Aydınlık Hayallerimiz: Gerçekten Düşler Kurmak

Payal Kapadia’nın bu sene Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi olan ilk kurmaca uzun metrajı Aydınlık Hayallerimiz, farklı jenerasyonlardan Mumbaili üç kadının hikâyesini anlatıyor. Hem aydınlık hem de karanlık düşlerle dolu bir zaman-mekân kuran film, kişiselle toplumsal olanı bir araya getiren şiirsel bir “şehir senfonisi”.
Hindistan’ın Mumbai kentinden genç bir kadın yönetmen olan Payal Kapadia, 2021’de ilk uzun metrajı Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece (A Night of Knowing Nothing, 2021) ile Cannes’da En İyi Belgesel ödülü almıştı. Yönetmenin kurmaca ilk uzun metrajı olan Aydınlık Hayallerimiz (All We Imagine As Light) ise bu sene Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi oldu. Farklı jenerasyonlardan üç Mumbaili kadının hikâyesini anlatan film, tıpkı yönetmenin ilk filminde olduğu gibi kişiselle toplumsal olanı bir araya getiren, şiirsel bir “şehir senfonisi”. Mekânı kimi zaman karakterlerinin ruh haline, kimi zamansa içinde kayboldukları şehrin ruh haline göre daraltıp genişleten Kapadia, Mumbai’nin farklı zaman ve mekânlarında dolaştırıyor bizi. Böylece karakterlerimiz gibi biz de amaç ve anlam aramayan, yalnızca akmak zorunda olan bir zamanın içinde sürükleniyoruz. Muson yağmurları hiç durmaksızın yağsa da, şehrin her yerini sular da bassa, olacaklar bir şekilde oluyor, aşıklarımız kavuşuyor, yitirilen evler gidiyor, yerine yenisi geliyor, küsler barışıyor, gece sabaha eriyor. Tüm büyük sevinçler, dramlar -ve melodramlar- bu akışın içinde, sakin, öfkesi de, sorgusu suali de sabrında gizli bir tefekkür içinde yaşanıyor. Üç “sıradan” kadının, üç sıradan hikâyesi, herkes kadar büyük ve küçük.
Filmin ana karakteri sayabileceğimiz Prabha, evlendikleri gibi Almanya’ya çalışmaya giden kocasından bir seneyi aşkın süredir haber alamayan bir hemşire. Daha sakin ve içe dönük bir mizaca sahip olan Prabha’nın tam tersi bir karaktere sahip olan ev arkadaşı Anu ise aynı hastanede çalışan bir başka hemşire. Ailesinin bir an önce evlendirmek istediği Anu uçarı, flörtöz ve neşe dolu bir genç kadın. Hem ailevi hem de toplumsal baskılardan dolayı saklamak zorunda kaldığı bir yasak aşkın içinde bulmuş kendini, Müslüman bir gence aşık olmuş. Ama çok da umrunda değil sanki, bu aşk da bir yolunu buluyor, filmdeki diğer her şey gibi. Daha çok bir yan karakter olarak hikâyeye dahil olan Parvaty ise yine aynı hastanede aşçı olarak çalışan orta yaşlı bir kadın. Kocasını kaybetmiş olan Parvaty, 22 senedir oturduğu evinden birtakım rezidans sahipleri tarafından çıkarılmak isteniyor. Üç kadın arasında hayatın zorunluluklarının getirdiği, doğal olarak gelişmiş bir bağ var. Prabha diğer iki jenerasyonu bir arada tutan bir ara parça gibi daha çok. Bir yandan aile ve evlilikle ilgili daha geleneksel bir anlayışa sahipken, bir yandan da görücü usulü evliliğin ve sonrasında gidip bir daha dönmeyen kocasının hayatını nasıl bir yere sürüklediğinin de farkında. Kuralları yok saymak konusunda Anu kadar cesur değil henüz, fakat Parvaty gibi kolayca haklarından vazgeçip boyun eğecek de değil, sınıfsal bir bilinci, öfkesi var. Keza Parvaty’yi bir avukata götürüp hakkını araması için ikna eden de o.
Filmin ilk yarısı boyunca üç kadını, özellikle de Prabha ve Anu’yu sürekli olarak trene binerken görüyoruz. İşten eve, evden işe gidiyorlar. Onlar dışarı baktıkça biz de Mumbai’nin farklı yerlerini ve zamanlarını izliyoruz, çoğunlukla gece vakti. Ara zamanlar, karakterlerin hareketin içinde durup asılı kalmak zorunda olduğu, mecburen dalıp gittiği o rutin yolculuk vakti. Şehirde de, işte de, evde de her yer kalabalık, sıkışık. Farklı ışık, renk, doku, koku ve tatların rasgele iç içe geçtiği, toz, ter, aydınlık -ve karanlık- hayallerle dolu bir zaman-mekân. Filmin başında bir üst ses şöyle diyor, “biraz önce kalbim kırıktı ama bu şehir insana her şeyi unutturuyor.” Filmin belki en büyük meziyeti bu kaosun ve hızın içinde, yine de o kırık kalpleri görmeyi başarabilmesi. Öyle “sinemaya yaraşır”, büyük, tutkulu kırgınlıklar değil, daha ziyade küçük hüzün halleri üç kadının da yaşadığı. Öfkeleri de öyle, olduğu kadar. Bir sahnede Prabha ve Parvaty, Parvaty’nin evinin yerini alacak olan rezidansın posterine taş fırlatıyor örneğin. Taş posterdeki mutlu aile tablosunun “gözünü oyuyor”, o kadar. Taş atma eyleminin sonucuyla (dolayısıyla başarısı ya da bir şeyleri gerçekten yıkma potansiyeliyle) değil de, o eylemin bu “sıradan” kadınların sınırlı, küçük dünyasındaki etkisiyle ilgileniyor Kapadia. Hayır diyebilmenin geçmiş ve bugün, gelenekle özgürlük arasında sürüklenen ruhlarında yıktığı ve yeniden kurduğu yerlere bakıyor. Bazen sevişmek hayır diyebilmek, bazen beklemeyi reddetmek, bazen ev dediğin şeyi taşıyıp yanında götürmeyi öğrenmek. Sıradan direnişler, hiçbir şeyi değiştirmeyen belki ama hiçbir şeyi olduğu gibi de bırakmayan.
Her Şeyi Unutturan Nehir
Filmin ikinci bölümünde şehirden çıkıp Parvaty’nin köyüne gidiyoruz. Kalabalığın ve kaosun yerini anlamı henüz belirsiz bir sükunet almış. Köydeki eve ulaştığımızda duyduğumuz ilk cümle “burada elektrik yok mu?” oluyor. Bunu soran Anu. Şehirden, Anu’nun daha özgür, genç, korkusuz dünyasından, haz ve hareket dolu o evrenden uzaktayız artık. Elektrik yok, ama Parvaty ameliyat malzemelerini yanında getirmiş, “burada ameliyat yapmayı mı planlıyor?” diye soruyor Anu. Mecburen köyüne ve geçmişine sürgün edilirken, şehirden ve oraya ait benliğinden de bir parça götürmüş yanında Parvaty. Ve o ana kadar neredeyse hiç yan yana görmediğimiz Anu ve Parvaty, eski bir içki şişesi ve hafif çakırkeyfliğin getirdiği coşkuyla zihnen değil belki ama bedenen yaklaşıyor, dans ediyorlar. Şehrin belirgin kıldığı farklı sınıfsal, kültürel ve jenerasyonel farklar şehirden uzaklaştıkça daha az belirgin oluyor sanki. Şehirde bir türlü sevişmek için yer bulamayan Anu ve sevgilisi Shiaz, aşklarını gizleyerek mümkün kılan ağaçların arasında nihayet bedenen de bir oluyorlar.
Her şeyin çok fazla ve yoğun, hem yakın hem de uzak olduğu Mumbai’den çıkınca, şehrin kaosu ve yasasından uzakta, biraz doğaya biraz geçmişe yakın, biraz gerçek biraz büyülü bu köyde bağ kurabiliyor ancak karakterlerimiz. Prabha’nın yaşadığı gizemli karşılaşma ve hiç beklemediğimiz o yüzleşme anı, ancak hayallere, düşlere ve başka ihtimallere alan açan bu -taşra ya da köy değil de- Mumbai olmayan yerde gerçekleşebiliyor. Prabha, sahilde kıyıya vuran ve boğulmak üzere olan bir adamı kalp masajı ve suni teneffüs yardımıyla hayata geri döndürüyor. Ardından yaşanan gizemli gece, filmin ilk yarısına hakim olan gerçekçi estetiğin iyice büyülü gerçekçi bir yere evrilmesini sağlıyor. Gizemli adam, hafızasını kaybetmiş ve kim olduğunu, nereden geldiğini, denizde ne yaptığını hatırlayamıyor. Bir yerden sonra Prabha’nın onunla sanki onu bırakıp giden kocasıymış gibi konuşmaya, adamın da sanki oymuş gibi cevap vermeye başladığını görüyoruz. Bilemiyoruz, gerçek mi bu sahne, yoksa Prabha’nın belki asla yaşayamayacağını düşündüğü yüzleşmeyi kendi kendine yaşattığı bir düş mü? Burada Kapadia’nın bir önceki filmi Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece’den bir sahneye dönüp sözü edilen bir düşü hatırlıyoruz.
Kim olduğunu tam olarak bilmediğimiz genç bir adamın gördüğü bir düşü dinliyoruz filmde. Düşte kast sistemi nedeniyle kavuşamadığı sevgilisini görmek için saklanan genç bir adam, sevgilisinin ona saldırmak için bekleyen ailesinden kaçmak için bir nehre giriyor. Genç adam, bu nehirden geçen kişinin geçmişini unuttuğunu bilmesine rağmen başka şansı olmadığı için kendini nehre atıyor. Bu düş, Prabha’nın karşılaştığı gizemli adamı anımsatıyor ister istemez. Filmin bir yerinde Prabha’nın bir arkadaşı ona yurtdışına giden insanların geçmişi unutup geride bırakabildiklerinden bahsediyor, bir nevi hafızayı sıfırlayıp, yeni bir hayat kurduklarını ve tüm bağlarından kurtulduklarını. Girdiği fabrikada durmaksızın çalışmaktan kendini kaybettiğini söyleyen bu adam, gerçekten de Prabha’nın kocası belki. Ya da Prabha sadece neden unutulup geride bırakıldığına dair gerçek bir neden duymak istiyor. (Fabrikada kendini kaybetme detayı, bu ayrılığın “romantik” değil de sınıfsal nedenlerle, film boyunca tasvir edilen yoksulluğun bir sonucu olarak gerçekleştiğini de hissettiriyor sanki. Özellikle kocasının uzun süredir konuşmadığı Prabha’ya çok iyi marka bir pilav pişirme aleti gönderdiği düşünüldüğünde… ) Bu karşılaşma sırasında Prabha bir şekilde yüzleşerek kocasını geride bırakıyor, ona onu bir daha görmek istemediğini söylüyor, hayır diyor ve o da kendi geçmişini (en azından bir parçasını) unutmayı seçiyor, özgürleşiyor. Gerçek ya da düş, aradaki fark çok önemli değil diyor sanki Kapadia. Tıpkı rezidansın posterine küçük bir taş atmak gibi, gerçek ya da hayali bir özneye yöneltilmiş bir hayır, hayali yasak ve kuralların da bir reddi aslında. Film boyunca geleneksel tarafına tutunan ve arzularının peşinden gitmekten kaçınan Prabha, artık aslında sadece Parvaty’nin değil, Anu’nun da dünyasında yaşadığının farkına varıyor. Ve bazen gerçeği gerçekten daha gerçek kılan zihnindeki hayali sınırların. Karanlık da aydınlık da sonuçta önce hayal ediliyor. Ve bunu ancak Prabha’nın yanında ve evinde yapabiliyor. Parvaty’nin köyü şehirden ve bugünden uzak, ama nostaljiyle yad edilen bir geçmişe de ait değil. Daha ziyade farklı zaman-mekânların iç içe geçip sınırların bulanıklaştığı, başka bir hafızanın inşa edildiği bir dayanışma mekânı. Filmin başından beri kurduğu şehre hakim olan yoksulluk tonunu düşündüğümüzde, finalde bu üç emekçi kadının bir arada, yanlarında Shiaz’la birlikte oturduğu sahne, aynı zamanda sınıfsal bir dayanışma da tasavvur – ya da ümit – ediyor. Sinemasal bir kurtarılmış alan burası. Geçmişi unutturan nehirden hemen sonra, her şeyi, kırık kalpleri bile unutturan şehirden hemen önce.

Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Film Çalışmaları eğitiminin ardından Bahçeşehir Üniversitesi'nde Sinema-Televizyon yüksek lisansını bitirdi. Antwerp Üniversitesi ve Koç Üniversitesi’nde Film Çalışmaları ve Görsel Kültür üzerine doktora yaptı. Şu anda Kadir Has Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünde doktora sonrası bursiyer olarak yer almakta ve yayın kurulunda yer aldığı Altyazı Sinema Dergisi'nde editör olarak çalışmaktadır. 2017'de sinema yazarı olarak Berlin ve Saraybosna Film Festivalleri'nin Talent Campus programlarına seçildi.