher birlikte çalışma deneyimini, filmin dünyasını tasarlama sürecini ve görsel-işitsel tercihlerinin arkasındaki gerekçeleri anlatıyor.

Söyleşi: Öykü Sofuoğlu

2013 yılında ilk uzun metrajı Tuhaf Kedicik’le (Das Merkwürdige Kätzchen) başarılı bir çıkış yapan Ramon Zürcher, ikinci filminde yönetmenliği ve senaristliği ikiz kardeşi Silvan Zürcher’le paylaşıyor. Geçtiğimiz yıl Berlin Film Festivali’nin Karşılaşmalar (Encounters) bölümünde En İyi Yönetmen ve FIPRESCI ödüllerine layık görülen Örümcek ve Kız (Das Mädchen und die Spinne, 2021) bu hafta Türkiye’de de vizyonda. Sohbet etme fırsatı bulduğumuz Ramon ve Silvan Zürcher sinema anlayışlarına dair sorularımızı yanıtlarken bizi özgün görsel dili ve biçimci estetiğiyle dikkat çeken filmin yaratım sürecine dair keyifli bir yolculuğa çıkardı.

Tuhaf Kedicik’te insanlar, hayvanlar ve nesnelerin dar ve kapalı mekânlardaki etkileşimlerine odaklanan kendine özgü bir sinema anlayışı vardı. Örümcek ve Kız’da çok daha yetkin bir şekilde kullandığınız bu biçimsel ve estetik niteliklerin nasıl ortaya çıktığını ve hangi kaynaklardan beslendiğini açıklayabilir misiniz?

Ramon Zürcher: Bern’de güzel sanatlar eğitimi aldığım esnada yaptığım videolarda ses kullanmıyordum ve sabit kamerayla çalışıyordum. Dolayısıyla performanslarım hep minimalist, sınırlı ve statik niteliklere sahipti. Bir sahneyi tasvir etmek ve kurgu esnasında sade bir forma erişmek benim için daima çok önemliydi. Bu yaklaşımım Berlin’deki eğitimim sırasında daha da netleşti. Çünkü analog filmle çalışıyorduk ve 10 dakikalık üçer bobinden bir kısa film çekmek için elimizdeki imkânları ekonomik kullanmamız gerekiyordu. Sadeliğe dayalı bu yaklaşımın filmlerimin estetiğini ve biçimlerini şekillendirdiğini söyleyebilirim. İşin pratik boyutunun yanında bir de felsefi ve sanatsal boyutu var tabii ki. Ben, filmlerimde kamerayı bir karakter ya da bir figüran olarak düşünmeyi seviyorum. Bir anlamda hareketsizliğe ulaşmaya çalışıyorum. Deleuze’e göre hareket-imge ve zaman-imge vardır. Ve bana hep Antonioni’nin, Bresson’un ve Bergman’ın modern estetiğinin temelindeki zaman-imge daha ilginç gelmiştir. Bu yüzden olay örgüsüne dayanan anlatılardan çok insana özgü ruh durumlarını aktaran yalın dramalara yakın hissediyorum kendimi.

Tuhaf Kedicik’ten farklı olarak Örümcek ve Kız’da hem senaristliği hem de yönetmenliği paylaşıyorsunuz. Filmi yazarken ve çekerken nasıl hareket ettiniz? Sanatsal işbirliğini nasıl gerçekleştirdiniz?

Silvan Zürcher: Aslında Tuhaf Kedicik filminde de beraber çalışmıştık ama o zaman film özelinde rollerimiz çok netti. Ramon senaryoyu yazıp filmi yönetiyordu. Ne zaman ki Örümcek ve Kız üzerinde çalışmaya başladık, bu roller değişmeye başladı. Örümcek ve Kız’ın senaryosunun ilk taslağını ben yazmaya başlamıştım. Ramon ise daha sonra katıldı. Filmin yaratım sürecindeki işbirliğimiz ve aramızdaki diyalog şu şekildeydi: Ramon aktörlerle çalışıp mizansenler inşa ederken ben daha çok kostüm, makyaj ve sahne tasarımıyla ilgileniyordum.

Ramon Zürcher: Silvan, Tuhaf Kedicik’in çekimleri sırasında her zaman sette bulunmasa bile aramızda hep bir etkileşim vardı. Dolayısıyla iki film arasında pek bir fark olduğunu düşünmüyorum. İkimiz de devamlı diyalog hâlindeydik ve sanatsal konularda tartışıp beraber karar alıyorduk. Aradaki tek var Örümcek ve Kız’ın çekimlerinde Silvan’ın devamlı sette olması ve o esnada önerilerde bulunabilmesiydi.

İki film de tek bir karakter etrafında şekillenmek yerine, çoklu karakter anlatılarını takip ediyor. Tuhaf Kedicik’te gördüğümüz aile ortamı bu anlatı biçimini kendiliğinden mümkün kılarken Örümcek ve Kız’daki karakterler tesadüfler sonucu bir araya geliyor sanki. Ve aralarındaki mesafeyi, yalnızlıklarını ve filmdeki melankoliyi hissetmemek imkânsız. Karakterlerinizin etkileşimlerini nasıl kurguladınız ve hangi duygunun daha baskın bir rol oynamasını tercih ettiniz?

Ramon Zürcher: Örümcek ve Kız’da olayları daha çok Mara’nın bakış açısından gördüğümüz için apartman dairesinde bir araya gelen topluluğun merkezinde bir anlamda onun bulunduğunu söyleyebilirim. Lisa’nın evden taşınmasıyla Mara’nın yalnız kalması melankoli duygusunu doğuruyor. Sanki bir ayrılık yaşadıklarını, dostluklarının ve sevgilerinin zarar gördüğünü hissediyoruz. Sahip oldukları güzelliklerin, inşa ettikleri cennetin sonsuza dek sürmeyeceğini fark etmenin yol açtığı bir hüzün duygusu söz konusu. Mara, Lisa’ya olan tutkusunu korumak, yalnızca ikisine ait olan bu adada sonsuza kadar yaşamak istiyor. Ama yaşam sabit duran bir ada değil, akıp giden bir nehir ve yaşamın melankolisi de buradan geliyor. Hareketlerin, değişimlerin, tesadüfi karşılaşmaların olduğu bir nehir bu. Dolayısıyla filmin baskın duygusunun üzüntü ve terk edilmenin sebep olduğu öfke olduğunu düşünüyorum. Ama filmde yalnızca melankolinin değil pasif agresif tepkilerin de yer almasını istedik. Mara, agresif tepkilerini bir silah gibi kullanıyor. Lisa’nın yeni mobilyalarına zarar veriyor, yalan söylüyor. Sadece yeni eve ve eşyalara değil, insan ilişkilerine de saldırıyor. Lisa’nın evden ayrılması onu yaraladığı için o da başkalarını yaralamaya başlıyor. Bunun dışında bir tür yakınlık isteğinden de bahsedebiliriz. Mara Lisa’ya, Jan Lisa’ya, Kerstin Markus’a, yaşlı kadın ise komşunun kedisine yakın olmak istiyor. Her karakter yakınındaki bir insana ya da hayvana bağlanarak boşluk duygusundan kaçmayı, daha doğrusu o boşluğu doldurmayı arzuluyor. Hattâ bir anlamda melankoli ve arzunun kardeş duygular olduğunu düşünebiliriz.

Film sınırlı bir mekânda geçse de karakterler anılarından, rüyalarından ve hayallerinden bahsettiğinde anlatıya farklı zaman-mekân inşaları ekleniyor. Ayrıca kadrajda gördüğümüz öğeler ile görmediğimiz hâlde sesini duyduklarımız arasında da bir tür iç-dış gerilimi var. Seyirci konumunda da bu iç-dış ilişkisinden bahsedebilir miyiz? Filmi izlerken bize yolumuzu kaybettiren, olay örgüsünü çok yakından takip ettiğimiz hâlde ne olup bittiğini anlamamıza engel olan bir yapı kurmak mı istediniz?

Silvan Zürcher: Aslında filmin hikâyesi çok basit ama bazen çok karmaşık bir hâle büründüğünü hissediyoruz. Çekimler sırasında ikimiz de kamerayı dünyaya yeni gelmiş ve insan ilişkilerini çok iyi bilmeyen bir uzaylı olarak hayal etmeye karar verdik. Mesela filmin ilk on dakikası boyunca bize neler olup bittiğini, kimin ana karakter olduğunu, hikâyenin nasıl şekilleneceğini gösteren bir anlatıcı yok. Kameranın gördüklerini ve duyduklarını naif bir uzaylı gibi gözlemlemesini istedik. Normalde natüralizmden uzak, biçimci bir sinema yapsak da bu durumun gerçekçiliği hoşumuza gitmişti. Çünkü gerçek hayatta da yeni bir ortama girdiğimizde insanları gözlemleriz, onlarla ilgili çıkarımlarda bulunuruz. Geniş planlar yerine mekânın tamamını göstermeyen yakın planlar tercih etmemizin sebebi de buydu. Bizim için film evreni bir yapboz gibiydi. Seyirci parçaları birleştirip bütün görüntüye ulaşmaya çalışacak ama bunu bir türlü başaramayacaktı.

Ramon Zürcher: İç-dış gerilimini şu şekilde de düşünebiliriz: Kameranın hem gözlemci konumunda hem de Mara’nın perspektifine yakın olması, öznel ve nesnel bakış açılarını buluşturuyor. Mesela çatıdaki kadının olduğu sahneler psikedelik, dışavurumcu bir hâl alıyor ve bu bölümde sanki Mara’nın iç dünyasına giriyoruz. Dolayısıyla öznel-nesnel bakış açıları da bu iç-dış gerilimini besliyor.

Filmde devamlı duyduğumuz ‘Voyage, voyage’ şarkısıda bu yapının bir parçası. Şarkının film evrenine ait, diyejetik bir ses mi yoksa dışardan eklenen bir müzik mi olduğunu bir türlü kestiremiyoruz.

Ramon Zürcher: Kesinlikle. Bu muğlaklık da Silvan’ın bahsettiği mekân inşasıyla bağlantılı. Olayların geçtiği alanın tamamını hiç göremediğimiz için yer yön duygumuzun bozulduğunu hissediyoruz. Mesela Lisa’nın yeni taşınacağı dairede piyano yok ama eski evlerinde temizlikçi kızdan kalmış, karakterlerin arada sırada çaldığı bir piyano var. Burada ses bir yandan diyejetik bir niteliğe sahip, bir yandan da öyle değil. Çünkü piyanonun ve ‘Voyage, voyage’ şarkısının bir anlamda bu oda hizmetçisi kızın sesi olmasını istedik. Filmin ilk bölümünde daha kızı ve piyanoyu tanımasak da ‘Voyage, voyage’ı bir leitmotif olarak duyuyoruz. Bizim için bu şarkı uzaklara gitmenin, başka bir yerde olmanın bir ifadesi gibiydi. İç-dış dünya, anlatı içi-anlatı dışı ses arasındaki akışkanlık karakterlerin ilişkilerine de yansıyor. Her bir karakterin kendine özgü belirgin bir kişiliği olsa da birbirlerinden parçalar taşıdıklarını görebiliyoruz.

Başta Deleuze ve zaman-imgeye değindiniz. Olaylar genelde kapalı alanlarda ve dış dünyadan soyutlanmış bir düzlemde geçse bile film, büyük ölçüde geçen zamanı betimleyen süreden (durée) besleniyor. Işık, rüzgâr gibi dış etkenlerin etkisiyle belirgin kılınan bu öznel zamanı nasıl inşa ettiniz?

Ramon Zürcher: Filmin tamamını stüdyoda çektiğimiz için ışığı biz tasarladık. Ama parlak güneş ışığından gün batımına doğru değişen tüm bu renkler ayrılık vaktinin giderek yaklaştığının, her şeyin geçici olduğunun bir göstergesine dönüştü. Bir anlamda bu Güneş’ten Ay’a doğru değişen ışığın yolculuğuydu.

Silvan Zürcher: Nesnelerin de bir yolculuğu vardı. Onları sanki bir müzedelermiş gibi konumlandırdık. Sigara izmaritinin, Lisa’nın yeni evinin çiziminin olduğu kâğıdın ya da plastik şarap bardağının da bu hikâye içinde yolculuğa çıktığını söyleyebiliriz.

Nesnelerden bahsetmişken, sinema anlayışınızda nesneleri bir anlamda film öznelerine dönüştürdüğünüz söylenebilir. Bir insan yüzünü çekmekle bir hayvanı ya da bir nesneyi kadrajlamak arasında farklar var şüphesiz. Filminizin farklı öznelerine nasıl yaklaştığınızı merak ediyorum.

Silvan Zürcher: Çekimler sırasında bazen sadece nesneleri çektiğimiz oluyordu; böyle günler bizim açımızdan harika geçiyordu. Nesneleri öne çıkardığımız, onları mizansende konumlandırdığımız bu çekim günleri, aktörlerle çalıştığımız günlere kıyasla bir meditasyon gibiydi. Ama senaryoyu daha en baştan itibaren nesneleri göz önünde bulundurarak yazdık; sanki onlar da birer karaktermiş gibi. Mesela kendimize “Şu an plastik bardak nerede? Hikâyenin başlangıcında nerede ve nasıldı, sonunda nasıl olacak?” şeklinde sorular soruyorduk. Çünkü onların yolculuğu da filme hâkim olan gelip geçicilik hissini yansıtıyordu.

Ramon Zürcher: Nesneler ayrıca geçmiş sahnelerden kalan birer iz gibi ve bu anlamda, gelip geçiciliği görsel düzleme aktarıyor. Sanki geçen zaman, bu değişen nesneler ve geride bırakılan izler sayesinde görünür kılınıyor. Ayrıca bir nesne yeniden göründüğünde, zamanın çizgiselliği bozuluyor ve o nesneyle ilgili geçmişte yaşananları hatırlıyoruz. Ve böylelikle nesneler ve karakterler arasında, zamanın çizgiselliğine rağmen üç boyutlu ve karmaşık bir ilişkiler ağı kuruluyor, tıpkı bir örümcek ağı gibi.


Örümcek Kız, 27 Mayıs itibariyle sinemalarda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.